Sayfa Yükleniyor

Ä°rÅŸad Postuna OturuÅŸ

Üstadımız Abdullah Baba (ks)Aziz Hz.leri ÅŸöyle buyurdular;

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, Peygamber (sav) Hz.lerini bütün insanlara ve cinnilere gönderdiÄŸi için, Rasulullah Aleyhisselatü vesselam Efendimiz gayet mahzun olup Cenab-ı Zülcelâl Hz.lerine dua da bulunur:

“Ä°lahi Ya Rabbi! Bugüne kadar iki yüz yirmidörtbin Peygamberini, kullarını irÅŸad için gönderdin. Ben ise hem bütün insanlara ve cinnilere gönderildim. Benim ümmetimin hem ömrü kısa, hem de günahkâr. Onların hali nice olur! Sen bilirsin Ya Rabbi! Gafurur rahiymsin, Ya Rabbi!” diyerek niyazda bulununca; 

Cenabı Zülcelâl Hazretleri:

“Ey Habibim! Senin ümmetinin âlimleri, takva olanları, Beni Ä°srail Peygamberleri muadilidir”,buyurmuÅŸtur.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) memnun olmuÅŸ, ashabını ve ondan sonra gelecek olan ümmetini müjdelemiÅŸtir. Ä°ÅŸte bu zâtlar Peygamber (sav) Hazretlerinin varisi makamına eriÅŸen (Ä°ndi Ä°lahiyye’de Kıymetli) Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes Hz.lerinin seçilmiÅŸ kullarıdır.

Peygamber Varisi olan MürÅŸid-i Kamiller kıyamete kadar Ümmet-i Muhammedi irÅŸad edecektir.

Peygamber (sav) Efendimiz hadis-i ÅŸeriflerinde:

“Ä°rÅŸada gücü yeten bir akıldan irÅŸad talep ediniz ve ona isyan etmeyiniz” buyurmuÅŸtur.

Cenab-ı Zülcelâl Hz.leri, Kur’an-ı Kerim’de bu zâtlara iÅŸareten:

“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman onların içinden, buyuruÄŸumuzla doÄŸru yola ileten rehberler tayin etmiÅŸtik.” (Secde / 24)

Adem (as)’dan beri devamlı olan ve kıyamete kadar da devam edecek olacak olan, Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin Lütfu Ä°lahisiyle Ümmeti Ä°rÅŸad’a vazifeli nadir ÅŸahsiyetlerin günümüz halkası Abdullah Baba (ks) Hazretleri bu nurlu yolun yolcusu, Resulü Kibriya denizinin bir incisi Ä°ki Cihan Serveri’nin hakikat bahçesinin bir gülüdür.

DoÄŸuÅŸundan beri bir Ulul-Aziym evliyadır. Daha çocuk yaÅŸta iken, pek çok harikuladelikler zuhura gelmiÅŸ, Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes Hz.leri tarafından ilahi muhafaza altında yetiÅŸmiÅŸtir. 

Bir kâmil-i mürÅŸide manen görev verilmesi ÅŸu ÅŸekilde açıklanmıştır.

Hazreti Seyyidil Enbiya Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz’in izin ve icazetleri ile bütün ümmeti Muhammed’in terbiyesi hususu, kendisine Allah-u Tealanın ihsanı olur. Bu göreve memurlardır.

Böyle bir zât-ı ÅŸerife, bu görev ihsan olunacağı zaman, Cenab-ı Zülcelal ve Tekaddes Hz.leri tarafından Hızır Aleyhissselama iÅŸaretle:

“Falan oÄŸlu filan kuluma, ihsan eyledim. Var müjde eyle” emri ile Hz. Seyyid-il Enbiya’ya gelir:

─Ya Resulallah! Ümmetinden filan oÄŸlu filana, Allah-u Teâlâ hilafeti ihsan buyurdu. Ne emriniz olur? der.

Fahr-i Âlem (sav) Efendimiz Hz.leri, Hızır (as)’a yeÅŸil bir hilat vererek;

─Var, bu hil’atı o zâta giydir ve kendisini alıp buraya getir, diye emir buyurur.

