SORU ARA

SORULAN SORU

Gıybet nedir, kaç çeşit gıybet vardır? Tasavvufi olarak açıklar mısınız?

CEVAP

Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır. Allah Resulü ’nün ifadesi ile

"Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır. Eğer senin söylediğin şey onda varsa gıybet yapmış olursun, onda yoksa ona bühtanda bulunmuş, iftira etmiş olursun."[1]

Gıybeti Yüce Allah (cc) kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir:

Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’ tan sakının, şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul edendir, acıyandır." [2]

Tasavvufi manada gıybet, insanın lehinde ve aleyhinde olacak bir şeyi bir başkası üzerinden o insanın hakkında konuşmaktır. Lehinde de olsa aleyhinde de olsa ancak o kişinin hayrına olan bir durumu konuşmak caizdir. Bunun dışındaki durumlar caiz değildir. Lehte olan gıybete örnek vermek gerekirse; “şunları şunları yapsa daha iyi olur, şunları şunları etse de iyi olur, namazını kılsa iyi olur” demek de lehte gibi görünse de gıybettir.  Burada lehte söylediğiniz şeylerin içerisinde eksiklerini tasavvur etme de vardır. Bu yüzden gıybet hükmündedir. Allah kendisinden razı olsun namazlarını aksatmaz, Allah ı zikreder, insanları hayırlarla ifade eder, hayırlar anlatır gibi ifadelerin dışında lehte veyahut ta aleyhte söyleyeceğimiz her bir söz gıybet hükmündedir. Yani kişinin hayrına olanın dışında her bir şey gıybet hükmündedir. 

Tasavvufun gerçek özünde; kişi kendini düşünmekten, kendi nefsinin hesabını vermekten bir başkasını görmeye fırsat bulamaz. Allah’ın kendisini görüyormuş gibi hareket eden bir insanın kendi nefsindeki fenalığı düşünmekten kendi hatalarını düşünmekten bir başkasını düşünmesi zaten söz konusu bile olamaz

Gıybet, tasavvuf terbiyede Allaha vuslat yolunda karşımıza çıkan en büyük engellerden bir tanesidir. Cennet Mekân Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri sohbetlerinde defaten bizlere gıybet yapmamamız gerektiğini dile getirmiştir. Bir gün bir kişi Efendi Hz.lerinin olmadığı bir ortamda; “Efendi Baba Hz.leri de hep gıybetten bahsediyor” diye bir söz etmiştir. Bir vakit geçtikten sonra o kişinin bulunduğu bir sohbet meclisinde

Cennet Mekân Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri; “Görüyorsunuz ya! Hala şeriatın cüzlerinden bahsediyoruz. Bir türlü manevi tekâmülü sağlayıp da şeriat geçilmedi ki tarikata geçilsin, ondan sonra hakikate geçilsin daha sonra marifete geçilsin. Siz daha gıybeti geçemediniz ki! Bizde bu hastalığınızdan kurtulmanız için sohbetlerde gıybetten bahsediyoruz. Bunlar şeraitle alakalı durumlardır. Dervişin en büyük eksiği en büyük kusuru gıybettir. Sizler; namazınızı kıldıktan, Kur-an’ı Kerim okuduktan, diğer ibadet ve taatlarınızı yaptıktan sonra yaptığınız ibadetin nuru alnınızda belirir. Şeytanı lâin bu nura yaklaşamaz. Bir vesile ile o nuru almak için size türlü türlü vesveseler verir. Yalan söylettirir, gıybet ettirir ve nihayetinde o nuru sizden aldırır da, gıybet ettiğiniz kimselere göndermeniz için uğraşır durur.”

Bir derviş kardeşimiz “Rüyamda kendimi sürekli uçarken görüyorum ancak telefon, elektrik tellerine takılıyorum” diyerek Efendi Baba Hz.lerini tabirini sormuştu; Cennet Mekân Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

“Oğlum manevi olarak tekâmül etmeye çalışıyorsun ama gıybetin sana engel oluyor. Hep gıybete takılıyorsun. Gıybet, Allaha vuslatta en büyük engeldir. Gıybet sanki o kişinin ayağına bir kement atılması gibidir. Ameli insanı yirmi metre götürür, kementtin mesafesi müsaade ettiği müddetçe gider sonra tak takılır aşağıya güm eder düşer. Çünkü her bir günah kişinin ayağına vurulan prangadır. Cehennemde pranga vurulacak günahların hepsi bu türlüdür.”  Buyurmuştur.

Gıybet hastalığından kurtulabilmenin ilacı insanın kendi nefsiyle meşgul olmasıdır. Kişi nefsani hastalıklarıyla meşgul olduğu vakit gıybet etmeye ar eder, gıybet etmeği düşünemez bile. İnsan kendi nefsiyle uğraşacak başkasının haliyle durumuyla değil.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

“Gıybet mi yapacaksınız; “bu nefesini neden bedavaya harcıyorsun. Ben gıybet yapmayayım. Allah (cc) beni görüyor, işitiyor, biliyor ben kendi halimde değilim ki. İsterse benim hemen ruhumu aldırır, isterse beni felç eder, isterse gözümün nurunu alır, isterse her şeyimi alır,” deyip nefsinizi dizginleyeceksiniz.” Buyurmuşlardır.

Aşk eri Hz. Mevlana diyor ki: “Kusur gören kadar, kusurlu bir adam daha görmedim.”

İnsanda eksik ve kusur görecek olursak hepimizde kusur var. Böyle davranışlarda bulunmak insanın çiğliğinden, basitliğinden, bayağılığındandır. Kendi nefsimizdeki olanı düşündüğümüz zaman bir başkasının eksiğini kusurunu görmeğe zamanımız bile olmaz.

İnsanlara misal olması, ders olması için isim vermeden örnek olayları anlatabiliriz. Ancak misal verdiğimiz zaman o kişinin bilinme ihtimali varsa yapılmaması gerekir.

 Umuma sıkıntı veren kişilerin durumlarını açıklamak gıybet olmaz. Kişi din düşmanıdır, kişi dolandırıcıdır bunların kim olduğunu söylemek gıybet olmaz.

Efendimiz (sav); “insanlığa zarar veren bir kimseyi ifşa etmeniz Sünnet i Resulullah’tır.” Buyurmuştur.

Kişi din düşmanıdır bunu açıklarsınız ama biz kişinin din düşmanlığını bırakıp da gözleri şaşıdır, kulakları uzundur, ayakları şöyledir dersek bu gıybet olur. Gıybetten önce de küstahlık olur, Yaratanı hakir görmek olur. 

Yüzüne karşı konuşabildiğiniz bir şey gıybet hükmünde olmaz. Bir insana “kardeşim çok sertsin, sen biraz yumuşak ol dersin”  bir başkasını uyarırken de “ kendisi biraz serttir, haberin olsun” demen gıybet hükmüne girmez. Çünkü burada bir ayıplama, bir kınama zemmetme yoktur burada sadece onun sert tabiatlı olduğunu bildiriyorsun bu gıybet değildir.

GIYBETİN ÇEŞİTLERİ

Aleni sade gıybet: Bir kişinin gıyabında, ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan bir şeyi söylemek, alenî gıybetin ta kendisidir. Sevgili Peygamberimiz (sav) gıybeti:

“Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” şeklinde tanımlamış; “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen gıybettir” demiştir. Ben bunu onun yüzüne de söylerim demek gıybet yapmadığımız anlamına gelmez.

İftiralı gıybet: İftira, kusurların en çirkinidir. Nitekim Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur; “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun.”

Gizli gıybet: Çoğu zaman yaptığımız, kalbimizden geçirmek, yani zannetmek suretiyle gıybete girmektir.  Bütün zanlar ve tahminler değil ama kimi zanlar, gıybet hâlini almaktan kendini kurtaramaz.

Münafıkâne/ikiyüzlü gıybet: Gıybetin en utanç verici biçimidir ki, İmam Gazali Hz. buna ‘münafıkâne’ gıybet demiştir. Gıybeti yapan şöyle der: “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor”, “İnşallah düzelir, daha iyi olur.” Bu gibi sözlerle görünürde hakkında konuştuğu kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini söylemeye çalışmakta; ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar yaptığını ima etmektedir. Dinleyenin ikiyüzlülüğü de şu şekildedir: “Boş ver gitsin, gıybet oluyor.” Bunlara benzer sözleri söylerken, aslında gıybeti gerçekten engellemek istemiyor; görünürde aksini savunsa da, içten içe o kişi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor.

Söz taşımalı gıybet: İnsanların sözlerini muhataplarına ara bozmaya yol açacak şekilde taşımak biçimindeki gıybettir. Efendimiz (sav): “(Arabozucu) Söz taşıyan cennete giremeyecektir.” buyurmuştur. Koğuculuk  dediğimiz bu durum kabir azabının önemli sebeplerinden biridir.

Kitlesel gıybet: Bir insanın irtikâp edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.”  ‘bir kavme sataşma’ terimiyle suçun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır.

Paylaşımlı/ortaklaşa gıybet: Gıybeti yapan, sadece onu söyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır. Cinayeti izlerken gücü yettiğince karşı koymayanında katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde müdahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır. Gıybet bu yönüyle gizli biçimi hariç ancak birden fazla kişinin ortaklaşa irtikâp edebileceği fuhuş gibidir. Efendimiz (sav)’in “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar” şeklindeki sözü, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder. Hatta bu hadis, gıybeti yapandan çok, yanında gıybet yapıldığı halde derhal müdahale edip kardeşinin onurunu korumayanı tehdit etmektedir. 

Yaşayan veya ölen bir insanın yahut insan topluluğunun gıyabında, onları üzecek doğruları söylemiş olabiliriz. Eğer yaşıyorlarsa, helalleşmenin bir yolunu aramalıyız. Biliyoruz ki, şehit bile olsak, kul hakkını ödemek zorundayız. Eğer vefat edenin gıybeti yapılmışsa, helallik dilemek ne yazık ki imkânsız. O zaman onun için ömür boyu dua etmekten, onun adına iyilik yapmaktan başka çare kalamaz.

 Abdülkadir Geylani Hz.leri “Bir kişinin hakkında gıybet etti iseniz helalleşme imkânınızda yoksa tövbe edip yaptığınız amellerin sevaplarını o kişinin ruhuna bağışlarsanız umulur ki affedilirsiniz. Çünkü siz isteyerek amellerinizin sevabını vermezseniz yarın mahşer gününde zaten bu amellerin sevapları alınıp o kardeşinize verilecek” buyurarak yapılan gıybetin ne kadar zararlı bir alışverişe sebep olduğunu bizlere göstermeye çalışmıştır.

İbrahim Düssûki Hz.leri:

“Her kim gıybet ederse, sevabı gıybetini ettiği kimseye gider, günahı da kendisine gelir, dîni hüküm budur.” buyurmuşlardır. [3]

 Zalimleri aşağılamak dışında; tarihteki insanları eleştirirken haksızlık yapmamaya dikkat etmeli; herkesin hakkının ve onurunun Allah tarafından sonsuza dek korunacağını unutmamalıyız.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

Kimin arkasından gıybet yaptıysanız, suizan da bulunduysanız o kulun hakkıdır. Öldüğünüz zaman Cenab-ı Allah soracak;

“Sen bu kulumun hakkında gıybet yaptın, bunun hakkını ver” diyecek. O da kul hakkı oluyor. Eğer öyle bir şey yaptıysanız, hemen gidin;

“Senin hakkında şöyle konuştum. Senin aleyhinde şunu şöyle yaptık, özür dilerim” deyin, helallik isteyin.

Bir kişi geldi. Burada o kadar arkadaşın içerisinde kalktı. Bana;

“Ben sana gıyabında olsun, diğer yer de olsun, oturduğumuz yerde olsun, cemaatle olsun çok sövdüm, kızdım, aleyhinde konuştum. Sakalınla uğraştım, seninle uğraştım, şöyle yapıyor, böyle yapıyor dedim ama şimdi ise pişman oldum, bu kadar arkadaşların yanında hakkını helal et”, dedi.

Ben de;

“Helali hoş olsun. Allah senden razı olsun. Sen er kişisin sen nefsine zulm eden, hakikati anlatan insansın. Sen hakiki dostsun. Hakkımız helali hoş olsun, müsterih ol”, dedim.

Bugünden başlayarak, gıybetlerini bilmeden yapabileceğimiz ihtimaliyle, tüm tanıdığımız insanlarla ilk karşılaşmamızda mutlaka helalleşmeli, hatta helalleşmeyi periyodik bir alışkanlık hâline getirmeliyiz. Aksi halde burada birkaç günde tamamlayabileceğimiz helalleşme faslını ihmal etmemiz, haşir meydanında binlerce yıl beklememize mal olabilir.

Gıybetini yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tüm hayatlarının rahmetle ve ihsanla kuşatılması için, ısrarlı ve vazgeçmeden gizli dualarda bulunmalıyız. Tüm bunları yaparken, bilhassa vefat edenlerin ve toplulukların bir daha gıybetini yapmamak için de ilâhî yardım dileğimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü bu tür gıybetlerde helalleşmek pratik olarak neredeyse imkânsız gibidir.

Bir adam Hasan-i Basri Hz.lerine gelip "Falanca kişi, senin hakkında şunları söyledi", diyerek onun gıybetini yapınca, aralarında söyle bir konuşma geçti:

 - Ne zaman söyledi?

- Bu gün

- Nerede?

- Evinde

- Onun evinde ne yapıyordun?

- Ziyafet vardı, onun için gitmiştim.

- Orada ne yedin?

- Sekiz çeşit yemek vardı, hepsinden yedim.

Bunun üzerine Hasan-i Basri:

- Sekiz çeşit yemeği karnına sığdırdın da bu sözü sığdıramadın ha? diyerek adamı  yanından  uzaklaştırır.

 Sadi-i Sirazi gülistan kitabında der ki;

 Hatıramdadır, çocukluk çağında ibadete, gece ibadet için kalkmaya, zühde ve takvaya hevesliydim. Bir gece babamın hizmetinde oturmuş, bütün gece göz yummamış aziz Kuran-ı okumuştum. Ev halkı yanımızda uykudaydı. Babama şöyle dedim:

-Ne olur şunlarda kalkıp iki rekât namaz kılsa, öyle bir gaflet uykusuna dalmışlar ki sanki uyumuyorlar, ölmüşler.

Babam şöyle dedi;

-Canım oğlum halkı çekiştireceğine keşke sen de uyusaydın.

Rabbim hem fani  dünya hayatımızı hem de baki ahiretimizi kendi dillerimizle zayi etmekten bizleri muhafaza eylesin

 

 


[1] Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b. Hanbel, II/384, 386

[2] Hucurat suresi,12. ayet

[3] Tabakatü'l Kübra




Okunma Sayısı : 6814

Soru Tarihi: 3/18/2016

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *