SORU ARA

SORULAN SORU

Biat ne demektir? Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri “herkes beldesinde bulunduğu zakirine biad etsin” sözündeki biat nasıl olmalıdır? Bazı Beldelerde bu biat anlatılırken Akabe biatı gibi olması gerektiği anlatılıyor. Bu bağlamda derviş kardeşlerimiz zakirimize biat ederken “zakirim malımla mülkümle canımla size biad ettim” diyor. Zakirimiz de Abdullah Babamın dediği üzere biatını aldım diyor. Abdullah Babamın sohbet ve kitaplarında biatın Şeyhe yapılması gerektiği yazıyor. Abdullah Babam zakirlerinize biat edin derken hangi sınırlar içerisinde biad etmemizi istemiştir?

CEVAP

Biat sözlük manası itibariyle; el tutuşup söz vermek, birinin egemenliğini tanımak, kabul etmek manasına gelmektedir.

Devlet idaresinde biat;  idare edenle idare edilenler arasında yapılan, seçim veya bağlılık karakteri taşıyan sosyopolitik akittir. Hz. Ebû Bekir’in (ra) halife seçilmesinden itibaren sonraki kullanışlarına esas olacak siyasî bir mahiyet kazanmış, bir devlet başkanını seçme yahut seçilmiş veya bu makama herhangi bir yolla gelmiş devlet başkanına bağlılık sunma anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Dini literatürde biat; Kur’ân ve sünnet kaynaklı bir terim olup kısaca, “itaat etmek üzere sözleşme yapmak” anlamındadır. Bu sözleşme, aslı itibariyle Allah ile kul arasında yapılır fakat onu Allah adına peygamberi veya peygamberin halifesi gerçekleştirir.

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” [1]

Ayette, Hudeybiye’de Müslümanların, Hz. Peygamber’e bağlılık göstereceklerine, gerektiğinde onunla birlikte savaşacaklarına dair söz vermeleri kastedilmektedir. Bu olay, İslâm tarihinde “Bey’atu’r-Rıdvan” diye anılır.

Hicretin 6. yılında vuku bulan Bey’atu’r-ridvân Hz. Peygamber’in Hudeybiye'de Mekkelilerle antlaşma yolu aradığı sırada gerçekleşmiş. Bu, Hz. Peygamber’in ashabından 1400 kişiyle beraber Kâbe’yi ziyaret etmek üzere silahsız olarak yola çıkması, ancak Kureyşlilerin inananları Mekke’ye sokmamaları, elçi olarak gönderilen Hz. Osman’ı alıkoymaları ve baskı altında tutmaya çalışmaları üzerine sahâbîlerden yeniden biat almasıdır. Son derece önemli olan bu olay Kur’ân’da "Andolsun ki Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek biat edenlerden razı olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetlerden bahsetmiştir" [2] ayetleriyle ifade edilmiştir.

Rasulullah (sav) İslam’a girişin dışında değişik zamanlarda takva, cihat, güzel ahlak, ahdine vefa gibi pek çok konuda genel ve hususî olarak çeşitli vesilelerle birçok kere sahabelerle biatlaşarak ne pahasına olursa olsun anlaştıkları (sözleştikleri) hususlardan caymayacaklarına kesin söz almıştır.

Hz. Peygamber’e itaat edeceklerine ve ona tabi olacaklarına söz verenler (biat edenler) genellikle önceden İslâm’ı kabul etmiş veya en azından bu amaçla ona gelmiş kişilerdir. Bu çoğunluğun biatı, İslâm’ın din olarak kabul edilmesinden sonra bir çeşit söz verme, sözleşme olayıdır.

Tasavvufta biat ise mürşitle yapılan manevî sözleşmedir. Bunun anlamı, Allah ve resulünün halifesi olan mürşidle sözleşme yapan müridin, mürşidine sadık ve bağlı kalacağına, Allah için Allah yolunda kendisine kayıtsız şartsız teslim olacağına, haramlardan uzaklaşacağına, helal ve hayırlara sarılacağına, günahlardan tövbe edip bir daha yapmayacağına dair söz vermesi, buna Allah’ı, Resûlünü ve kamil mürşidi şahit tutması demektir.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

“Tasavvufta üstadına biat edilir. Bir de Emîrü'l-Mü'minîn, müminlere emir seçmek için biat olunur. Biat demek eline yapışmak, onun emirini tutmak, dediklerini yapmak, demektir. İlk biat Peygamber Efendimizle sahabeyi kiram arasında olmuş. Kelimeyi şahadet getirerek “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu” Allaha iman ettik, Muhammedine iman ettik, kitabına iman ettik, meleklerine iman ettik, yani amentüye[3] iman ettiklerini söyleyip, söz verdiler. Peygamber Efendimiz (sav); “Ya benim için ne yapacaksınız deyince” senin içinde canımızı feda edeceğiz Ya Rasulullah dediler. Cenabı Allah da bu biatlaşmadan memnun oldu.

Cenabı Zülcelal Hz.leri fetih suresinin 10 Ayetinde;

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” [4] buyurarak,

Habibim Ahmet resulüm Muhammed senin elinden tutan benim elimden tutmuş gibidir. Sana biat eden bana biat etmiş gibidir. Onlar ahitlerine sadık kalırlarsa, söz verdikleri gibi devam ederlerse birinci kattan sekinci kata kadar olan cennette onlara çok güzel nimetler hazırladım. Eğer ahitlerini bozarlarsa, azabı elimime hazırlanın, diyor. Demek ki biat peygamber efendimiz zamanında varmış. Bizim üstadımız Rasulullah (sav) Efendimizden secereyle gelen 44. biat. Bizde ona 45. biat olmuş oluyoruz. Biat vardır, üstadlara biat edilir. Bir de Emîrü'l-Mü'minîn ona biat edilir. Şimdi ki zamanımızda yasak olduğu için emire biat yok, yapılmıyor.” Buyurmuşlardır.

İsmail Hakkı Bursevi Hz.leri; Kamil şeyhlerle yapılan bu manevî sözleşme, Allah Teâlâ’ya, elest bezminde ruhlarla verilen sözün gereğini yerine getirmek için yapılmaktadır. [5] buyurmaktadır.

Şah Veliyyullah-ı Dehlevî biatin sadece halifeyi kabul için yapılacağını ve sufilerin yaptığı biatlerin dinî bir değeri ve hükmü olmadığını düşünmenin yanlış olduğunu, çünkü (yukarıda örneklerini verdiğimiz gibi) Hz. Peygamber’in (sav) bazen dinin rükünlerini yerine getirmek için, bazen de sünnete (güzel ahlak ve edebe) sarılmak için biat aldığını, dile getirmiştir. [6]

Sufiler, “Kim, boynunda biat olmadan ölürse, cahiliye ölümü üzere ölür” [7] hadisini dikkate almışlar ve bununla amel etmişlerdir.

İsmail Hakkı Bursevî Hz.leri , “Allah ve Resûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek kadın hiçbir müminin işlerinde aksini tercih etme hakkı yoktur” [8]ayetinin, müridin, Allah ve Resûlü’ne yapması gerektiği gibi, peygamber varisi kamil mürşide de hoşuna giden ve gitmeyen konularda hiç itirazsız teslim olması ve nefsinin hevasına uymaması konusunda bir asıl olduğunu belirtir.[9]

Bunun için tasavvuf ehilleri, kendisine biat ve intisap edilecek kimsenin, Allah resulünden bizzat manevi görev almış, bir mürşid elinde seyru sülükünü bitirmiş, velayet mertebelerini kat etmiş, müşahedeye ulaşmış, kemale erip başkalarını irşada ehil olmuş, fenafillah ve bekabillah makamlarına ulaşmış, böylece insanları Allah’a davet ve irşat yetkisini elde etmiş, manevî hilafet mertebesine yükselmiş biri olması gerektiğini; gafil, cahil, dünya ehli ve nakıs kimselere tabi olunmayacağını, çünkü onun müride zarar verdiğini söylerler. [10]

Bu hak yolda ilerleyen talip kendisine biat edilen mürşidi kamile tam teslim olarak, emir ve tavsiyelerine uyması gereklidir. Bu konuda İmam Rabbanî (ks) Hz.leri der ki: “Kamil bir şeyh bulan kimse, ölünün yıkayıcısına teslim olması gibi kendisini ona teslim etmelidir. İlk fenâ hâli (nefsin şer arzularından vazgeçip hakka teslimiyetinin ilk ispatı) mürşitte olur. Bu, fenâfillah (her şeyi ile Allah’a teslim ve emrine tabi olma) hâline ulaşmaya bir vesiledir.” [11]

Mürşid-i kamil, manevî terbiyeye girişte intisabı gerçekleştirmek için erkek veya kadınlardan vekil görevlendirebilir. Resûlullah’ın (sav) Hz. Ömer’i ve Hz. Ümeyme’yi kendisi adına insanlara biat yaptırmak için görevlendirmesi bunun delilidir.

Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri sohbetlerinde “Tasavvufi yolda normal şartlar içerisinde bir mürşidi kâmil vefat ettikten sonra eğer yerine vekâleten birisini bırakmadıysa dervişin yapması gereken, yaşayan bir mürşidi kâmil bulup ona intisap etmektir” diyerek bizlere yolun edep ve adabını öğretmiştir.

Ancak aynı Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri vefat etmeden önce son deminde buyurdular ki; Herkes beldesinde bulunan zakirlerine biat ederse bizim himmet ve feyzimiz sizlere yetişecek inşallah. Cenab-ı Rahman'dan hamdolsun bunun ruhsatı almış bulunmaktayız. Buyurmuşlardır.

Burada şunu vurgulamakta fayda var: Buradaki yapılan biat, zakirin kendi şahsı adına aldığı bir biat değil bizzat Abdullah Baba (ks) Hz.lerine adına alınan bir biattir. Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin zakirlere biat edin demesinde ki hikmet, birincisi olabilecek bir başıboşluğu ortadan kaldırmak ikincisi ise vefatından sonra yoluna bağlı kalacakları belli etmek içindir. Biat olunan zakirin görevi belirli alanla sınırlıdır; başka yetki taşımaz.

Biat olunacak Zakir Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerini Mürşidi Kamil olarak kabul edecek, kendisini şeyhlik makamına oturtmayıp onun vekili olduğunu unutmayacak. Ahlakı, edebi başta olmak üzere her haliyle Abdullah Baba (ks) Hz.lerini en mükemmel şekilde temsil edecek. Yolumuzun edeplerini, usullerini kendinden bir şey katmadan dervişlere gösterecek. İşte bu ölçüler içinde hareket eden zakire biat edilir. Eğer bu ölçülerde bir noksanlık görülürse yapılan bir biat bile olsa bu biatten ayrılması vacip olur. Kişinin biat etmesi sünnet, olumsuzluk halinde ayrılması vaciptir. Bu ayrılış Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.lerin yolundan ayrılma değil bize manen zarar veren noksan bir insandan ayrılmadır.

Rasulullah (sav) zamanın da yapılan “malımla, mülkümle, canımla” biat etmek ile zakire biat etmeği karıştırmamak lazım. Yolumuzda böyle bir şey yoktur. Zakirin amacı Allah vuslat yolculuğunda yolun edep ve adaplarıyla derviş kardeşlere abilik yaparak, Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin tanıtıp sevdirmesidir. Kendine bağlama derdine düşmeyip Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.lerine, onun çizdiği tasavvuf yoluna insanları sabitlemek için çaba harcaması gerekir. Bunların aksini yapan kişilere yapılan biat geçerli olmaz.

 

Konuyla İlgili Benzer Sorular

Her konuda zakire danışmak gerekir mi? Zakire kayıtsız-şartsız biat etmek yolumuzda var mıdır? Zakirler onlara her şeyi söylememizi ve izin almamızı istiyorlar, bu doğru bir davranış mı? Zakirin fiilleri ve davranışları hakkında cemaat içerisinde şikâyetler çoğalıyorsa ne yapmalıyız?

 



[1] Fetih Suresi 10

[2] Fetih Suresi 18, 19

[3] Ben Allâh-ü Te'âlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ; hayır ve şerrin Allâh-ü Te'âlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şahadet ederim ki, Allâh-ü Te'âlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O'nun kulu ve peygamberidir.

[4] Fetih Suresi 10

[5] Bursevî, İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyân (Ta’lik ve tashih: Ahmed Ubeydû İnâye) 9/27 (Beyrut 2001, 1.

Baskı). Ayrıca bk. İbn Ebî Cemre, Behçetü’n-Nüfûs, 1/41.

[6] Dehlevî, el-Kavlü’l-Cemîl, s. 30.

[7] Müslim, İmare, 58 (nr. 1851).

[8] Ahzab Suresi 36

[9] Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 7/212.

[10] Rabbanî, Mektubat, 1/23, 61, 160, 216, 227, 260. Mektuplar; Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif: Gerçek Tasavvuf, s. 84, 102, 105, 106; Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 745-746.

[11] İmam Rabbanî, Mektubat, 1/61. Mektub.

 

 




Okunma Sayısı : 2792

Soru Tarihi: 12/27/2020

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *