Sayfa Yükleniyor

Zikir

 Zikir; ıstılahta kelime olarak ezberleme, anma, anımsama, hatırlama, söylenmesi tavsiye edilen hamd, sena ve dua anlamlarında kullanılır.

          Tasavvuf ıstılahında çok geniş yer tutan zikir, Allah-u Teâlâ’nın yüceliğini dile getirmek ve manevi olgunluğa ulaşmak gayesiyle belli bir isim ya da sözcükleri tekrarlamaktır.

            Yüce Allah’ın (cc) bilinen güzel isimleri ve tevhid-i şerifle yapılan zikir, “zekere” fiilinin mastarıdır. Aslı zikir’dir. Türkçe de zikir şeklinde kullanılır. “Zükr” kelimesi ile aynı anlamdadır. Çoğulu “ezkar” ve “zükür” olarak gelir. Zikra kelimesi de, zikrin mübalağası olup çok zikretmek demektir. Zikir aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kitabımız Yüce Kur’an da üç yüz’e yakın yerde geçmektedir

            Allah-ü Teâlâ Hz.leri, Kuran’ı Kerim’in birçok ayetinde, kendisini zikretmemizi bize emretmiştir. Cenab-ı Hakk’ın beyan olunan bu emirleri ayetlerinde şu şekilde zikredilmektedir:

            Allah (cc) Hz.leri buyuruyor ki;

            “Ey İnananlar! Allah (cc) Hz.lerini türlü tesbihler çekerek çok zikrediniz ve O’nu (cc) sabah akşam tesbih ediniz. Zira o sizi karanlıklardan nura çıkarandır.”(Ahzab /41,42)

            “Rabbinin ismini sabah ve akşam zikret habibim. Allah’ın (cc) zikrine bütün vakitlerde devam et.”(İnsan / 25)

            “Allah’ı (cc) çok zikredin, taki umduğunuza kavuşasınız.”  (Cuma – 10)

            “Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” (Bakara /152) buyurmuştur.

            Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri, kendisini Allah-ü Teâlâ’ ya adayan, O’nu her zaman ve her yerde zikreden, aynı zamanda insanların da zikretmesine vesile olan müstesna bir şahsiyetti. Kendisi, Allahü Teâlâ Hz.lerini zikretmenin en büyük ibadet olduğunu söyler, bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için gerek yüce Kuran’a, gerekse Rasulullah Efendimizin hadis-i şeriflerine müracaat edilmesi gerektiğini bizlere anlatırdı.

            Kur’an-ı Kerim ve hadislerde, zikrin faziletlerinden sıkça bahsedilmesine rağmen, günümüzdeki insanların zikrin hikmetini tam olarak idrak edemedikleri için zikrullahtan uzak kalmışlar ya da gerek görmeyerek kendilerini zikirden alıkoymuşlardır..!

           

 

CEHRİ ZİKİR – HAFİ ZİKİR

 

            Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri’ne vasıl olmanın iki yolu olduğunu; bu yollardan birisi “Hafi zikir”, diğerinin ise “Cehri zikir” olduğunu söyler. İki şekilde yapılan zikrullahı, şöyle ifade etmişlerdir;

            “Peygamber (sav) Hazretleri, Mekke’den, Medine’ye hicret ederlerken, Sevr Mağarası’na müşrikleri aldatma maksadıyla sığındıklarında, yanında yol arkadaşı, can dostu olan Ebubekir Sıddık (ra) vardı. Ebubekir Sıddık (ra) Efendimiz mağara içerisinde, müşriklerin Rasulullah Efendimize zarar vereceği endişesiyle, korkuya kapılmıştı. Onun bu halini gören Sevgili Peygamberimiz:

            ─Korkma Ya Ebubekir.! Dilini damağına yapıştır. “La İlahe İllallah” de. Üzülme! Allah (cc) Habir ismi şerifi ile haberdardır. Basir ismi şerifi ile bizi görür. Bize bizden yakın olan o’dur. (Veli ismi şerifi ile dostlarına yardım edendir. Âlim ismi şerifi ile bilendir. Semi’ ismi şerifi ile işitendir. Selam ismi şerifi ile selamete ulaştırandır....) Sen dediğimi yap, buyurdu.

            Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra) Efendimiz dilini damağına yapıştırarak, bir nefeste yirmi bir defa “La İlahe İllallah” kelime-i tevhidi zikredince, üzerindeki korku geçti. Ve kalp aynası açıldı. Hafi zikri, Peygamber (sav) Efendimiz bu şekilde Ebubekir Efendimize telkin etmiş oldu.

