Sayfa Yükleniyor

Doğumu

Doğumu
 

 

 

İslam âleminin ve tasavvuf yolunun müstesna bir ferdi, ilim, irfan, edep, tevazu, aşk ve vecd hali ile İslam’ın rahmet kapılarını insanlığa açan, Kadir-i, Rufai, Bedevi, Dussûki, Şazeli, Nakşibendî, Bayram-i, Bektaş-i, Mevlevi Üstadı Hadim-ül Fukara Nevşehirli Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri 5 Nisan 1933, Hicri Zilhiccenin 9’u 1351 yılında Nevşehir ilinin Herikli Mahallesinde dünyayı şereflendirmiştir.

Abdullah Gürbüz (ks) Hz.lerinin Lakapları, Mahlasları

Adı Abdullah, soyadı Gürbüz’dür. Hadim-ül Fukara (fakirlerin hizmetçisi) ve Baba lakabı ile anılır. Hadim-ül Fukara (Fakirlerin Hizmetçisi) mahlasını alması O’nun Peygamber (sav) Efendimize bağlılığından gelmektedir.

Abdullah Baba (ks) bu konuyla ilgili şunları anlatmıştır:

Peygamber (sav) Hz.leri, iman ehli olan fakirlere hizmet ederdi. Onların davetlerine icabet eder, ikramlarını geri çevirmez, onlarla sohbet etmekten zevk alırdı. Bir gün Peygamber (sav) Efendimiz sahabelerine bir ikram sırasında hizmette bulunurken, uzaklardan gelen bir atlı yanlarına yaklaşarak, şöyle dedi: 

─ Bu Kavmin Efendisi kim? O’nu arıyorum.

Efendimiz (sav) bu soruya, o anda sahabelerine hizmet etmekte olduğundan, asırlar boyunca yankılanacak ve aynı zamanda atlı adama cevap niteliği taşıyan şu sözlerle mukabele etti:

─ Bir kavmin Efendisi, ona hizmet edendir.

Kendisine Risalet verildiği ilk dönemlerde Efendimiz(sav)’e iman eden kişilerin yaşı on beş ve yirmi beş arasındaki gençlerden olup hepsi de fakir insanlardı. Onlarla oturur, sohbet eder; dertleri ile dertlenirdi. 

Enes bin Malik (ra) Hz.leri, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem`in: 

“Eğer ben bir koyun paçası ziyafetine çağırılsam, muhakkak icabet ederdim. Yine bana bir paça hediye edilse, onu da muhakkak kabul ederdim” (Buhari) buyurduğunu rivayet etmiştir. 

Yine Enes Bin Malik (ra) Hz.lerinden naklen Rasulullah (sav) in şöyle buyurduğunu anlattı;

“Herkesin bir sanatı vardır. Benim sanatım da fakirlik ve cihattır. Bunları seven, beni sevmiş olur. Bunlara buğz eden bana buğz etmiş olur” (Buhari).

Müslüman’a yakışan, kendisi zengin olsa dahi, fakirlik hallerini ve fakirleri sevmektir. Çünkü fakirleri sevmek Rasulullah’ı sevmektir.

Nitekim Allah-ü Teâla Hz.leri Rasulüne;

“Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte sabret” (Kehf /28) buyurmuşlardır.

Bunun daha açık tefsiri şudur;

“Nefislerini ibadet için tutanlarla beraber sen de tut”. Bu ayeti kerimenin nüzul sebebi şöyle anlatıldı:

Uyeyne b. Hasen Fezari, bir gün Rasullulah’ın huzuruna geldi. Bu zât kavminin reisi idi. Bu sırada Rasulullah (sav)’ın huzurunda ashabın fakirlerinden Selman Farisi, Suheyb b. Sinan Rumi, Bilal b. Hemmame Habeşi ve diğerleri vardı. Eski elbiseler giymişlerdi. O elbiseler içinde terliyorlardı.

Uyeyne, Rasullulah’a şöyle dedi:

“Bizim şerefimiz var. Sana geleceğimiz zaman, bunları buradan çıkar. Bunların durumu bizi üzmektedir. Bizim için ayrı bir meclis kur.”

