Sayfa Yükleniyor

Abdullah Baba Hz.lerinin 9. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Vel âgıbetü lil müttegîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina ve nebiyyina ve şefîina Muhammed. Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmeîn ve nahnü alâ zalike mineşşakirin eş-şâhidine bi kalbin selim…

Euzü billahimineşşeytanirracîm, Bismillahirrahmanirrahim…

“Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” ﴾Bakara-269﴿

Allah'a karşı fütursuz bir iman ve teslimiyet, Cenabı Muhammed-ül Mustafa Aleyhissalatü Vesselama noksansız itimat ve bağlılığın müstesna örneği olan Üstadımız, Pirimiz Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerinin Hakk'a vuslatının 9. yıldönümü münasebetiyle toplanmış bulunmaktayız.

Üstadımızın ahirete irtihali fani âlemden baki âleme göç olmakla birlikte, bir “Şeb'î Aruz” yani sevenin sevdiğine kavuştuğu, diğer bir ifadeyle aşığın maşuğuna kavuştuğu bir an, bir zaman dilimidir. Şöyle ki:

Üstadımız hastalandıklarında hepimiz dualar ettik; “Ya Rabbi! Hayırlı ömürler ver. Sağlık, sıhhat, afiyetler ver.” diye. O ise bize dedi ki, “Evladım! Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah'a gitmeye çalışıyorum. Sizde dualarınızla Beni arkamdan çekiyorsunuz, önüme set koyuyorsunuz. Bırakında çok sevmiş olduğum O Rabbime bir an önce ulaşayım.” Ve nihayet “(Onlar) Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.” ﴾Kamer-55﴿ ayeti kerimesi fetvasınca çok sevdiği Rabbine, aşk ve neşe içerisinde teslim oldu. Rabbim şefaatlerine nail kılsın inşallah.

Bu hal, bu durum Cenabı Muhammed aleyhissalatü vesselam Hazretlerinin ümmetine bırakmış olduğu bir mirastır. Aşk Eri Mevlana'mız, Cenabı Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerinin şebi aruzunu bize şöyle anlatıyor: “Âlemlerin Efendisi, Rebiulevvel ayında ahirete irtihalinin haberini önceden alınca geceleri uykuyu terk ettiler ve: 'Ey Yüceler Yücesi Dost! Sana kavuşma zamanı yakın. Allah'ım Beni bir an önce kendine kavuştur.' diye dua etti.”

Sonra, biliyorsunuz Hicri takvimde Rebiulevvel ayından önce safer ayı gelir.  Bu ay gelince Efendimiz (sav) buyurdular ki, “Kim Bana Rebiulevvel ayının girdiğini haber verirse Bende, Ona Cenneti müjdelerim.”

Sahabeyi kiramdan Ukkaşe (radıyallahu anh) Hazretleri -sahabeyi kiramın mürşidi kâmillerindendir- bir gün dedi ki: “Ya Rasulullah! Bugün Rebiulevvel ayının birinci günü!”

Hazreti Peygamber çok neşelendi ve “Ey Ulu Aslan! Cennet'te Sana mübarek olsun!” dedi. Efendimiz aleyhissalatü vesselam çok sevdiği Rabbine, “Allahümme er-Refik el-Âlâ, Allahümme er-Refik el-Âlâ, Allahümme er-Refik el-Âlâ – “Ey Allah'ım Yüce Dosta” diyerekten ruhunu teslim ettiler.

Görüyor musunuz ölümü düğün bayram edip aşk ve neşe içerisinde Allah'a gidiyorlar. Ama hidayeti kapalı olanlar da dünyayı gerçek âlem zannedip, dört elle dünyaya tutunuyorlar. Aşk Eri Mevlana Hz.leri diyor ki, “Tatlı suyun kıymetini bilmeyen kör kuşa, acı su Kevser görünür!”

Rabbim bizlere şuur ve idrak versin inşallah…

Şebi aruz yani neşe ile Allah'a kavuşmak sadece erkeklere mahsus değildir. Hazreti Aişe radıyallahu anha Annemiz: “Ben vefat ettiğimde naaşımı bekletmeyin! Tabutum giderken de kuru hurma dallarından yakında öyle götürün.” buyuruyorlar. Bir akşam vakti vefat ediyor. Hemen yıkayıp kefenliyorlar. Giderken de vasiyeti üzerine hurma dallarından yakarak götürüyorlar. Aişe Annemizin bu isteğinin manası şudur:

O gün için Arap toplumların da gelin alayı damat evine giderken hurma dallarını yakarlar, o şekilde gelini götürürlermiş. Yani Aişe Validemiz hal lisanıyla bize şunu anlatıyor:  “Ben çok sevdiğim Rabbime düğün bayram ederek gidiyorum.”

Rabbim şefaatlerine nail kılsın. Bu şekilde ölümleri de bizlere nasip eylesin inşallah…

Tabi Onlar vefatları ile sadece madde âleminden çekilmişler, mana âleminde yani gerçek âlemde varlıkları devam etmektedir. Eşrefoğlu Rumi Hazretleri buyuruyorlar ki: “Allah'ın eri mürşidi kâmiller ölmezler! Onlara ölü demek ancak bilmezlikten ve cehalettendir. Gerçi onlar bu âlemden çekilmişlerdir amma kendilerine tâbi olan tebaasını da arındırırlar, paklarlar ve her hallerine de tasarruf ederler. Mürşidi kâmiller bunlardır. Benim sözlerim sana garip gelmesin! Çünkü onlar ehli zikir, ehli safadır, ehli zikrin ancak bedenine ölüm ulaşır.”

Efendim Hazretlerinin türbesini biliyorsunuz. Orada çevre yolu var. Çevre yolunda uygulama yapan polislerden bir tanesi Efendim Hazretleri Cennet Mekân'a 3 ihlas 1 Fatiha'yı Şerifeyi okuyor ve bağışlıyor. Gece Abdullah Babamı rüyasında görüyor. Cennet Mekân polis memuruna diyor ki: “Evladım, namazlarını kılıyorsun ancak surelerinde eksikler var. Onları tamamlayıver de namazın tam olsun.”

İnsan şunu sormadan edemiyor: “Ölü olan kim!”

İmamı Rabbani Hazretleri öyle diyor Mektubat'ında:

“Allah'ın evliyası mürşidi kâmillerin hidayet nurları kâinatın her zerresine yayılır da onlarla ufak bir irtibata geçenlere hidayet, marifet ve iman ulaşır. Onun için Allah erlerine hiçbir şey yapamazsanız onların ismini zikredin.”

Çünkü Rabbimiz Zülcelal Hazretleri “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe-119) diyor. Efendimiz aleyhissalatü vesselam da, “Allah'a yakınlık peyda ediniz! Eğer Allah'a yakınlık peyda edemezseniz, Allah'a yakınlık peyda etmiş dostlarıyla dost olun ki onların bereketiyle Allah'a yakın olursunuz.” buyuruyor.  Onların simasına bakmakta bile Hak katında ecir ve sevap vardır. Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam buyuruyorlar ki, “Ali'nin simasına bakmanız, yüzüne bakmanız, Kabeyi Muazzama'nın kendisine nazar etmeniz gibi sevaptır.” Yani tecelliyatı subhaniyeye mazhar olduğunu, nazargâhı ilahi kılınmış bir gönül sahibi olduğunu anlatıyor. Onun için Aşk Eri Mevlana'mız der ki, “Kabeyi Muazzama'yı Azerin oğlu İbrahim aleyhissalatü vesselam yaptı. Kabeyi Muazzama, Beytullah olarak yani Allah'ın evi olarak geçer. Ama Allah-u Zülcelal Hazretleri orayı yaptığından beri bir defa oraya gitmedi. Şu gönlümde Allah'dan gayrı hiçbir varlık yoktur.” Çünkü Allah, dağlara taşlara engin denizlere sığmam mümin kulumun kalbine sığarım diyor. Ancak Allah erlerinin gönlü nazargâhı ilahidir.

Rabbimiz “Onların, rükû ve secde halinde, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.” (Fetih-29), simalarına bakarsanız onların simalarında itaat izini secde izini kulluk izini görürsünüz onlarda Beni hatırlatacak işaretler vardır, diyor. Geniş anlamda öyle olunca bir mürşidi kâmilin fotoğrafına bile bakmakta ecir ve sevap vardır. Bu söz size acayip gelmesin bir misal vereceğim:

Biliyorsunuz dergimizde Abdullah Baba'mın köşesi var. Abdullah Baba'mın o köşesini yaşlı bir hacı amcamız sürekli okurmuş. Kızı da bizden dersli, Efendim Hazretlerinin evladı… Elhamdülillah Efendimin resmine bakar bakar ağlarmış, Ömrümüz vefa etmedi Seni göremedik. Ama ne güzel bir varlıksın Sen. Allah'ın dostu olduğun simandan okunuyor Abdullah Baba…” diye ağlarmış. Bu hacı amcamız, rahmeti Rahman'a kavuşuyor. Ahirete irtihal ediyor. Kızı rüyasında babasını görüyor ve hacı amca, kızına diyor ki: “Evladım!  Abdullah Baba'dan Allah razı olsun ki ne büyük bir sultanmış! Daha ben ruhumu teslim ederken bana sahip çıktı. Dedi ki, Bizi hüsnü nazar ile seven, Bize muhabbet besleyene Biz fazlasıyla muhabbet besleriz. Onun için gel. Senin yanın, senin yerin Bizim yanımızdır, dedi beni Cenabı Peygamberle bile tanıştırdı.”

Evet, Rabbim yolundan ayırma bizleri. Bu söylediğim sözler tabiki zerre kadar hayrıyla şerriyle kayıtlara geçiyor. Ben söylediğim sözün vebalini taşıyorum ama hakikat şu ki bu sözler Abdullah Babam Hazretleri Cennet Mekânın söylediği sözlerden başka bir şey değildir.  Derviş olabilmek Ona evlat olabilmek de haliyle zor bir iştir.

Mevlana'mız Fihi Ma Fih adlı eserinde şöyle bir hadise anlatıyor:

Hazreti Peygambere adamın biri geliyor,

“Ya Rasulullah! Ben, sizin yolunuzda gideceğim” yani takva yolunda gideceğim, diyor.

Efendimiz adama diyor ki:

“Bu çok sıkıntılı bir yoldur. Bu takva yoludur. Buna tahammül edebilir misin?” 

O da: “Tabiî ki ederim ya Rasulullah!”

Aradan bir zaman geçti. Adam geldi:

“Ya Muhammed aleyhissalatü vesselam, şu dinini de şu yolunu da alda ben başka bir şey istemiyorum!”

Efendimiz adama ne oldu ki deyince,

Adam:

Eh! Senin yoluna girdiğimden beri çekmediğim çile, başıma gelmeyen sıkıntı kalmadı.

Birazda öfkeli söyleyince Cenabı Peygamber Aleyhissalatü vesselam adama döndü ve:

“Haşa! Haşa! Bizim yolumuz öyle bir yoldur ki “Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa-79) ayeti kerimesinin fehvasınca onu ancak gönlü temiz olanlar alabilir. Bizim yolumuz insanın enaniyetini, benliğini, kibrini, evlat sevgisini, makam sevgisini (genişleterek söylüyorum) insanı malayaniden ayırmadıktan sonra bu yol Allah'a vuslat buldurmaz. Git! Bizim yolumuzun haricimizde bir yol bul” dedi.

Peygamber aleyhissalatü vesselam Efendimiz şunu demek istiyor, “Bu yol insan olma yoludur. Bu yol meleklerin gıpta ile bakacağı bir yoldur. İnsanın meleklerden daha üstün seviyeye çıkabileceği bir yoldur. Eh zaten oraya çıkamasa ve bu yolda olmasa da Allah muhafaza “Kim, Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.” (Zuhrud-36) ayetinin muhatabı olur. Bu yol öyle bir yoldur ki insana yapmış olduğu zerre kadar hayrın da şerrin de kendisine döndüğü ve idrakine varabildiği bir yoldur.

Edindiğim tecrübe: Şu karşınıza bir ayna koyuyorlar. Bu yolda eğer aynaya gülümserseniz kendinize gülümsemiş olursunuz. Af buyurun, aynaya eğer tükürecek olursanız kendinize tükürmüş olursunuz. Yaptığınız ne varsa geri hemen size dönüyor.