            Diğer bir Hadis-i Şerifte:

            Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra.) ’ın komşusu bir gün Peygamber (sav) Efendimize gelerek;

            ─Ya Rasulullah, Ebubekir’in evinden ciğer kokuları geliyor. Komşusu olduğum ve kaç gündür aç olduğum halde bize ikram etmedi, diye söyler..

            Bunun üzerine Peygamber (sav) Hazretleri kalkar ve Ebubekir-i Sıdık (ra)’ın evine gelir. Fakat evin içerisinde yiyecek hiçbir şey yoktur.

            Ebubekir Sıddık (ra) Hazretleri, Rasulullah (sav) Efendimize:

            ─Buyur, Ya Rasulullah! Anam, babam sana feda olsun! Sizi buraya getiren sebep nedir? diye sorar.

            ─Ya Ebubekir! Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir. Komşun, senin ciğer yediğini söylüyor. Evinden ciğer kokuları geliyormuş ve sen ona ikram etmemişsin. Bu doğru mu?

            ─Ya Rasulallah! Hâlim Allah-u Teâlâ Hazretlerine ve size malumdur. Ben günlerdir ağzıma bir şey koymadım! Sadece Allah’ı zikrediyordum! dedi ve dilini damağına yapıştırıp; “La İlahe İllallah” demeye başladı.

            Biraz sonra evin içerisinde ciğer kokusu gibi bir koku meydana geldi. Peygamber (sav) Hazretleri, Hz. Ebubekir’in komşusuna dönerek:

            ─Bahsettiğin koku bu muydu? diye sordu.

            O da:

            ─Evet, Ya Rasulallah! Bu kokuydu. Ben anlayamadım. Allah’ım beni affetsin! Sen de affet! Meğerse Ebubekir’in ciğeri Allah aşkından püryan olmuş, gelen koku buymuş, dedi.

            Ebubekir Sıddık (ra) Hazretleri, Serveri Kâinat Efendimize:

            ─Ya Rasulullah! Hafi zikre devam ettikçe, bende acayip garaip haller oldu. Nereye baksam sizi görüyorum. Hacete gitmeye dahi utanıyorum. Zevcemle münasebete bile hayâ ediyorum. Bundan dolayı çok mahcubum. Bunda bir hata var mı? diye sordu.

            Peygamber (sav) Hazretleri:

            ─Hayır, Ya Ebubekir! “Fenafir-Resül” makamına gelmişsin, dedi.

            Ebubekir Sıddık Hazretlerinin yapmış olduğu esmaları değiştirdi ve Hazreti Ebubekir Fenafillâh makamına geldi. O makama ulaştığında;

            ─Ya Rabbi! Ne olur benim bedenimi öyle büyüt ki; “La İlahe İllallah Muhammedun Resülullah” diyen hiçbir mü’min cehenneme girmesin, diye dua etti.

            İşte Peygamber (sav) Hazretlerinin terbiyesi altında hafi zikir yapan o mübarek sahabe Allah-ü Teâlâ Hazretlerine vasıl oldu.

           “Bunlar (hidayete ulaşan kişiler) iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah ı zikretmekle huzur bulur.” (Rad /28)

           

Cenabı Zülcelâl Hazretlerine vasıl olmanın ikinci yolu ise; Cehri zikir ile olur.

            Hz. Ali (ra) Efendimiz, bir gün Rasulullah (sav) Hazretlerinin hane-i saadetlerine gelir.

            ─Ya Rasulullah! Allah’a varan yolların en kısa olanını, kullarına en kolay gelenini, nezdinde en üstün olanını bana bildir” diye istekte bulunmuş. Bunun üzerine Peygamber (sav) Hazretleri:

            ─Ya Ali! Ben ve benden önceki Peygamberlerin söylediği sözlerin en kabule şayanı; “La İlahe İllallah”, Kelime-i Tevhid’tir. Yedi kat yer ile yedi kat gök terazinin bir kefesine konsa , “La İlahe İllallah” Kelime-i Tevhid de diğer kefesine konsa “La İlahe İllallah” hepsinden ağır gelir, buyurdu.

            Hz. Ali (ra) Hazretleri:

            ─Ya Rasulullah, Allah’ı nasıl zikredeyim?

            Hz. Peygamber (sav) Hazretleri:

            ─Ya Ali! Dizini dizime daya. Alnını da alnıma koy. Gözlerini kapa ve üç defa söyleyeceğimi dinle. Sonra sende üç defa söyle, ben dinleyeyim.

