Sayfa Yükleniyor

Mürşid-i Kâmil

“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk” (Maide/48) sadakakallhulazim

“Hamd Âlemlerin Rabbi” bütün övgülerin ve kemal sıfatların sahibi âlemleri yoktan var eden yaşatan ve kemale erdiren Rahman ve Rahim olan bütün rızıkları veren, ahirette kendine iman edenlere rahmetini tahsis eden, din gününün maliki, mükâfat ve mücazat gününün sultanı Allah’a (c.c.) mahsustur. Her türlü hayır dua salât ve selam Allah’ın sevgili kulu, peygamberlerin efendisi Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ ya(s.a.v) ve onun tertemiz aile efradına ve kıyamet sabahına kadar ona ittiba edenlerin üzerine olsun.

Cenab-ı Hak Ayeti celilesin de buyurduğu üzere velayet kapysını açarak, Kur’an ve Sünnet sancağını peygamber varisi mürşid-i kâmillere emanet etmiştir. Onları Ümmeti Muhammed’e önder ve rehber kılarak feyiz ve nur kaynağı yapmıştır. Yüzyıllar boyunca nice mürşid-i kâmilin manevi hilafetinde dalgalanan bu nurlu sancak Üstadımız Cennet Mekân Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerine kadar ulaşmış, O’nun manevi feyz ve bereketiyle bütün dünyayı aydınlatmış ve aydınlatmaya devam etmektedir.

“Bana yönelenlerin yoluna uy sonra dönüşünüz banadır” 

Şunu doğru anlamak gerekir ki ehli tasavvuf mürşid-i kâmil deyince gerçekten kendisine uyulmaya layık bir Allah dostunu kasteder. Gerçek mürşid, ahlakı hamide ile muttasıf, takva ve edebde zirvedir, nur ve feyiz sahibidir. İnsan terbiyesinde ehliyetli ve irşad işinde izinlidir. Hz. Peygamber (S.A.S.)’in vârisidir.

 Aşk Eri HAZRETİ MEVLANA’MIZ;

“Eğer âhir zaman âfetlerinden, fitnelerinden kurtulmak istiyorsan hiç gecikmeden, hiç vakit kaybetmeden onun eteğini yakala. O bu âlemden ölü ve ancak Allah ile diri olan bir kuldur ki Allah'ın gölgesi gibidir.”

Dolayısıyla Mürşidi Kâmilden bi haber yaşamak, böyle bir cemaatten uzaklaşmak ve dini yalnız başına yaşamaya çalışmak çok zordur.

Çünkü Allah-ü Teâlâ Hz.leri; “Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (Enbiya/7) buyurmuştur. Bir Mürşidi kâmile tabii olup, onların irşad ve işaretlerine göre özümüzü, sözümüzü ve davranışlarımızı düzenlemek şer-i şerife uygun, güzel ve herkes için lüzumlu bir husustur. Rasulullah (sav) bir hadis-i şeriflerinde; “Aklı başında ve kâmil olan kimselerden, doğru yolu göstermelerini isteyiniz ki doğru yolu bulabilesiniz. Onları dinleyin, söz ve nasihatlerine uyun. Gösterdikleri yoldan dışarı çıkmayın. Aksi halde pişman olursunuz”, buyurmuştur. Tasavvuf, topluca tövbe etmek, birlikte zikretmek, şeytana ve avenesine karşı birleşmek, hak için birbirini desteklemek ve cemaat halinde Allah yolunda yürümektir. Cenab-ı Hak Ayeti kerimesinde; “Va`tasımu bi hablillahi cemian ve la teferraku” Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ayrılığa düşmeyin buyuruyor, Efendimiz (SAV)’de hadis-i şeriflerinde;“Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir.”buyurmuşlardır. Allah dostu Mürşidi kâmiller bu iki şahit üzerine kurdukları bu münevver yolda nice asi mücrimleri iman, İslam ve aşk değirmeninde öğütüp Allah’a dost olmalarını sağlamışlardır, Efendimiz (SAV)’in; "Sizin en hayırlınız kulları Allah'a, Allah'ı da kullarına sevdirendir" hadis-i şerifi gereği yaşarlar.  Onlar “TABİBÜL KULÛB” dür. Kalp doktorlarıdır. Onulmaz hastalıklara şifadır. AŞK ERİ Mevlana’mız öyle diyor;

“Bizim delilimiz, Celil olan Allah’ın vahyidir.

Hastalığı ilham ile anlarız. Biz kimseden de tedavi ücreti istemeyiz.

Ücretimiz noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tandır.

Onulmaz hastalıklara tutulanlara salâ!

Ey onulmaz hastalıklara tutulanlar koşun buraya! Bizim ilâcımız hastalara birebirdir.”

 

Nübüvvet ve Risalet Hz Muhammed (sav) de son bulduğu halde mirası nübüvvet olan velayet ve verasetin en yüksek kademesi olan kutbiyyet kıyamete kadar devam eder. Hadis-i Şerifte buyrulan; “El ulemai vereset-ün Enbiya ve ulemâi ümmeti ke enbiyai Beni İsrail” buna işarettir. İmam-ı Gazali (r.a.)Hazretleri “el munkızu mineddalal” isimli eserinde şu izahatı yapmaktadır:-“Zahiri ilimleri bırakıp, çalışma ve gayretimi tasavvuf üzerine verdim. Yakinen anladım ki, hak yolunda olanlar ancak tasavvuf erbabı olan dervişlerdir. Onların iç âlemleri (kalpleri ), yolları ve ahlakları en güzel şekildedir. Eğer akıl, ilim ve hikmet sahipleri bir araya toplanıp da dervişleri tarikatını değiştirip ondan daha yüksek ve daha güzel bir YOL BULALIM DİYE BİRLEŞSELER, MÜMKÜN DEĞİL BULAMAZLAR.”

Tasavvuf öğretisine göre, gökteki yıldızlar gibi bu Ümmetin kandilleri, Hakikat Âlimi olan Mürşid-i Kamillerdir. Mürşidler Tarikat-ı Aliyye'nin en büyük uzvudur. Çünkü onlar Varis-i Enbiyadırlar. Bunlar; Allah’ı unutmaksızın daima zikredip duran, nimetlerine karşı nankörlük etmeksizin şükreden, emirlerine karşı isyan etmemek sureti ile itaat eden, gücünün yettiği kadar dinin prensiplerini yaşayıp yaşatan, her iş ve amelde adaletten ayrılmayan, kınayanın kınamasından korkmayan insanlardır. Bu özellikleri ile görüldükleri yerde Allah’ı hatırlatan bir işaret levhası ve dinin hükümlerini koruyan köşe taşıdırlar. Bu ümmet Allah Teâlâ’nın Muradı olan bir ümmet olması münasebeti ile bu ümmete Müslüman ismini vermiş, din olarak İslam’dan razı olmuş, Peygamber olarak âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (sav)’i seçmiştir. Bütün bunlar O’nun bu ümmete olan şefkat ve merhametinin tezahürüdür. Üstadımız bir sohbetlerinde, Allah Teâlâ’nın bu ümmete olan şefkat ve merhametinden bahsederek buyurdu ki:

            Peygamber Efendimiz (sav) çok müteessir olduğu bir gün:

            Ya Rabbi! Beni, insanlara ve cinnilere Peygamber kıldın. Ömrüm kısadır, ümmetimin ömrü de kısadır. Ümmetim günahkârdır. Ümmetin ahir zamanda yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların hali ne olacak?, diye ağladı.

            Cenab-ı Allah O’nun yakarışına, derhal Cebrail (as)’ı yolladı. Cebrail (as):

              Allah’ın selamı var ya Muhammedül-Mustafa. Senin ümmetinin âlimleri, şeriatla amel edip, Tarikata sülûk eden, ihlâslı, takva olan âlimlerdir ki, bunlar senin varislerindir. Verasetül-Enbiyadır. Bunlar Beni İsrail Peygamberlerinin muadilidirler. Onlar senin ümmetini irşad edecekler. Cennetle müjdeleyici, cehennemle korkutucu olacaklar, deyince, Peygamber Efendimiz (sav):

            ─Elhamdülillah, Elhamdülillah, Elhamdülillah.

            Seyr-i Sülûkünü tamamlayıp, Allah Teâlâ’nın zâtında değil, sıfatlarında fani olan Mürşid-i Kamiller, sadece Peygamber Efendimizin (sav) varisi olurlar. Diğer şeyh ve Mürşitler hata yapıp, nefislerine uyabilirler. Mürşid-i Kamiller ise, asla hata yapmaz. Çünkü Peygamber Efendimizin (sav) ya Velayet nuru ile ya da Veraset nuruyla muhafaza olunurlar.

            Mürşid-i Kamile bir Peygamber gibi vahiy gelmiyor. Ve bir Peygamber gibi vahiy teminatı altında da değildir. Bundan kasıt, bir Peygamber gibi mucize ortaya koymak mecburiyetinde görülemezler. Bununla beraber onlar Allah’ın ordularından bir ordudur. Allah’ın orduları ise, O’nun bilgisi dâhilindedir. Nitekim:

            “Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Ve o insan için ancak bir öğütten ibarettir.” (Müddesir /31) buyurulur.

            Bazı bilginlerin açıklamasına göre ‘Rabbin Orduları’ndan maksat; bunlar Allah’ın Velilerinden oluşan topluluktur. Asırlardır onların İslam toplumundaki şerefli yerini ve faziletlerini, gerçek ilim adamlarından kimse inkâr etmemiştir. Rabbimiz (cc) buyurur ki:

            “Dikkat ediniz! Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar” (Yunus /62)

Öyleyse, kendini boş şeylerle oyalama. Bu yolun yol kesicilerine takılarak, gerçek saâdetten mahrum olma. Bilgisi kendisine fayda sağlamayan, İslam’ın edeb kültüründen mahrum ve nasipsiz kimselerin telkinleri seni oyalamasın. Faziletine inandığın bir mürşidin himmetine erişmek için acele etmelisin.

            Peygamberler ile (Allah cümlesine salât etsin) Evliyaullah’ın meslekleri aynıdır. Aralarındaki tek fark, Peygamberlerin ihtisas sahibi olmaları, delil ve hüccet getirmede mucizeye kadir olmaları ile Evliyaullah’ın onlara bağlı bulunmalarıdır. Nasıl ki peygamberlerin yolunu kesen yol kesiciler varsa, Allah dostlarının kapısına giden yolu kesenler de eksik olmayacaktır. Mevlana Halid el-Bağdadi (ks) der ki:

            “Kalb ehli tarafından gözetilmek isterseniz, inkâr ehlinin sözlerine kulak asmayınız. Allah (cc)’un bir kulundan yüz çevirdiğinin alametlerinden biri de, O kulun velilerin haysiyet ve şereflerine dil uzatmasıdır. Bu söz büyüklerin kelamıdır. Kim velilerin aleyhinde konuşulan sözlere kulak verirse, o da onlardan sayılır.”

            Yeryüzü kıyamete kadar Allah’ın evliyası ile şereflenecektir. Evliya, Velinin çoğuludur. Veli ise, araya isyan karışmamak üzere taatı devam eden kimsedir. Bir başka manada ise Veli; kendisine Allah’ın ihsanı aralıksız olarak devam eden kimsedir. Bir kimsenin hakikatte Veli olabilmesi için, bu iki vasfın gerçekleşmesi lazımdır. Peygamber nasıl masum ise, Velinin de Allah tarafından korunmuş olması lazımdır. (Reddü’l-Muhtar )

            Mürşid-i Kâmil olan zâtlar hakkında söylenmesi gereken söz; onların vasıflarının Allah Teâlâ’nın koruması altında olduğunu kabul etmektir.

            Mürşid-i Kamiller Allah’ın yeryüzündeki eminidirler. Onlarla beraberlikte çok hayır ve bereket vardır.

