SORU ARA

SORULAN SORU

Ceddinin yaptıklarının kendi çocuklarına ve torunlarına bir etkisi var mıdır? 

CEVAP

 

Soruyu analiz etmeden önce ilk önce insanın yaratılıştan gelen özelliklerimizi tanımamız gerekir. Konumuzla alakalı olarak irdeleyeceğimiz ilk özellik genlerimizdir.

Genler, hücrenin kromozomlarında bulunan, canlı bireylerin kalıtsal karakterlerini taşıyıp ortaya çıkışını sağlayan ve nesilden nesile aktaran kalıtım faktörlerimizdir. Canlıların atalarından aldıkları ve çoğunlukla değişmeden nesillerine aktardıkları özelliklere "kalıtsal karakterler" denir. Bir canlı türündeki benzerlik ve farklılıkların ortaya çıkışında gen denilen kalıtım maddesinin ve çevrenin etkisi büyüktür. Kalıtım maddesi denince, ana-babanın üreme hücrelerindeki "genetik bilgi "nin tamamı anlaşılır.

Genler, her canlı ferdin kendisine ve türüne has morfolojik, psikolojik karakterleri ihtiva eden ve bu karakterleri kalıtsal olarak nesilden nesile değişmeksizin intikal ettiren harika yapılardır. Her canlı ferdin ve neslinin hayat planı DNA yapısındaki genlerde kodlanmıştır. DNA’lar kendilerinin kopyalarını yaparak, üreme hücreleriyle bu genetik şifrelerini nesilden nesile iletirler.

Kalıtım birimi olan genler aracılığıyla içgüdüsel davranışlar dahi kalıtsal yolla nesilden nesile nakledilir. Halk arasında “aynı annesi, babasına çekmiş” gibi tabirler aslında kalıtıma işaret eder.

Genetik mirasımız, dış görünüşümüzden karakterimize, ruh halimizden hastalıklara kadar tüm hayatımızı etkiler. Atalarımızdan hangi genler baskınsa ona göre şekilleniriz.

Genler anlaşılacağı üzere atalarımızdan bize geçen özellikler kütüphanesidir. Her kesin kütüphanesinde farklı farklı kitaplar farklı farklı özellikler vardır.

Her canlının ve neslinin vücut yapısı ve her çeşit karakteri kromozomların genlerinde ilahi bir kudret ile kodlanmıştır.

Hulasa genler bizim özelliklerimizi ortaya çıkartır ve herkeste değişik sayıda bulunmaktadır.

Bilim insanları atalarımızın bazı özelliklerinin genetik yolla bir sonraki nesle aktarıldığını deneylerle ortaya koymuşlar.

Erkek farelerin olduğu odanın zeminine elektrik telleri bağlıyorlar. Farelerin ayaklarına periyodik olarak elektrik şokları verilirken, bir yandan da ortama kuş kiraz kokusu yayıyorlar. Özellikle acetophenone[1] bu kokunun ana bileşeni olarak kullanılıyor.

Bir sonraki aşamada deneydeki farelerin yavruları oluyor. Onlar biraz büyüdükten sonra, bilim adamları onlara sadece acetophenone veriyor yani elektro şok yok. Küçük fare hemen kokuya tepki veriyor sanki elektro şok veriliyormuş canı acıyormuş gibi ürküyor ve kaçıyor.

Deney farelerin ikinci neslinde yine tekrarlanıyor sonuç yine aynı oluyor. Ve bu deney ataların belleğinin torunları tarafından korunmuş olduğunu gösteriyor çünkü onlarda kaçıyor ve hatta daha sonraki torunlar tarafından bile aynı tepkiyle karşılanıyor.

İmam-ı Birgivi Hz.leri buyururlar ki;

İnsanoğlunun akrabası geriye doğru 7 nesildir. (7 ceddimiz deriz) bu 7 nesilde hem anne hem baba tarafından tam 254 anne ve baba vardır. Bunların hepsinin ahlakı, özü, nüvesi, karakteri, zerreler seviyesinde de olsa, nesilden nesile, az veya çok süzülerek bizlere kadar gelir. Bizim nefsimizin ahlakının temelini oluşturur.

“Dede koruk yer, torunun dişi kamaşır.”

Şemseddin-i Sivasî’nin Menakıb-i İmam-ı Azam isimli eserinde anlatılır ki: 

İmam-ı Azam’ın babası Sabit, gençliğinde takva sahibi İslam’ı hakkıyla yaşayan, Hz. Ali (kvc) Hz.leri ile görüşmüş hizmetinde bulunmuş, kendisi, evladı ve zürriyeti için onun duasını almış salih bir zattır.