Hızır (as), hil’atı alarak o zâta götürür ve:

─Rasulullah (sav) Efendimiz size selam etti. Bu hil’atı gönderdi. Tarafı Ä°lahiden size hilafet ihsan olunduÄŸunun müjdesi ile geldim. Buyurun sizi bekliyorlar, der.

O zât-ı Åžerif; “BaÅŸ üstüne” diyerek, hiç beklemeden Rasulullah’ın huzuruna varır ve görür ki; bir yüce divan kurulmuÅŸtur. Kalem yazmaÄŸa, dil anlatmaÄŸa kaadir olamaz Hz. Peygamber Aleyhi Vesellem Efendimiz, türlü mücevherler ve kıymetli taÅŸlarla bezenmiÅŸ bir yüce kürsü üzerinde oturmaktadırlar. SaÄŸlarında ve sollarında bütün Enbiya-i-Ä°zam ve Resulü Kiram aleyhimüsselatü vesselam, Cihar-ı Yâri Güzin ve bütün ashabı kiram rıdvanullahi aleyhim ecmaıyn Efendilerimizle, bütün pirler, kutuplar ve Ehlullah (ks) Hz.leri, her biri mertebelerine göre gayet süslü birer kürsü üzerinde oturmaktadırlar.

O anda; Hazreti Fahri Kâinat Efendimiz, huzuru saâdetlerine getirilen zât-ı ÅŸerif’i bizzat karşılarına alıp teveccüh buyururlar. Bu teveccühlerinde, bütün fiillerini, sözlerini ve amellerini, yani siyret-i seniyyelerinin tamamını ihsan buyururlar ve kendi hallerini bütün bütün giydirirler.

Daha sonra, o zâta mücevherle süslü yeÅŸil bir Hilat-ı ÅŸerif giydirerek, mübarek baÅŸlarına yine mücevherli bir Tac-ı Åžerif koyarlar ve üzerine bir de mücevherli sorguç takıp, buyururlar ki;

“Cenab-ı Kadir-i Kayyum Tarafı Ä°lahiyyesinden sana MürÅŸid-i Kamillik ihsan buyurdular. Bizim dahi halifemizsin. Bütün ümmetimin terbiyesi, uhdene verilmiÅŸ ve havale edilmiÅŸtir.”

Daha sonra eline, terbiye aletlerinden bir cendere, bir kamçı, ayaktan ve boyundan baÄŸlamak için birer kement ihsan buyurur. (Bunlar birer tabirdirler. Bunları, dünya aletleri ile kıyaslamamalıdır. Bu aletlerle terbiye edilmeleri gerekenler, batıda olsalar, doÄŸudan yetiÅŸip aynı anda icra buyurabilirler.)

O zâtı ÅŸerif için büyük mecliste hazırlanmış bulunan makamı MürÅŸid-i Kamil olan irÅŸat postudur ki, ona oturması emrolunur ve EÅŸrefi Mahlûkat (sav) Efendimiz Hz.leri el kaldırarak bir yüce dua ederler;

“Bismillahirrahmanirrahim

Allahümme yâ mâlik-er-rıkab. Yâ müfettih-el-ebvâb.. Ve yâ müsebib-el-esbâb heyyi lenâ sebeben lâ nestatıy’u lehu taleben.. Allahümmec’alnâ meÅŸguliyne bi-emrike âminiyne bi-ahdike âyisiyne min halkıke ânisiyne bike müstevhışıyne an hayrike radıyne bi-kada’ike sâbiriyne alâ belâ’ike ÅŸâkiriyne le-ni’mâ’ike mütelezziziyne bi-zikrike ferihiyne bi-kitabike münâciyne bike fi ânâ’il-leyli ve etraf-in-nehâr mübgızıyne lid-dünya muhibbiynelil-âhireti müÅŸyakıyne ilâ lika’ike müteveccihiyne ilâ cenâbike müsta’ıddıyne lil-mevti.. Rabbenâ âtina mâ ve adtenâ alâ rüsûlike ve lâ tuhzinâ yevm-el-kıyameti inneke lâ tuhlif-ül-mi’âd..

Allahümmec’al tevfike refikenâ ves-sırat-el müstakime tarikenâ.. Allahümme evsılnâ ilâ makasidinâ ve tüb aleynâ inneke ent-et-tevvâb-ür-rahiym.. Allahümme bike asbahnâ ve bike emseynâ ve bike nahyâ vi bike nemûtü ve ileyk-el-masiyr.. Allahümme erinel-hakka hakkan verzuknâ ettiba’ahu ve erinel-bâtıla bâtılen verzuknâ ectinâ-behu teveffenâ müzlimiyne velhıknâ bis-salihiyn.. Vedfâ’annâ ÅŸerrez-zâlimiyne ve eÅŸriknâ fi dua-il-mü’miniyn.. Ve kınâ Rabbenâ ÅŸerre mâ kadayte.. Allahümmagfir li-ümmeti Muhammed.. Allahümmansur ümmete Muhammed.. Allahümmerham ümmete Muhammed.. Allahüm-mahfaz ümmete Muhammed.. Allahümme ferric an ümmeti Muhammed.. Allahümme tecavez an ümmeti Muhammed.. Allahümme yâ Habib-et-tevvâbiyne tüb aleynâ ve yâ emân –el-ha’ifiyne âminnâ va yâ delil-el-mütehayyiriyne düllenâ ve yâ hâdiyeel-mudıllıynehdinâ ve yâ gıyas-el-tâ’recâ’enâ ve yâ râhim-el-asıyn-erhamnâ ve yâ gafir-el-münnibiyne ıgfir lenâ zünübenâ ve kefir annâ seyyi’atinâ ve teveffenâ mâ-al-ebrâr.. Allahümme nevir kulûbenâ.. AllahümmeÅŸrah sudurenâ.. Allahüme yessir umurenâ.. Allahümmestür uyubenâ.. Yâ hafiy-yel-eltâf neccinâ mimmâ nehaf.. Allahhemgfir lenâ ve valideynâ ve li-üstâzinâ ve li-meÅŸâyihinâ ve li-ihvanina ve li-ashabinâ ve li- ahbabinâ ve li-aÅŸâ’irinâ ve li-kabâ’ilinâ ve limen lehu hakka aleynâ ve limen vessanâ bid-dua’il-hayri ve li-cemi-il mü’miniyne vel-mü’minât vel-müslimiyne vel-müslimât el-ahyâ’ü minhüm vel emvât.. Allahümmahvezna yâ feyyazü min cemi-il belâ’i vel-emrâz kâffeten bi-rahmetike yâ ehram-er-râhimiyn…”

Efendimiz (sav) Hz.lerinin bu yapmış oldukları duaya orada bulunanlar (Âmin)diyerek ellerini yüzlerine sürüp (Fatiha) buyururlar.

Duadan sonra O zât-ı ÅŸerifin hilafet müddetince irÅŸat edeceÄŸi zevattan, zamanında ne kadarı geçecekse ( Ehlullah, inabe alacak derviÅŸleri) bu yüce mecliste Rasulullah’ın huzuruna çağırılarak emir ve icazetleri ile o zâtın ellerini öperler ve kendisine biat ederler. Bu iÅŸ tamamlandıktan sonra O Zât-ı ÅŸerife:

“Var; ümmetimi dilediÄŸin gibi terbiye ederek Hakka ulaÅŸtır”, diye izin ve ruhsat verilir.

Bu suretle, Rasulullah’ın icazetiyle hücrelerine gelir ve otururlar, kendilerine ısmarlanan memuriyetlerinin icrası ile meÅŸgul olurlar.

Kendisine ihsan olunan terbiye aletlerinden cendere tabir edilen, o zât-ı ÅŸerifin batınında bir alet olup (zahir cenderesi gibi deÄŸildir) ; belki, Allah-ü Teâlâ’nın ihsanı olan MürÅŸid-i KamilliÄŸin gerektirdiÄŸi bir keyfiyettir. Terbiye edilen kimse, doÄŸuda veya batıda olsa, MürÅŸid-i Kamil nuru ile kendisinden ziyade haline vakıf olur ve o anda o kimsenin batınen el ve ayaklarını baÄŸlayıp bir yere götürür. Yani tespih böceÄŸi gibi tortop edip cenderenin içine koyar. AÄŸzını sıkıca baÄŸlar ve bu hal ile sıkar. Bunu zahirde görmek mümkün deÄŸildir. Ä°çerisinin yağı erir. Bazısını kamçı ile bazılarının el ve ayaklarına kement ile baÄŸ vurur gibi, bazıları da yular gibi boyunlarından ve ağızlarından baÄŸlanırlar. Terbiyeleri neyi gerektiriyorsa öyle yaparlar.

O zât-ı ÅŸerif, zerreye varıncaya kadar herÅŸeyi görür. Kendisi için örtülü, kapalı bir ÅŸey yoktur. Bir müridi batıda, bir müridi de doÄŸuda bulunsa ve kendileri de ortada bir yerde olsalar, müritlerinin ikisine birden Emr-i Hak vaki olup son demlerinde iblis bunlara musallat olsa, hilafet nuru ile bu hali görürler ve bunları Ä°blis’in ÅŸerrinden kurtarırlar.

O zâta göre kendisinden gizli bir ÅŸey yoktur. Ä°ster yakın ister uzak ister gece ister gündüz olsun O’nun için birdir. Her kiÅŸinin haline vakıftır. KiÅŸinin kendi halini kendisinden daha iyi bilirler. Nereye uzansa yetiÅŸir, nereye dilerse yakın veya uzak ayak basarlar. Göz açıp kapayınca kadar, nereye dilerse ve neyi görmek isterse görürler. Onun için gizli ve saklı bir ÅŸey olmaz. Her yerde bulur ve bilirler. Herhangi yerde olursa hazır bulunur, kusur ve tecellisine göre terbiye ederler. Dilerse; bir müridini bir bakışta “VASILI Ä°LALLAH” eder. EtmediÄŸinin, mutlaka bir illeti ve hikmeti vardır. Bazıları, tez vakitte “VASILI Ä°LALLAH” olurlar. Bazıları ise, uzun zamanda vuslat bulurlar. Zira o Zât-ı ÅŸerif daima, Rasulullah’ın huzurunda bulunur. Bu sebeple, her ne ki diler ve iÅŸlerse, Rasulullah’ın izin ve ruhsatı iledir. KendiliÄŸinden bir ÅŸey dilemez ve iÅŸlemez.

Ä°ÅŸte bu hallerle hallenmiÅŸ ve sıfatlanmış olan zât-ı Åžerif; bulunabildiÄŸi takdirde, bütün cisimleri altın haline getiren “KÄ°BRÄ°T-Ä° AHMER” adı verilen olaÄŸan üstü kuvveti haiz cisim nevi’dendir.

Üstadımız Abdullah Gürbüz Baba (ks) Hazretleri kendisine Manevi vazifenin veriliÅŸini ÅŸöyle buyurdular:

1985 yılının 20 Åžubat’ında Rüyamızda; Rasulullah (sav) Efendimiz, Piranlar ve Evliyaullah bir yerde toplanmış, ben de huzurdayım. Abdulkadir Geylani, Ahmed-i Rufai, Ahmed-el Bedevi, Ä°brahim Dussuki, Hasan Ali Åžazeli, Muhammed NakÅŸibendî, Muhammed Hacı BektaÅŸi Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bayramı Veli ve bütün piranlar sırada idi.

Abdülkadir Geylani Hz.leri bir beyaz kâğıt uzattı ve üzerinde nurdan yazılar vardı.

─Bu senin irÅŸat icazetindir, dedi. 

Ben cevaben:

─Efendim ben ümmiyim, vazife istemiyorum. DerviÅŸ olayım, bana yeter, dedim. 

Abdülkadir Geylani Hz.leri bir daha tekrarladı; ben yine reddettim. Üçüncü olarak yine teklif etti ve bu sırada Mevlana (ks) Hazretleri:

─Evladım! Herkes ÅŸeyh olayım, MürÅŸid-i Kamil olayım diye aÄŸlayıp sızlanırken; sana teklif edildiÄŸi halde, sen neden reddediyorsun, diye ekledi. Buna mukabil ben de:

─Bu çok mesuliyetli aynı zamanda veballi bir vazifedir. Ben ümmiyim. Üstelik piranlardan vazife alanların, ÅŸeytanın yıktığını, helak olduklarını çok gördük. EÄŸer bana Rasulullah (sav) Efendimiz bizzat vazife verirse, ledün ilmi de verirse bu vazifeyi kabul ederim, dedim.

Rasulullah (sav) Efendimiz, söylediklerimi duyunca memnun oldu ve tebessüm etti. O zaman; istediÄŸin beÅŸ Nisan’da verilecek denildi ve böylece uyandım.

BeÅŸ nisan mübarek Cuma gecesi geldi çattı. O gece rüyamda;

Çorum Ulu Cami’de divan toplanmış. Bütün Peygamberler (as) bir yerde, piranlar bir yerde, mezhep imamları bir yerde. Herkes intizamla yerlerini almış ve bekliyorlardı. O sırada Bilal HabeÅŸi Hazretlerinin sesi gibi gayet latif bir ses:

─Mahmut oÄŸlu Abdullah Gürbüz! Seni, Rahmetel-lil Âlemin çağırıyor, dediler.

Hemen koÅŸtum. Rasulullah (sav) Efendimizin kürsüsünün önüne geldim. Rasulullah (sav) Efendimiz, mübarek parmağındaki mührü önünde duran, nurdan kehribar sarısı bir kâğıda bastı. Sonra bir baÅŸka ufak sarı mührü de o icazete basarak;

─ Bunu mu istiyordun, oÄŸlum? dedi.

Allah’ın Resulü, bana ; “oÄŸlum” dedi diye düÅŸündüm ve bu esnada bende acayip haller oldu. Cesedim yerinde fakat ruhum kâinatta zerre zerre kayboldu. Rasulullah (sav) Efendimiz, tekrar:

─Bunu mu istiyordun, oÄŸlum? deyince, ruhum toparlandı ve tekrar cesedimin içine girdi.

─OÄŸlum Abdullah! Ledün ilmi istiyorsun. Fakat ledün ilmi bir anda verilmez. Allah (cc) tedrici tedrici, lazım oldukça kalbe ilham eder. Seni filan mebusun karşısında konuÅŸturan kimdi? Filan baÅŸvekile cevap verdiren kimdi? Filan âlime cevap verdiren kimdi? Kalpler ancak Allah’ın elindedir, sen ancak tebliÄŸ edicisin! Ümmetimi irÅŸad et, evladım! diye buyurdular.

O sırada Piran Efendilerimiz de gelip kâğıda mühürlerini vurdular ve beni tebrik ettiler. Sonra benim önüme büyükçe bir ayna getirildi. Aynanın sağında sıra sıra erkekler ve sol tarafında sıra sıra nisalar (hanımlar)ABDULLAH BABA, ABDULLAH BABAdiye ismimi zikrederek geçiyorlardı. Hatta annesinin karnındaki cenin dahi böyle diyordu. Bunların kimi ÅŸiirler okuyor, kimi aÄŸlayıp sızlanıyordu.Peygamber (sav)’e sordum:

─Ya Rasulullah, bu insanlar kimdir?

─Bu insanlar, sana tabi olacak derviÅŸlerindir, buyurdu

─Ya Rasulullah! Bu insanlara nasıl yetiÅŸeyim ve nerede bulayım, diye tekrar sordum.

─Bazıları, senin ayağına gelecek, bazen de sen onların ayağına gideceksin. Hakkı ve sabrı tavsiye et. Kalpler Allah’ın elindedir, buyurdu ve künyemi; “Hadim-ül Fukara” koydu.

─Seni sevenler meczup olacaklar, buyurdu.

Ben hemen;

─Aman! Ben meczub istemem, Ya Rasulullah! dedim.

─Senin derviÅŸlerin akıllı meczub olacak, diye cevap verdi.

Böylece rüyadan uyandım. Terden sırılsıklam olmuÅŸtum ve bütün vücudum Allah’ı zikrediyordu.

Cuma sabahı, vakit geçirmeden Åžems ve Mevlana Hazretlerini ziyaret etmek için Konya’ya gittim. Cuma namazını, Åžems camiinde kıldım. Namazı kıldıran imam Efendi; Kısa sakallı, ufak boylu, buÄŸday benizli bir ÅŸahıstı. Benimle musafaha edip:

─Efendim, sizi tebrik ederim! Dün gece verilen manevi göreviniz hayırlı olsun, buyurun sizi misafir edeyim, dedi.

NevÅŸehir’e dönmem gerektiÄŸini söyleyip oradan ayrıldım.O gün, Sivas’ın zakiri Hafız Ali Efendi de Konya’daymış. AkÅŸama NevÅŸehir’e geldi, kendisini misafir ettik.

Cumartesi akÅŸamı bütün arkadaÅŸlar dergâhta toplandı. Ben de onlara hitaben:

─ ArkadaÅŸlar! Dün bize manevi vazife verildi. Rüyasında görenlerin üstadıyım, görmeyenlerin hiçbir ÅŸeyi deÄŸilim! dedim.

Hafız Ali Efendi, Efendi Hazretlerinden müsaade ister ve ÅŸöyle söyler:

“Üstadım Çorumlu Hacı Mustafa Efendi daha hayattayken:

─Evladım, benden sonra gidip Abdullah Efendi’ye baÄŸlanacaksın. Hafızlığına güvenip, maÄŸrurlanma. Abdullah Efendi baÅŸlı başına bir üstaddır. EÄŸer seni Allah’a vuslat edemezse, o zaman benim yakama yapış..! diyerek, bana iÅŸarette bulunmuÅŸtu. Fakat nefsim bunu kabullenemediÄŸinden, bu güne kadar gelemedim.

Dün Konya’ya Mevlana Hazretleri’ni ziyarete gitmiÅŸtim. 

Mevlana Hazretleri bana:

─Niçin, Çorumlu Hacı Mustafa Efendinin, vasiyetini yerine getirmiyorsun? Hemen NevÅŸehir’e gideceksin, Abdullah Baba’ya ilk baÄŸlanan sen olacaksın ve gerçekleri açıklayacaksın, diye sitem etti.

Mevlana Hz.lerinin bu ikazından sonra doÄŸruca NevÅŸehir’e gelerek;

─Ne olur Efendim! Beni derviÅŸliÄŸe kabul edin, dedim”

Böylece Hafız Ali Efendi ilk ders alan kiÅŸi olur.

Âşıkların sultanı, Asrımızın Mevlana’sı, Hadim-ül Fukara Abdullah Baba (ks) Hz.leri bu ilahi vazifeyi aldıktan sonra geçen ondokuz yıllık ömrü mübarekelerini bu ÅŸerefli görevi layıkı ile yerine getirmek için gece gündüz, yaz kış, uzak yakın demeden, Ümmeti Muhammedi irÅŸad için adamıştır. Hayatı boyunca en büyük gayesi Allah ve Resulünü insanlara sevdirmek, hak ve hakikatı tebliÄŸ etmekti. Maruz kaldığı çile ve meÅŸakkatlere göÄŸüs gererek, bu kutlu vazifeyi sürdürdü. Çünkü O’nun yaptığı davet, ilahi bir davet idi. Ve bu davete, o gün için birkaç kiÅŸi tâbi olduysa da verdiÄŸi mücadele sonucunda bugün, elhamdülillah, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında onbinlerce müridi olmuÅŸtur. O’nun gösterdiÄŸi irÅŸat metotlarını uygulayarak, hiç kesilmeden ve artarak devam eden himmeti ve feyz ile bu mübarek yolda hizmet etmeye devam etmektedirler…