            “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun” (Tövbe/119)

       Mürşid-i Kamiller kalp mütehassısıdırlar. Kötülüğü emreden nefsin hile ve desiselerine karşı geliştirdikleri metodla, kalpleri tamir etmede Allah onlara kabiliyet vermiştir. Sen, dinin emrettiği farzları, vacibleri ve diğer hususları, bir fıkıh âliminden alıp öğrenebilirsin. Mesela İslam akaidini bir kelam âliminden ya da İlm-i Kelama ait bir eserden öğrenebilirsin. Ama kalbinde oluşan fırtınaları, Kamil bir Mürşidin vereceği bir reçeteyle durdurabilirsin. Alimlerin ihtisas alanları değişik değişiktir. Nasıl ki kalp doktoru, ameliyat doktorunun sahasına karışmazsa, bilginler de, kendi ihtisas alanlarını aşan hususlara girmezler. Girmemelidirler. Çünkü bu Fizik ilmi değildir. Din ilmidir. Bu bakımdan, asrın getirdiği birtakım tereddütler, kalplerde olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Bu tereddütleri gidermek için, mutlaka bir mürşide ihtiyaç vardır. “Efendim böyle bir zamanda bunlara ne gerek var!” denilemez. Gerçek saâdete, ilim ve amel bütünlüğü ile ulaşılır. Bu bütünlük, kalpte gelişmedikçe, bedene tesiri olmaz. Öyleyse, vasyflarını belirttiğimiz Mürşid-i Kamillere giderek, bu ihtiyaç giderilmelidir.                             

 “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim Ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”(Fetih/10)buyurmuştur.

Allah-ü Teâlâ Hazretleri'nin seçkin kullarından ve peygamber varisi dostlarından biat almış hakiki manada yetkili ve etkili bir üstadın manevi terbiyesine giren kişiye Allah’a dostluk davetiyesi verilmiştir. Bu öyle büyük bir devlettir ki üstadının şahsi maneviyyesi ve indi ilahiyyede ki değeri hürmetine nihayeti Allah’a ve Resulüne vuslattır. Elhamdülillah. Koca cihan sultanı Sultan Selim Han(Rahmetullahi aleyh)anlamış da ; ‘’Kâinata sultan olmak bir kuru sevda imiş, bir mürşidi kâmile bende (müridi) olmak her şeyden evlâ imiş ‘’ demiştir.

Bir gün sahabelerden biri Hz. Peygamber’e şöyle diyor:

Ey Allah’ın Resulü Seni o kadar çok seviyorum ki hep yanında kalmak istiyorum, eve gidince Seni özlüyorum ve Sana geliyorum. Düşündüm ki yarın ben de öleceğim Sen de, ben cennete girsem bile Sana nasıl ulaşabileceğim, Sen nebilerle beraber yüksek makamlarda olacaksın, orada Seni görmemek yanında olamamak, endişesi beni çok düşündürüyor ve çok üzüyor.’

Resulullah, ona o an herhangi bir şey söyleyemiyor, daha sonra şu ayet iniyor:

‘Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve iyilerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!’ (Nisa, 69)

Bu ayetin inmesinden sonra Allah’ın Resulü o sahabeye, yukarıdaki hadiste ifade edilen, ‘Kişi sevdiğiyle beraberdir’ müjdesini veriyor. Ebu Hureyre diyor ki: ‘Hiçbir şey bu hadis kadar sahabeleri mutlu etmemiştir.

Başka bir gün başka bir sahabe, ‘Ey Allah Resulü kıyamet ne zaman kopacak?’ diye bir soru soruyor, bunun üzerine Resulullah da ona, ‘Sen kıyamete ne hazırladın? diye sorar. Sahabe, ‘Vallahi, Allah ve Resulü’nü sevmekten başka hiçbir şeyim yok.’ şeklinde cevap verir ve Allah Resulü de ona ‘Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.’ buyuruyor.

İnşaallah öyle ümid ediyoruz ki bizlerde bu hadisle de anlaşılıyor ki, insan dünyada kimi severse ahirette de onunla beraber olur. Elhamdülillah Allah dostu büyük bir evliyayı seviyoruz ona bağlıyız onun gösterdiği şekliyle bıraktığı mirasa sahib çıkıyoruz ve inşaallah yarın mahşerde Onunla beraber Muhammed-ül Mustafa’nın (SAV) sancağı altında hep beraber olacağız.