Sabit Hz.leri işi icabı uzun bir sefere çıkar. Hayli yol aldıktan sonra bir dere kenarında bulunan söğüt ağacının gölgesinde hem öğle namazını kılmak hem de yemeğini yemek üzere atını çayıra bırakarak konaklar.

Tam derede abdest alırken suda yuvarlanarak yüzen güzel bir elma görür. Dalgınlıkla birden elmayı yakalayıp ısırıverir. Haram olduğunu hesap ederek, yutmadan derhal tükürür. Tükürür ama elmanın suyu da midesine inmiştir.

Dereyi takiben elma bahçesine ulaşır. Elindeki elmanın bu bahçeden olduğuna hükmederek, sahibini bulur ve helâllik ister.

Elma sahibi ise,

- ‘Helâl ederim ama bir şartım var, şartımı kabul etmen gerekir’ der.

Sabit Hz.leri,

- ‘Neymiş o şartın’ diye sorar?

- ‘Elmayı helâl etmem için yanımda bir sene çalışmandır. Eğer bir sene çalışırsan hakkımı helâl ederim’.

Sabit Hz.leri, kul hakkıyla Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmamak için elma sahibine bir yıl çalışmayı kabul eder. Çalışıp, tam bir yılı tamamladıktan sonra elma sahibine,

- ‘Bir yılımı bitirdim ben gidiyorum’ der.

Elma sahibi,

- ‘Hakkımı helâl ederim etmesine amma, bana bir yıl daha çalışman şartı ile’ karşılığını verir.

Sabit Hz.leri,

- ‘Seninle bir yıl çalışmaya anlaşmıştık ve bir yılı bitirdim, hakkını helâl et de müsaadenle ben gideyim’.

Elma sahibi,

- ‘Evet, anlaşmıştık ama bir yıl daha çalışacaksın.’

Sabit Hz.leri, ahirete kul hakkı ile gitmemek için, ikinci bir yıl daha çalışmayı kabul eder. Ve bir yıl daha çalışıp onu da bitirdikten sonra elmanın sahibine,

- ‘Hakkını helâl et ben gidiyorum’ der? O ise,

- Hakkımı helâl ederim ama bir şartım daha var; benim kör, sağır, dilsiz, topal, kolları tutmayan, kötürüm bir kızım var, onunla evlenirsen ancak o zaman…’ der.

Sabit Hz.leri, kul hakkı yememek için onu da kabul eder.

Düğün olur ve gelin eve gelir. Sabit Hz.leri bakar ki gelin hanım kör değil, sağır değil, dilsiz değil, topal değil, kolları sağlam, çok güzel bir kız...

Ve hemen kıza dokunmadan elmanın sahibine döner, der ki;

- Bir yanlışlık var herhalde, bu kız sizin anlattığınız vasıflarda değil.’

Bahçe sahibi de,

- ‘Benim kızım hayatında harama bakmamıştır, bu sebepten kör dedim;

haramı hiç duymamıştır, bu yüzden sağır dedim.

Benim kızım haram söylememiştir bundan dolayı dilsiz dedim.

Benim kızım harama yürümemiştir onun için topal dedim.

Benim kızım harama uzanmamıştır o sebeple kolları tutmuyor dedim.

Senin de harama bu kadar dikkat ettiğini gördüm ve bu yüzden kızımı seninle evlendirdim.’

Sabit Hz.lerinin bu evlilikten bir oğlu doğar. Adını Nûman koyar. (Biz Numan’ı İmam Azam Ebu Hanife Hz.leri olarak tanıyoruz.)

Oğlu Nûman 4 yaşında hafız olmuş; annesi ona, ‘Eğer baban o elmanın suyunu yutmasaydı, sen iki yaşında hafız olurdun’ demiştir.

Rasulallah (sav) Hz.leri;

“El veledü sırrı ebihi = Çocuk, babasının sırrıdır.” [2]

Çocuğa kendi fizikî mayası ile biyolojik hammaddesini veren anne-baba, gönlündeki sevgisi ile de mânevî hammaddesini ona maya olarak çalar.

“Hanımlarınız sizin nesil yetiştiren tarlanızdır.”[3]

Ayetinin fehvasınca, tohum sahibi babalara nispetle “Çocuk, babasının sırrıdır.” denilmiştir. O bakımdan çocuk, anne-babasının genetik şifrelerinin bir karışımı, bedenî bir uzantısıdır.

Genel manada bakıldığında atamız Hz. Adem (as) yüklenen sır, zürriyeti olan tüm ademoğullarına potansiyel olarak yüklenmiştir. Bu sır, genetik olarak insanlık tarihinde kuşaktan kuşağa tüm fertlere aktarılmaktadır.