Bakın Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam nasıl bir hadise yaşıyor: 

Bedir'de esirleri alıyorlar, kollarını bağlıyorlar. Cenabı Peygamber aleyhissalatü vesselam gece yatarken uyuyamıyor. Kollarında bir sızı başlıyor. Yatağından kalkıyor. Cebrail Aleyhisselam geliyor, “Ya Muhammed! Allah'ın Sana selamı var. Muhammedime söyle kolundaki ağrıların sebebi, esirlerin çekmiş olduğu acılardan dolayıdır. Onların kollarını çözsün, dedi.” diyor. Bir peygamber bile olsa, karşıda ki bir küffar bile olsa Allah'ın adalet sıfatının tecellisi her yerde her zaman tecelli etmiştir.

Öyle olunca derviş her halini her nefesini murakabe etmek zorundadır. Çünkü emmare nefsin emredildiği makamdır. Ayeti kerimede “Nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf-53) buyruluyor. Kâfirler münafıklar fasıklar bu nefsi emarededir. Allah muhafaza öldükleri zaman yeri cehennemdir. Bize kitapların anlattığı budur.

Eğer Allah hidayet ederse namaza niyaza başlar. Adam ikinci nefse çıkar Ayeti kerime de Allah-ü Teâlâ bu nefsten, “(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim” ifadesiyle bahsediyor. Herkes de kendini burada kontrol etsin. Namaz kılarsınız. Zikrullah yaparsınız. Arada yalan söylersiniz. Gıybet edersiniz. Hepimiz için konuşuyorum. Bunu da niye böyle yaptım diye levm ederiz. İşte bu “nefsi levvame”dir.

Eğer insan zikrullaha daim olursa, “Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur” (Rad-28) ayeti mucibince, Allah ı zikrettikçe bir üst tarafa çıkarsınız öfkenizin yerine sabır gelir kibrin yerine tevazu gelir. Allah-ü Teâlâ bu makam hakkında, “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki!” (Şems 7-8) buyuruyor.

Bu üç makamda bulunan insanlar zor bir durumdadır. Ancak, "Ey huzur içinde olan nefis!" (Fecr-27) ayetinde bahsedilen itminan olan, her şeye rıza gösterecek nefse gelirse o insanın nefsinin üzerine ruh hâkim olmuş olur. Yani yüzde elli bir beden ülkesine ruh hâkim olur. Böyle olduğu zaman bir kabristana bile gittiğiniz zaman, “essalamu aleyküm ve rahmetullah” dediniz; Abdullah Babama ve yahut da başka bir yere gittiniz “essalamu aleyke ya ehlel gubur” dediniz ve eğer cezalı bir ruh değil ise “aleyküm selam” cevabını işitirsiniz. Bu makam kabir haline vakıf olmaktır.

Kulun Allah'tan, Allah'ın kuldan razı olduğu “Radiye ve Mardiye” makamları vardır. Şu beş makamda görünen haller rüyalar dalgalı olur. Nefis ve şeytan karışır. Bu makamlarda görülen hale pek itibar olmaz. Ancak kişi altıncı nefis makamına geldi mi,

 “Bilesiniz ki Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus-62) ayetinin mazharı olur. Aşereyi Mübeşşere'nin makamı altıncı makamdır.

Bu makama derviş geldiği zaman üstadı onu çileyi erbaine sokar. Böylece ona seyri sülûk ettirir. Abdullah Babam seyri sülûkunu anlatırken şu ifadeleri kullanmıştı:

“Altıncı kata çıktım. Siyah bir nur berzahı vardı. Kâfirlerin, münafıkların, fasıkların ruhları oradaydı. Orada azap ediliyordu. Kabre yansıyan sadece güneşin şuası gibi olan hadisedir. Orada o ruhların içerisinde bulundum, önüme büyük bir duvar çektiler. Siyah bir duvardı. Orayı geçemedim. Sonra üstadımı çağırdım, “Dahılek Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri” dedim. Mübarek geldi, “Evladım hadi bakalım diyerek bir esma daha verdi ve Beni altıncı kattan çıkarttı. Sonra münadi, Ya Rabbi! Bu kulun Senden razı oldu. Bütün badireleri geçti, deyince hitabı izzet geldi, “Bende kulumdan razı oldum.”

İşte bu makam sâfiye makamı saflık makamıdır. İnsan bu makama geldi mi hiçbir şey olur. Bu makam bir damlanın bir ummana dahiliyeti gibidir. Kul Hakk'a vasıl olur. Allah-ü Teâlâ tekrar onu halka ulaştırır. Onun için altı nefis meratibi bir binanın altı katına benzer. Üzerindeki çatı da sâfiye makamıdır. Yani yedinci makam oluyor. Öyle olunca yedinci makamda kesinlikle seyri sülûk olmaz. Allah'ın veli isminin mazharı olduğu için velayet cüzünde fenafillah, bekabillah diye devam eder. Peygamberlerde nübüvvet yüzünde devam eder. Bu hadiseler ehline malumdur.

Bazen şunu diyorlar: Abdullah Babamın yolundayız ama biz tefsirde öğrenelim. Tasavvufun dışında şeriat ilimleri de öğrenelim…

E kardeşim Hazreti Ali Efendimizin karşısına Sıffın Savaşında Kuran-ı Kerim'i mızrakların ucuna bağladıkları halde çıktılar ve dediler ki: “Ya Ali! Seni Kuran'a davet ediyoruz”

Hazreti Ali Efendimiz dedi ki: “Yaşayan Kuran Benim. Ben mürşidi kâmilim. Siz gelin eğer Kuran'ı istiyorsanız Benim hayatımda görürsünüz.” Yani şunu anlatmaya çalışıyorum; Abdullah Babamın hayatının her zerresi Kuran'dan bir numunedir. Onun için kişi Abdullah Babama bağlıysa, Üstadının usul ve adabı neyse ona göre hareket etmek zorundadır.

Aşk Eri Mevlana'mız şöyle buyuruyor: “Ot yiyeni kurban ederler, zikrullaha ve hikmet yiyeni de Kuran ederler. Eğer Allah'ı bulmak, bilmek istiyorsan yırtık kitaplarda tozlu raflarda değil Allah'a vasıl olmuş bir kâmili mürşidin gönlünde ara!” Ve Üstadına sesleniyor Mevlana Hazretleri; “Ey Tebrizli Hak Şemsi! Sen olmasaydın, vallahi ne Allah'ı ne de Muhammed-ül Mustafa'yı bilirdim. Çünkü Sen, Bana İslam'ın özünü verdin.” Rabbim şefaatlerine nail kılsın.

Bu yolda tam bir teslimiyetle Hakka vasıl olunur. Emir Sultan Hazretleri -Abdullah Babamın da büyük dedesidir- bir dervişini bir şey aldırmak için Bursa çarşısına gönderiyor. Derviş gelirken Ulu Cami de Molla Gürani Hazretleri vaaz ediyormuş. Bari şuraya gireyim de vaaz dinleyeyim, diyor. Vaaz dinlerken Ulu Camii sallanmaya başlıyor. Hemen cemaat dışarı kaçışıyor, bakıyorlar ki dışarıda bir şey yok. Molla Gürani Hazretlerine diyorlar ki, “Efendim hadise sadece camiden ibaret.” Hemen murakabe ediyor ve “İçinizde bulunan Emir Sultan Hazretlerinin dervişi derhal dışarı çıksın.” diyerek keramet gösteriyor. Derviş dergâha gidince Emir Sultan Hazretleri “Evladım! Neyin eksikti de tamamlamaya gittin ve yahut da size neyi eksik bıraktık da siz başka yerlerde başka şeyler ararsınız?” buyuruyor. Rabbim ne aradığını bilenlerden etsin inşallah.

Abdullah Babamın himmeti de feyzi de bereketi de ziyadesiyle iniyor. Ama hocam ben alamıyorum! Çalışacaksın kardeşim! Diline sahip olacaksın. Allah'ın zikriyle hemhal olacaksın. Namazı niyazı zamanında, vaktinde yapacaksın. Böyle yaptığınız zaman o mana kapıları açılır. Bakın Hazreti Aişe Validemiz ne anlatıyor:

Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam Uhud şehitlerini ziyarete gidiyor. Geldiğinde, Aişe Validemiz Rasulullah Efendimizi kapıda karşılıyor. Hemen Rasulullah Efendimizin başına elini koyuyor, omuzlarına koyuyor!

Rasulullah Efendimiz diyor ki, “Ne yapıyorsun Ya Aişe!”

Aişe Validemiz, “Ya Rasulullah! Dışarıda yağmur yağıyordu. Ama Sizin üzerinize hiç değmemiş.”

Rasulullah Efendimiz hemen meseleyi anlıyor ve diyor ki, “Ya Aişe! O yağmur yağarken hangi hal üzereydin?”

Aişe Annemiz cevap veriyor: “Ya Rasulullah! Sizin ridanızı şöyle başıma aldım, la ilahe illallah diye Allah'ı zikrediyordum.” deyince, Rasulullah Efendimiz tebessüm ediyor:

“Ya Aişe! Sen dünya rahmetini, dünya yağmurunu görmemişsin; mana rahmetini görmüşsün, gayb âleminin rahmetini görmüşsün. O ancak sadıklar üzerine iner.” buyuruyor.

Öyle olunca demek ki gökyüzünden de baştanbaşa iman, neşe, muhabbet ve feyiz insanın üzerine inermiş. Çünkü Allah-ü Teâlâ “O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih-4) buyuruyor.

Huzursuz olursanız, kalbiniz daralırsa ki toplumun şu andaki en büyük hastalığı bu, “Buhran geçiriyorum, bi canım sıkılıyor…” vesaire; böyle durumlarda istiğfar edin. Allah-ü Teâlâ Hz.leri ayeti kerimede “Allah hem sıkar hem açar,” (Bakara-245) buyuruyor.

Mevlana Hazretleri diyor ki “Eğer böyle sıkarlarsa derhal tövbe istiğfar edin ki gönlünüz ummanlar gibi açılıversin.”

Allah'ın zikri dedik. Allah'ın zikrini sakın dilinizden ve gönlünüzden düşürmeyin “Ve onlar gibi olmayın ki Allah'ı unutmuşlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuştur. Onlar ki hep fasıklardır” (Haşr-19)

Biri Musa Kelimullaha diyor ki: “Ya Musa! Turi Sina'ya varınca Rabbine de ki, falanca kulun Sana hiç itaat etmiyor, Seni anmıyor, ibadette bulunmuyor, zekâtını vermiyor… Rabbine böylece sor”

Musa Aleyhisselam Turi Sina'ya gidince edep ediyor, soramıyor. Her şeyden Hâbir ismiyle haberdar olan Allah-ü Teâlâ diyor ki, “Ya Musa! Oradaki adamın durumunu anlatmayacak mısın?”

Musa Aleyhisselam: “Ya Rabbi Sana malum” diyor.

Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ya Musa! Ona de ki kendisini kendisine unutturdum. Kendisine ismimi andırmıyorum.  Böyle bir nimetten onu uzaklaştırdım. Dünya onun olsun.”

Rabbim bizleri böyle etmesin, ne istediğini de bilenlerden etsin inşallah.

Son söz olarak:

Aişe radıyallahu anha Hazretleri, Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerini içerde bulamıyor. Odasında bulamayınca acaba diğer hanımlarının yanına mı gitti, diye çıkıyor. Orada da bulamıyor. Rasulullah Efendimizin hususi olarak namaz kıldıkları bir oda varmış. Oraya giriyor, gecede karanlık tabi şimdiki gibi ışıklar yok. Rasulullah Efendimiz kimsin deyince Aişe Validemiz, “Benim ya Rasulullah” diyor.

Efendimiz: “Hayırdır Aişe!”

Aişe Validemiz:

“Ya Rasulullah! Sizi evde bulamayınca dışarılarda aradım. Nihayet buldum.”, diyor.

Rasulullah Efendimizin sözü çok manidar:

“Ya Aişe! Ben kimi ararım Sen kimi ararsın!

Ben karanlık gecelerde Rabbime niyaz ederim, Sende ne ararsın!”

Allah Rasulü bin dört yüz sene öncesinden bize şunu anlatıyor:

Ben ne için var oldum ne için sizlere davette bulundum. Sizler ne arıyorsunuz ne yapıyorsunuz!

Rabbim, Abdullah Babamın hürmetine, Rasulullah (sav) Efendimiz aleyhissalatü vesselam hürmetine bizi istikametten ayırmasın, bu yollarda daim kılsın inşallah.

 

Allah hepinizden razı olsun. Haklarınızı helal edin.