Allah-u Teâlâ, onları meclisten çıkarmayı nehyetti. Ayet-i kerime nazil oldu;

“Nefsini, şu kimselerle tut: Onlar akşam sabah Rablerine dua eder, O’nun rızasını dilerler. Dünya ziynetini dileyip, gözlerini onlardan ayırma. Sonra kalbini zikrimden aldığım kimseye itaat etme. Çünkü o hevai arzusuna uymuştur. Onun işi, boşa gitmiştir.”(Kehf /28)

Bu hadiseden sonra Peygamber (sav) Hz.leri o kişiye dönüp;

“El-Fakru Fahri” (Fakirlik benim iftiharımdır)diyerek övünmüştür. 

Rasulullah (sav)’in şu şekilde dua ettiği rivayet olunur:

“Allah’ım beni fakir olarak öldür, zengin olarak değil. Ve beni kıyamet günü fakirlerle beraber haşret !”(Kütüb-ü Sitte)

Sahabeden Abdullah b. Ömer, Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu anlatır;

“Halkın, Allah’a en sevgilileri fakirlerdir. Çünkü Allah’ın en çok sevdikleri, peygamberler olduğu halde onları da fakirlerden eyledi.”

Bizde;

Hz. Muhammed (sav)'in yolunda fakirlerin hizmetçisiyiz. Yani, “Hadim-ül Fukarayız” buyurdular.

Baba lakabı ise, Peygamber Efendimiz (sav)’in:

“Ben size ancak baba yerindeyim, size gerekenleri öğretirim” (Davud) buyurduğu gibi,Mürşid-i Kamil zâtlar da peygamber varisi olmaları sebebi ile bütün insanları evlatları görerek onları kurtarmaya çalışmasından, maddi ve manevi sıkıntılarına çare bulmasından, onlara şefkatli yaklaşmalarından, affedici özelliklerinden, yumuşak davranmalarından dolayı “baba” lakabı almışlardır. 

Allah-ü Teâlâ Hz.leri;

“Allah’ın rahmetinden dolayı Ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile. İş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.” (Al-i İmran /159) buyruğu ile insanlara yaklaşan Peygamber (sav) Efendimiz gibi, onun varisi olan Mürşid-i Kamiller de aynı şekilde muamele ederler. 

Abdullah Baba (ks) bir sohbetinde;

“Baba” hitabı, sevgiden ileri gelir. İnsan babasına sevgi duyar, bağlanır. Öz babasına bağlandığı gibi… Öz babası onun bu dünyada yiyeceğini, içeceğini ve korunmasını sağlar. Evlendiği kızın babası da dinen babasıdır. (Bu ayetle sabittir.) 

Bir de ilim öğrendiği kişi babası gibidir. Herkese “Baba” unvanı verilmez. Kimisi şeyh, kimisi mürşid, kimisi Efendi diye adlandırılır. Bizim babalığımız yani “Manevi Babalık” başkadır. Evladım! Manen daraldığınızda “Baba” diye himmet isterseniz; tesiri daha çabuk olur. Zira bize maneviyatta “BABA” lakabı verilmiştir. 

Dervişlerimizden Peygamber Efendimizi rüyasında görenlere, Peygamber Efendimiz:

“Manevi Babanız Abdullah Efendi’dir”, demiştir.

Ayrıca Rasulullah (sav) Hz.leri kölesi Zeyd’e;

“Bu benim manevi evladımdır”, demiştir. Yani manevi evlatlık ve manevi babalığı Resulullah (sav) Efendimiz de tasvip etmiştir.

Meşayıh-ı Kiram’dan “Baba” lakabı ile tanınan Somuncu Baba, Kuddusi Baba, İrşad-i Baba, Bilal Baba, Baba Semmasi Hz.leri gibi daha pek çok mübarek zâtlar vardır.

 Nesebi – Soyu

 Abdullah Baba’nın (ks) anne tarafından soyu dört koldan gelmektedir. Mübarek valideleri Feride Hanım ve onun annesi, onun da annesi, Hz. Hasan Efendimizin soyundan gelmiştir. Anne tarafından dedesi de Hz. Hüseyin Efendimizin soyundan gelmiştir. Üstadımızın güzel nesebi hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin Efendimizin soyundan geldiği için; aynı zamanda Ebu’l Alemeyn (çift sancaklı) diyerek de anılır. Bu iki şecerenin bir araya gelişi şöyle olmuştur;

Efendi Hazretlerinin anne tarafından dedesi olan zât bir müddet Bağdat’ta ikamet etmiş. Daha sonra Bağdat’tan Kayseri’nin Baş Köyüne, oradan da Niğde Sofular’a ve nihayetinde Nenezik Köyüne yerleşmişler. Burada Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri’nin muhterem valideleri Feride Hanım'ın Hz. Hasan Efendimizin soyundan gelen ninesi ile Hz. Hüseyin Efendimizin soyundan gelen dedesi bu şecerelerini birleştirerek orada evlenmişlerdir.

Yani Efendi Hazretlerinin annesinin dedesi ve ninesin de hem seyyidlik, hem de şeriflik bulunmaktadır. Zira eskiden seyyidlik şeceresi olurdu. Bu şeceresi olan kadın evleneceği erkekte de bu şecereyi arar ve bu şekilde iki şecere birleşir. Rasulullah (sav) Efendimiz’in nuru ziyade olurdu. Ancak, daha sonraları bu şecerelere gerekli ihtimam ve titizlik gösterilmediği için dikkat edilmez oldu. 

Baba tarafı ise; Türkistan tarafından gelmişlerdir. Babasının babası yani dedesi yedi kardeş olup, oldukça zengin, dört katar develeri olan bir aile idiler. Türkistan’dan Anadolu’ya gelme kararı verirler ve ilk olarak Van iline yerleşirler. Oradan Erzurum’a ve daha sonra Kayseri’ye gelirler. Fakat bu hicretleri sırasında ilahi hikmet gereği, her kaldıkları ilde bir kardeşleri vefat eder. Böylece bir erkek ve bir kız kardeş kalmışlar ve onlar da Nevşehir’in Gülşehir ilçesine yerleşmişlerdir. Maddi durumları oldukça iyi olduğu için, Osmanlı Devleti kendilerine o yörede bir köy tahsis etmiştir. Onlar da köyün ismini develeri çok olduğu için, “Cemel” koyarlar. (Deveciler Köyü anlamındadır.) 

Abdullah Baba’nın dedesi, Hacı Mehmet Mertler uşağı Ahmet Dede, halk tarafından sevilen, saygı duyulan, değerli bir insandı. Gücü ve kuvveti ile de o yörede nam salmış bir zât idi. Kendisi Balkan Harbine katılmış ve o savaşta şehit düşmüştür. 

Keif yolundan bildirildiğine göre, Abdullah Baba (ks) Hz.leri, Emir Sultan Hazretlerinin ve Ahmet Yesevi Hz.lerinin kendisini maneviyatta “torunum” diye sevdiklerini bize nakletmiştir.

 Anne ve Babası

 Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin babası Nevşehir eşrafından (Gübbasanoğulları) lakabıyla tanınan Mahmut Efendi’dir. Nevşehir’de saygın, hatırı sayılır esnaflardan biri idi. Muhterem valideleri ise; Allah yolunda mücadele eden takva, edep ve güzel ahlakı ile örnek olan, insanlara nasihat eden, cenaze yıkayan, kadınlara sohbet veren, aynı zamanda tasavvuf yolunda Çekiçlerli Hacı Ahmet Baba ismindeki zâtın Nevşehir zakiri olarak hizmet eden mümine bir annemizdir. Mahmut Efendi ve Feride hanımın dört erkek, bir kız, beş evlatları dünyaya gelmiştir.

Mahmut Efendi ve Feride annemizin bu çocukları arasında Abdullah Baba’nın her yönden farklılığı daha doğumundan itibaren kendini göstermeye başlar. Öyle ki dünyaya gelişinden itibaren altı ay kadar bir süre, sürekli, ağlar. Henüz altı aylık bir çocuğun sürekli ağlamasından korkarak doktora götürürler. Doktorlar da bir çare bulamaz. Zira çocukta en ufak bir rahatsızlık, vücudunda bir hastalık yoktur. Dünyalar güzeli nur yumağı, sabi bir yavru acaba neden bu şekilde ağlıyor?... Bu olaydan birkaç gün sonra bir meczup zât evlerinin kapısını çalar:

─ Siz bu çocuğun neden ağladığını biliyor musunuz? diye sorar. 

Onlar da bilmediklerini ve bundan dolayı çok üzüldüklerini, doktorların dahi bir çare bulamadığını ifade ederler.

O Meczup zât onlara şu cevabı verir;

─ Sizin evladınız hak katında pek kıymetli bir kişi olacak! Bu sabi yavrunun ağlaması ümmeti Muhammed içindir! Siz onu anlayamazsınız! Eğer ağlamasının kesilmesini istiyorsanız; bu çocuğu kabristana götürün, ağlaması kesilir.

Anne ve babası biraz şaşırır fakat başka bir çare kalmadığı için kabristana götürürler. Nihayetinde o meczup zâtın söylediği gibi olur ve ağlaması kesilir.

Yine Abdullah Baba (ks), henüz sekiz aylık iken ağır şekilde ateşlenip, hastalanmıştır. O dönemde şimdi ki gibi doktor bulmak kolay olmadığı için, kendisini orada tanınmış takva sahibi, âlim bir hoca Efendiye götürürler. Hoca Efendi çocuğu görünce anne ve babasına:

─ Bu çocuğu iyi muhafaza edin. Herkese pek göstermeyin. Nazar değebilir. Zira bu çocuk ileride çok maneviyatlı bir kimse olacak. Hatta kendisi vefat edeceği zamanı önceden söyleyecek, der.

Bu yaşanan hadiseden sonra annesi, oğlunun incinmesine ve üzülmesine sebebiyet verecek durumlara karşı daha dikkat eder olmuştur.

Yine bir gün Muhterem valideleri Feride Hanım rüyasında geniş bir yol görür. Bu gördüğü yolun sonu Mekke’ye çıkar. Yolun sağına ve soluna fidanlar dikerek o yolda yürürken, vakit ikindiyi geçmiş akşama yaklaşmıştır. Kendi kendine şöyle düşünür;

“Şimdi, yanıma Ahmet’i çağırsam o çalışıyordur. Âdem’i çağırsam onun da yaşı daha çok küçük, bana yardımı olmaz. En iyisi Abdullah’ı yanıma çağırayım da fidanları o diksin” der ve Abdullah Baba, annesinin elinden fidanları alır, yolun sağına ve soluna dikerek Mekke’ye doğru ilerler. Gördüğü bu rüyadan çok etkilenir. Üstadı Çekiçlerli Ahmet Efendiye bu rüyayı anlatır. 

O zât Feride Hanıma,

─ Evladım! Rüyan; oğlun Abdullah’ın ileride, insanları irşat eden, insanları hak yola çağıran büyük bir zât olacağına işaret ediyor. Allah mübarek etsin, der.

Ve Feride Hanım’ın bundan sonra oğlu Abdullah’a ilgi ve alakası daha da artmış, hem de ona bir zarar gelmesinden, nazar değmesinden çekinir hale gelmiştir.

Allah-u Teâlâ Hazretlerinin bazı dostları da vardır ki, bu zâtlar daha çocuk yaşta bazı farklılıkları meydana gelmiştir. Bu zâtların en başında elbette Peygamberler gelmektedir. Örnek verecek olur isek, Yahya (as) hakkında Cenab-ı Zülcelâl Hz.leri Ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

“Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut! (dedik.). Ve daha çocukken ona hikmet verdik. Hem de katımızdan yumuşak bir kalplilik ve bir temizlik verdik ona. O, çok takva sahibi biri idi” (Meryem /12,13) buyrulmaktadır.

Yine bir başka ayet-i kerime’de İsa (as) hakkında Allah(cc);

“O; ‘Haberiniz olsun ben Allah'ın kuluyum, O, bana bir kitap verdi ve beni bir peygamber yaptı. Beni her nerede olursam mübarek kıldı ve hayatta kaldığım müddetçe bana namazı ve zekâtı tavsiye buyurdu’ ” (Meryem /30,31) buyurmuştur.

Peygamber (sav) Efendimizin de daha henüz çocuk yaşta iken yaşamış olduğu hadise yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:

“Ey Muhammed! Senin gönlünü açmadık mı?”(İnşirah /1,8)

Allah-ü Teâlâ Hz.leri göndermiş olduğu Peygamberlerine, çocuk yaşta iken bahşetmiş olduğu bu gibi özellikleri Kur’an-ı Kerim’de bizlere haber vermiştir.

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri bir sohbetinde şöyle buyurdular:

Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin iki çeşit evliyası vardır. 

Biri; Allah-ü Teâlâ’yı seven evliyadır. Bu zâtlar belli bir yaşa kadar bir takım hatalar, günahlar işlerler ve daha sonra yaptıklarına nedamet duyarak tövbe ederler. Nefsi ile çetin mücadelelere girerek Allah’a dostluk kapısını açarlar. Tasavvuf yolunda büyük hizmetleri olan Bişri Hafi Hz.leri, Habib-i Acemi Hz.leri gibi, mübarek zâtlar bu zümredendir.Diğer bir evliya zümresi ise Allah’ın sevdikleridir. 

Bu zâtlar ise daha doğduklarından itibaren ilahi muhafaza altındadır. Günah-ı kebairden uzak, yalnız Allah-ü Teâlâ Hz.lerine layık bir kul olabilme mücadelesine çocukluğundan itibaren başlayan kimselerdir. Böylesi zâtların çocukluk dönemlerinde pek çok harikuladelikler zuhur eder. Cenab-ı Hak, o kulunu, insanlara irşad için gönderdiğini daha küçük yaşlarda insanların kalbine ilham eder. 

Pirimiz Abdülkadir Geylani Hz.leri, Pirimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz.leri ve daha nice evliya-ı kiram bu zümredendir.

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri Allah'ın sevdikleri zümresine dâhil olan örnek bir şahsiyettir. Ve ileride insanları irşad ve terbiye edeceği, o dönemde ki Allah Dostu zâtlar tarafından, müşahede edilmiş ve haber verilmiştir. 

Peygamber(sav) Efendimiz döneminde de yaşı küçük olmasına rağmen etrafındakilerden farklı özelliklere ve kemale sahip Itap b. Üseyd ve Üsame b. Zeyd’ gibi bazı genç sahabeleri yaşlı sahabelerine tercih etmiştir. Bu, Allah’ın bazı kullarına ezelde bahşettiği lütfu ilahiyedir 

Hz Ömer (ra) ise hilafet yıllarında İbn-i Abbas’ı hepsinden önde tutar, büyük işler üzerine onunla müavere ederdi.

Zahirde sultana nasıl itaat gerekli ise, batında ki “Emir”e de itaat öyle gereklidir. İster yaşlı olsun ister genç. Şu da vardır ki, kırka varmayınca tam neşe hâsıl olmaz. Fakat Türk dilinde şu deyim meşhurdur: “Gün doğuşundan bellidir”. İlim ve hikmet, kimde varsa bellidir. Ve “Hikmet müminin yitiğidir; bulduğu yerde alır” Hadis-i Şerifi gereğince ondan istifade etmelidir.

Pirimiz Gavs-ül Azam Abdulkadir-i Geylani (ks) Hazretleri, daha henüz dokuz yaşlarında iken manen haberdar edilmiş ve o yaştan sonra Allah ve Resulünün sevgisini aramaya başlamıştır. 

İslam Âleminin müstesna büyüklerinden Pirimiz Mevlâna Celaleddin-i Rumi (ks) Hz.leri’nin de daha çocuk yaşta iken pek çok rüyaları ve halleri zuhur etmiş, babası Sultan-ül Ulema Bahaddin-i Veled Hazretleri’nin övgüsüne mahzar olmuştur. Hatta devrin büyük mutasavvıfı ve âlimi Feridüddin-i Attar Hazretleri de onun ileride çok büyük bir irşatçı olacağını müjdelemiştir.

Bazı Arap, Acem ve Rumeli şeyhlerinin daha çocukluk çağlarında iken manevi hallerle karşılaşmaları tam ve kâmil istidada sahip oldukları içindir. Sehl b. Abdullah Tüsteri ve benzeri zâtları sayabiliriz. Gençlik çağında iken bu hali yaşayan çok olmuştur. Bu gibi zâtlar İsa (as), Yahya (as) ve Yusuf (as) Peygamber meşrebindendir. 

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Allah-u Teâlâ Hazretlerinin bazı dostları daha çocuk yaşta olmalarına rağmen, her hal ve hareketlerini Hakkın rızasına uygun yaşamaya çalışmışlar, asla Allah’ın (cc) razı olmadığı amelleri işlememişlerdir. 

Cenab-ı Zülcelal Hazretleri, peygamberlerine ihsan etmiş olduğu güzelliklerin bir benzerini onların varisi olan Mürşid-i Kamil zâtlara da bahşetmiştir. 

Allah-u Teâlâ Hz.leri Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur;

“Daha çocukken, O’na hikmet katımızdan kalp yumuşaklığı ve safiyet verdik” (Meryem /12,13) buyurmaktadır.

Allah-u Teâlâ Hazretlerinin her dönemde kullarını irşat için böyle seçilmiş zâtları bulunmaktadır. 

Abdullah Gürbüz (ks) Hazretlerinin de, daha çocuk yaşlarda iken, pek çok harikulade halleri ve rüyaları cereyan etmiş. Allah-u Teâlâ Hazretlerine kul olmanın en büyük saadet olduğunu anlamış ve o yaşlarda, Allah-u Teâlâ Hazretlerine kul olmanın mücadelesini vermiş, bunun yanında da elinden geldiği kadar insanlara yardımcı olmaya çalışmıştır.