            Akabinde, Peygamberimiz gözünü yumup, yüksek bir sesle, üç kere “La İlahe İllallah” dedi. Hz. Ali (ra) Efendimizde dinledi.

            Hz. Ali (ra) Efendimiz gözünü yumup, sesini yükselterek üç defa “La İlahe İllallah” dedi.

            Bu şekilde Peygamber (sav) Hazretleri, Hz. Ali (ra) Efendimize cehri zikri telkin etti. (El İnayetür-Rabbaniye)

            Mekke Fethi’nde, Kâbe’nin içerisindeki putları sahabeler yıkmaya başladılar. O anda Hz. Ali (ra) Efendimiz, Peygamber (sav) Hazretlerinin yanına gelerek;

            ─Ya Rasulallah! İçerideki Lat ve Uzza putları çok ağır ve yüksek yapılmış, omzuma çıkın da, yıkalım, dedi.

            Peygamber (sav) Hazretleri:

            ─Ya Ali! Bende nübüvvet mührü var. Benim ağırlığımı küre-i arz zor tartıyor. Sen beni taşıyamazsın. Onun için, sen benim omzuma çık, buyurdular.

            Hz. Ali (ra) Efendimiz:

            ─Aman, Ya Rasulullah! Sizin omzunuza çıkmaya, hayâ ederim! dedi.

            Peygamber (sav) Efendimiz, tekrar:

            ─Çık Ya Ali, deyince

            Hz. Ali Efendimiz:

            ─Affet Ya Rabbi!, diyerek, Rasulullah (sav) Hazretlerinin mübarek omuzlarına çıktılar. Put çok ağır ve yüksek olduğundan, Hz. Ali Efendimiz putu iterken dengesini bir an kaybedip aşağıya bakınca, Rasullulah Efendimiz de kendisine baktığını gördü. O anda Hz. Ali (ra) Efendimiz on sekiz bin âlemde Peygamber (sav) Hazretleri’nin cemalini gördü ve Fenafir Resül makamına ulaştı.

            Peygamber (sav) Hazretlerinin terbiyesi altında cehri zikre devam eden, Hz. Ali (ra) Efendimiz de, en sonunda fenafillâh makamına geldi. Ve bu makamda;

            “Ben görmediğim Rabbime iman etmem”, buyurdu.

            Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin zatında değil, sıfatlarında fani oldu. Hz. Ali  ya da O’nun gibi gerçek, samimi bir şekilde Hakk’a vasıl olup, teslim olan tüm müminlere, bakınız, Yüce Kur’an nasıl müjdelemektedir:

            “Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahmandan korkan kimseleri uyarabilirsin. İşte böylesini mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.”(Yasin / 11)

            Cehri olsun, hafi olsun, ferden olsun, cemaatle olsun; Allah’ı zikir caizdir. Aynı zamanda pek kuvvetli bir sünnettir. Her kişinin ömründe en az bir defa “La İlahe İlallah Muhammedür Rasulullah” demesi ve yüksek sesle söylemesi farzdır.

            Hafi ve cehri zikrin ilk öğreticisi Peygamber (sav) Efendimizdir. Rasulullah Efendimiz, hem hafi hem de cehri zikri bizzat yapmış ve sahabelerine de tavsiye edip, yaptırmıştır.

            Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri, bu konuyla alâkalı yukarıda detaylı bir şekilde, sahabe hayatından örnekler vererek bizleri aydınlattılar. (Allah Makamlarını Ali kılsın. Âmin!) Biz de, bu konuyla ilgili bazı ayet, hadis ve fetvalardan bir nebze sizlere aktarmak istedik.

            Cehri Zikir ile ilgili Cenabı Zülcelal Hz.leri:

            “Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı (bağırarak) zikrettiğiniz gibi, hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı zikredin” (Bakara / 200) buyurmaktadır.

            El-Esas Fit-Tefsir’de Said Havva merhum şöyle diyor:

            “Kurban Bayramı ve teşrik günlerinin (Arefe ve Kurban Bayramının dördüncü gününün) özelliklerinden birisi de; hac farizasını eda edenlerle, etmeyenlerin (yani bütün Müslümanların) toplu olarak cehri (yüksek sesli) bir şekilde tekbir ile Allah’ı zikretmeleridir. Hz. Ömer(ra)’ın Hacda bulunanlarla adeta Mina tekbirlerle sallanırcasına beraber tekbir getirdikleri sabittir.(İsmail Hakkı Bursevi – C.1,S.531)

            Âraf Suresi 205. Ayetinde geçen;

           “Kendi kendine yalvararak, ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an, gafillerden olma”     emrini delil gösterenler; bu ayete göre cehri zikrin uygun olmadığı görüşünü ileri sürmektedirler. Bu son derece yanlıştır. Zira bütün müfessirlerin ortak görüşüne göre bu ayet, Mekke’de zulmün en şiddetli olduğu devirde inmiştir. Açıktan, Ben Müslüman’ım diyenlerin en ağır işkencelere uğradıkları bir zamanda, Rabbimiz gizli zikri tavsiye etmiştir. Fakat ne zaman ki Medine’de İslam devleti kurulup, hürriyet sağlanmış, işte o vakit cehri zikir de pek çok misali ile tatbik oluna gelmiştir. Müfessirlerin ortak görüşüne göre ayetin; “Yüksek olmayan bir sesle an” kısmının, yüksek sesle zikretmenin mahzurlu olduğu anlamına gelmeyeceği hususunda fikir birliği etmişlerdir. Nasıl ki; “İhramdan çıkınca avlanın” ayetinde, ihramdan çıkan kişinin avlanması farz kılınmıyorsa! Bundan dolayı vuslatta esas olan usuldür.

        Şimdi de Rasulullah (sav) ın ve O’nun ashabının cehri zikir yaptıklarına dair bazı rivayetleri nakledelim:

            Hadis kitaplarının en sahihi olan Buhari’den naklediyoruz.

            İbni Abbas (ra) şöyle buyurmuştur:

“İnsanların farz namazlarından çıktıktan sonra yüksek sesle zikretmesi; ta, Hz. Peygamber (sav) zamanında vardı. Hatta ben namazın bittiğini onların sesini duyunca anlardım.” (Buhari)

            Yine bir başka Hadisi Şerifte Ya’la Bin Şeddad diyor ki:

            “Babam Şeddad bin evs şu hadisi anlattığı sırada, yine sahabelerden Ubade bin Samit (ra)’de orada bulunuyor ve tasdik ediyordu. Babam şöyle diyordu:

            “Bir gün yanında oturduğumuz bir sırada, Hz. Peygamber (sav) ehli kitabı (yani Yahudi ve Hıristiyanları kastederek)

            ─İçinizde yabancı kimse var mıdır? buyurdular.

            ─Hayır, dedik.

            ─Bunun üzerine kapının kapatılmasını emrettiler ve sonra da;

            ─Ellerinizi kaldırınız ve “La İlahe İllallah” deyiniz, buyurdular.

            Bizde ellerimizi kaldırdık ve uzun bir müddet “La İlahe İllallah” diyerek zikrettik. Sonunda Hz. Peygamber (sav) şöyle dua etti:

       ─Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun. Ey Rabbim! Sen beni bu kelime ile gönderdin ve bu kelimenin karşılığında cenneti vaat ettin. Sen vaadinden dönmezsin, buyurdular.

            Sonrada Hz. Peygamber (sav) bize dönüp:

            “Sizi müjdelerim, Allah hepinizi affetti” buyurdular. (Hayatüs-sahabe)

          Bu konuda daha pek çok hadis-i şerif zikredebiliriz. Ancak mevzunun anlaşılması için yeterli olduğunu düşünüyoruz.

          İşte cehri zikir ve hafi zikrin hak oluşunu ve Allah-ü Teâlâ Hazretlerine vasıl olabilmenin metotlarını, Hz. Peygamber (sav) Sahabe-i Kiram’a, onların durumlarını gözeterek kendilerine cehri zikri ya da hafi zikri telkin etmişlerdir.

           Cehri zikrin veya hafi zikrin birbirine karşı herhangi bir üstünlüğü yoktur.

            Şimdi de âlimlerimizin konuyla alakalı fetvalarından nakiller yapalım. Bu mesele üzerindeki şüphe ve tereddüt karanlığı, zikir nuru ile kaybolsun.

            İbn-i Abidin’de şöyle deniliyor:

            Sesli zikrin efdal olduğunu belirten hadisler vardır. Mesela; “Her kim beni cemaat içinde anarsa, ben kendisini daha hayırlı bir cemaat içerisinde anarım”, buyrulmuştur.(Buhari)

            Bununla beraber gizli zikrin efdal olduğunu beyan eden hadisler de vardır. Bu iki tür hadislerin anlaşılması şu şekilde olmalıdır: Sesli ve sessiz zikrin ikisi de efdaldir. Ancak bunu uygulayanların haline ve bulunduğu vakte göre değişir.

            Nitekim namazda gizli ve aşikâr olmayı gerektiren hadislerin anlaşılması bu şekilde olmuştur.

          Zikrin hayırlısı gizli olanıdır. Cehri olanı da buna aykırı değildir. Çünkü bu hadis; riyadan korkulduğu, uyuyanlar uyandığı, yahut namaz kılanlar rahatsız olduğu zamana mahsustur.

          Böyle bir durum yoksa âlimler sesli zikrin efdal olduğunu söylemişlerdir. Zira bunda amel daha çoktur. Dinleyenlere de faydası dokunur. Zikreden şahsın kalbini uyandırır, onu düşünmeye sevk eder. Uykusunu düzenler ve neşesini artırır… Meselenin tamamı Fetavayi-Hayriyye’dedir.

            Hamevi Haşiyesi’nde İmam Şarani’den naklen şöyle denilmektedir:

            Gelmiş geçmiş bütün ulema cemaat halinde zikrin, mescitlerde ve diğer yerlerde müstehap olduğunda ittifak etmişlerdir. Meğerki onların aşikâr zikri uyuyan veya namaz kılan yahut Kur’an okuyan bir kimseyi rahatsız etmemiş ola…(İbn-i Abidin)

            Yine aynı kitapta; Cehri zikri hoş karşılamayan bir kaç fetva nakledildikten sonra şöyle deniyor. “Bu mesele (sesli zikir meselesi) Hayriyede yazılmış ve kadıların fetvasındaki (cehri zikir men eden hüküm) zarar verici sesli zikre hamd edilmiştir”, demiş ve şunu eklemiştir.

             Bu konuda bir takım hadisler sesli zikri emreder. Bazı hadisler de vardır ki gizli zikri gerektirir. Bu iki grup hadisin arasını şöyle bulmak mümkündür; Yani bu meselede hüküm şahısların ve hallerin değişmesiyle değişir. Riyadan korkulduğu, namaz kılanlar eziyet görecekler ve uyuyanlar rahatsız olacaklar diye korkulduğu vakit gizlice söylemek efdaldir. Eğer bu engeller yoksa sesli söylemek daha efdaldir. Çünkü sesli söylemek daha fazla ameli gerektirir. Bir de onun faydası onu dinleyenlere sirayet eder. Zikredenin kalbi uyanır, gayreti tamamen (Hakkı) düşünceye yönelir. Benliğini tamamen zikre verir. Uykusu açılır ve neşesi daha da artar.”

            Cehri zikir ile meşgul olan sahabeler; Hz. Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Ebu Musa, Enes bin Malik, Ebu Hureyre, Abdullah Zülbacedeyn (ra) ile hafi zikir ile meşgul olan Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Selman-ül Farisi, İbni Mesud, Ebu Derda (ra) Sahabe-i Kiram Efendilerimiz her iki yolda da Allah’a vuslat yolunu bulmuşlar, tabiine öğretmişler, kendileri de bizzat tatbik etmişler ve bizlere kadar ulaşmıştır.

Hafi ve cehri zikir hakkında ayeti kerimeler Kuran’da pek çok yerde kayıtlıdır.

          Bundan dolayı Mürşid-i Kâmil olan zât, dervişinin durumuna göre cehri zikri veya hafi zikri telkin eder. Derviş kabiliyeti, samimiyeti, muhabbeti, çalışması nispetinde yol alır.

        İnşallah hafi ve cehri zikir meselesi bir nebze olsun aydınlatılmış, bu konu hakkındaki şüpheler giderilmiş ve Allah-u Teâlâ’nın zikri teşvik olunmuştur.

            Konulara daha çok vakıf olunması açısından Allah’ı zikir hakkında birkaç Ayet-i Kerime aktarmamız uygun olacaktır:

      “(Resulüm) Sana vahyedilen, kitabı oku ve namaz kıl. Muhakkak ki namaz kötülüklerden alı kor! Allah’ı zikir elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilir.” (Ankebut / 45)

       “Şeytan onları (münafıkları) etkisi altına aldı da, Allah’ı zikretmeyi unutturdu. İşte onlar (zikirden uzak münafıklar) şeytanın yandaşlarıdır.” (Mücadele /19)

       “İman edenlerin, Allah’ı zikir ve Hak’dan inen Kur’an sebebiyle ürperme zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi (zikrullahı terk edici) olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de, kalpleri katılaştı. Onların birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid /16)

       “Namazı bitirince de ayakta, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz! Sen, bunu boşu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Ali İmran /191)