Özel manada da aynı şekilde babanın sırrı ( karakter özelliği, yetenek, sezgi, kavrayış, ahlaki özellikler vb. birçok özellikler ) evladına sirayet eder yani geçer.

Babadan evlada ( potansiyel olarak ) geçen bu özellikler evlatta gerekli şartları bulduğunda yani o evladın doğası, tabiatı, mizacı gereği, yetiştirilme şartları, ilmi düzeyi, eğitimi vb. gibi şartlar uygun olduğunda zuhura çıkar.

Babada zuhur eden özellikler evlatta da açığa çıktığında ' babasına çekmiş ' , Babada zuhur etmeyen bir takım özellikler evlatta açığa çıktığında ise ' hiç babasına çekmemiş ' denilir halk arasında.

Atalarımızın yaptıklarından dolayı bizlere geçen iyi ve kötü hasletler birer imtihan vesilesidir. Bu bizim manevi yaşantısında ya iyi yönde fayda verir ya da eksi yönde fayda verir. Bunu bir bisiklet sürmeye benzetirsek bazımız çok az bir kuvvet harcayarak yokuş aşağıya giderek varacağı menzile ulaşır bazımızda çok kuvvet harcayarak yokuş çıkarak menzile ulaşır.

Bu da ilahi imtihanın bir sırırdır. Genetik yapının insan iradesi üzerinde yüzde yüz etkisi vardır diyemeyiz. Bu durum yalnızca bir sebeplerden bir tanesidir. Tıpkı Hz. Adem’in bir oğlunun salihlerden olurken diğerinin kardeşini öldürüp şakilerden olduğu gibi.  İmtihan gereği insanın iman edip etmemesi konusunda insanı etkileyecek sebepler illaki olacaktır.

 Bunu şöylede anlamamak lazım…

"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenip çekemez."[4]

"Doğrusu hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü ve suçunu yüklenmeyecektir." [5]

Herkes ahirette işlediği günahların cezasını kendisi görecek. Hırsız bir babanın günahının bedelini Allah katında çocuğu yüklenmez, çocuk bundan mesul olmaz ama bu günahın manevi kirliliği soya yansır mı?

Evet, yansır…

Abdulkadir Geylanî, İmam Şazilî, Şah-ı Nakşibend ve İmam Gazâlî gibi mana âleminin sultanları da tasavvufi tecrübeleriyle haram lokmanın insanlar üzerinde menfi tesir icra ettiğini ve haramla beslenen anne-babadan dünyaya gelecek çocuğun da -istisnalar hariç- manevî yapısının bozuk olacağını belirtmektedirler.

İmam Gazâlî, haram yiyip içen bir kadının sütüyle beslenen çocuğun, ileride habîs şeylere ve çirkin işlere meyledeceğini söyler. Çocuğu, ancak haram yemeyen sâliha bir kadının emzirmesi gerektiğini, çünkü haramdan hâsıl olan sütün bereketinin olmayacağını ve ondan emzirdiği veya haram yedirdiği zaman çocuğun tabiatının o haramla münasebeti bulunan kötü şeylere yöneleceğini belirtir. "Çocuğun şirret olmasının kaynağı haram yemektir." Der.

Benim atalarımdan gelen genlerim bozuk deyip kendimizi de imtihandan sıyıramayız.

Genetik yoldan gelen maddî manevî benzerliklerin olduğu bilinen bir gerçektir. “İnsanın oğlu insan; kurdun oğlu kurt olması” bu gerçeğin bir tezahürüdür. Arı yavrusunun bal yapması, yılan yavrusunun zehir kusması da bu gerçeğin bir şahididir.

İşte burada bir mürşid-i kâmile tabi olmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

Evladım! Bize tabi olmak için gelen birisine kökü, gövdesi ne olursa olsun aşı yaparız. Bu aşı tutarsa bu yolda said olur. Tutmazsa şaki olur, buyurmuşlardır.



[1] Okunuşu; Asetofenon, parfüm yapımında kullanılan hoş kokulu, renksiz sıvı.

[2] Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1/397; Ukberî, Divânü’l-Mütenebbî, 1/156; Suyûtî, ed-Dürerü’l-Müntesira, 1/20; Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, 1/706, 723 (1268, 1300); Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, 2/452 (2911)

[3] Bakara Suresi 223

[4] Fâtır Suresi 18

[5] Necm Suresi 38





Okunma Sayısı : 1181

Soru Tarihi: 3/4/2023

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *