SORU ARA

SORULAN SORU

Tövbe edip Allah yoluna gelen insanların geçmişini yargılamak, onların ayıplarını araştırıp hüküm vermek doğru bir davranış mıdır? Bir de kişi tasavvufa girdiği vakit geçmişiyle alakalı tasavvufun ne gibi bir tasarrufu olur?

CEVAP

Bir kimse geçmişinde iyi veya kötü bir şekilde bir hayat yaşamıştır. Kişi Allah’a yönelip, geçmiş yaşantısında yaptığı kötü şeylere tövbe edip, bu hayatından nedamet duyduktan sonra o kimsenin geçmişiyle ilgili konuşmak, o kimsenin geçmişini yargılamak veya sorgulamak haşa kendisini Allah yerine koymakla eşittir.

 

Neden;

 

Din gününün sahibi Allahu Teâlâ’dır. Fatiha suresinde "Din gününün, hesap gününün tek hâkimidir." [1] diyor Yaradan.

 

İbn-u Abbas: «Din günü, mahlûkatın hesap günüdür. O gün kıya­met günüdür. Allah insanları amelleriyle muhakeme eder. Ameli hayır ise, karşılığını hayır verir, ameli şer ise, karşılığını şer verir. Ancak affettiği kimseler müstesnadır.»

 

Hükmü verecek olan, af ve mağfiret edecek olan kudret ve kuvvet sahibi Yüce Allah’tır. Bu insanlar kim oluyor da kişileri kendilerinde yargılama yetkisini buluyor.

 

Hz. Ömer’i düşünün, İslamla şereflenmeden önce putlara tapan, cahiliye topluluğunun getirmiş olduğu adetler üzerine kendi kız çocuğunu toprağa gömen bir Ömer.

 

Bu büyük insana, Müslüman olduktan sonra, zaman zaman cahiliyede geçen hayatı­ sorulduğunda;

 

“Hatırladığım iki şeyden birine ağlar, diğerine de gülerim. Ağladığım şey, kı­zımı diri diri toprağa gömdüğümdür. Güldüğüm de, helvadan putlar yapar, acı­kınca da yerdik!”

 

 “Biz kızlarımızı diri diri toprağa gömerdik, bende annesinin giydirdiği yeni elbiselerle kızımı gömmek için kazdığım kuyunun yanına götürdüm, ben kızımı kuyunun içine koyarken rüzgârın etkisiyle, elbisemin üstüme, sakalımın arasına kumlara geliyordu. Ben onu gömecekken yavrum elbiselerimin üzerindeki, sakalımdaki toprağı temizliyordu. Bu olayı hatırladıkça çok ağlıyorum.”

 

İşte kendi yavrusunu ağlaya ağlaya o kuyunun içerisine basıp, üzerine taşı toprağı doldurup öldüren bir Ömer görüyoruz.

 

Sonra Efendimiz (sav) Hz.lerinin huzuruna gelip İslam olan, ömrünü İslam’a adayan bir Ömer görüyoruz. 1400 yıldan beri de Allah ondan razı olsun diyoruz, Allah’ın şefaatine mazhar olsun diyoruz. Rasulullah Efendimiz(sav);"Benden sonra bir peygamber gelseydi bu Ömer olurdu."[2] buyurmaktadır.

 

 Şimdi kalkarda Hz. Ömer (ra) Efendimiz geçmişini yargılarsak bu ahmaklık olur.

 

Allahu Teâlâ cümlemizin kusur ve ayıplarını settar ismi şerifiyle setretsin, Gaffar ismi şerifiyle af ve mağfiret etsin. Bizler hiçbirimiz günahsız değiliz, hepimiz günahkârız. Allah bizim ayıplarımızı setretsin, günahlarımızı da affetsin diye biz Allah yoluna girmiş insanlarız.

 

Kişi geçmişinde işlemiş olduğu günahlara tövbe etmiş, nedamet duymuş, kötü hal ve hareketlerinden rücu etmişse Allahu Zülcelal Hazretlerinin onu affetmesi umut edilir.

 

“Ey iman edenler, nasuh tövbe ile tövbe edin ki Allah da sizin kabahatlerinizi affetsin ve altlarından ırmaklar akan cennetlerine koysun.” [3]

 

Rasulullah (sav) efendimiz;

“Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” [4]

 

Cenabı Vahşi, Hazreti Hamza (ra) şehit etmedi mi?

 

Mekke fethedildiği gün, Vahşî, Mekke’den kaçtı. Bir zaman uzak yerlerde kaldı. Sonra pişman olup, Medine’de mescide gelip, selam verdi. Rasulullah (sav) Efendimiz selamını aldı. Vahşî dedi ki:

 

- Ya Rasulullah! Bir kimse Allah'a ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, Rasulullahı canından çok seven biri olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir?

 

Rasulullah Efendimiz buyurdu ki:

 

- İman eden, pişman olan af olur. Bizim kardeşimiz olur.

 

- Ya Rasulullah! Ben iman ettim. Pişman oldum. Allah Teâlâ'yı ve Onun Resulünü her şeyden çok seviyorum. Ben Vahşi’yim. dedi

 

Tövbe etti, Rasulullah efendimize geldi, İslamla şereflendi Müslüman odu.

 

Müseylime-i Kezzab gibi bir sahte peygamberi Resûl-i Kibriyâ Efendimizin ebediyet âlemine irtihalinden sonra, Vahşi bin Harb, Hz. Hamza'yı şehid ettiği mızrağıyla öldürdü.

 

Biz cenab-ı vahşiye Radiyallahuanh diyoruz değil mi?

 

Üveysi veli, büyük sultan, ümmilerin piri Veysel Karani Hz.lerine soruyorlar;

 

Sahabe-i kiramdan cenab-ı Vahşi Hz.lerinin derecesi ile ilgili ne söylemek istersiniz?

 

Veysel Karani Hz.leri; “Acaba Allah’ın dostlarıyla sahabe i kiram arasında nasıl bir fark var diye Alem u Manada baktım da derece olarak Cenabı Vahşinin ayak topuklarına gelemedim.” diyor.

 

İmam-ı Rabbani (ks) Hz.leri el-Mektubat isimli eserlerinde Üveysi’l-Karnî (Veysel Karanî) hazretlerinin omuzları, ashabın en aşağı derecesinde bulunan Hz. Vahşî’nin (ra) ayakları altındadır, ashaptan olması hasebiyle ondan faziletlidir”[5] buyuruyor.

 

Hiç kimsenin dünü ve geçmişteki bir hatası, o kimsenin alnına yapışmış bir utanç tablosu değildir.

 

Kişi tövbe ediyor, namazına başlıyor, bir mürşidi kâmile intisap edip derviş olmaya çalışıyor. Hemen kendini bilmezin birisi çıkıp, şeytanın tellallığını yaparak; “Eline tespihi almış, Allah diyor utanmadan, daha dün ne haltlar yediğini herkes biliyor, biz beraber ne işler yapardık.” diyor. Şeytan konuşturuyor.

 

Şunu da unutmamak gerekir; Affedilmeyen hiçbir kul bu rahmet kapısından içeri girmez. Affedilmeyen hiçbir kul bir mürşidi kâmilin eteğinden yapışmaz, yapışamaz. Maneviyat buna fırsat vermez. Eğer tersi söz konusu olacaksa şu veya bu sebeplerden ötürü uzaklaştırılır.

 

Bir kimsenin kusurunu araştırmayın, casusluk yapmayın.

 

Ayet i kerimede. "Ey iman edenler! Zandan çok kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah 'tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir" [6]

 

Kendi ayıbını bırakıp başkasının ayıbıyla meşgul olmak, bir çeşit ahmaklıktır.


Akıllı insan başkalarının kusurlarını değil kendi kusurlarını dert edinir.

 

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:


"Kendi kusurlarıyla uğraşıp insanların ayıplarıyla uğraşmaya fırsat bulamayan kişiye ne mutlu!" [7]

 

Bizim görevimiz başkalarının kusurlarını araştırmak değil, bilakis gördüğümüz kusurları, örtmektir.

 

Mevlana Hazretleri “ Ayıp gören, kusur araştıran kadar kusurlu bir kimse daha görmedim” diyor.

 

Başkalarının kusurlarını araştıranlar, bilerek ya da bilmeyerek kendileri de kusur işlemiş olurlar. Mevlana Hazretleri bunu zihnimize nakşetmek için Mesnevisinde şöyle bir olay anlatır:

Dört Hintli mescide girip namaza durdular. Bu sırada müezzin geldi. Hintlinin biri, namazda olduğunu unutarak ona: Ezanı okudun mu, yoksa namaza daha vakit var mı? diye sordu.

Öbür Hintli, namazda iken, sus be dedi, söz söyledin namazın bozuldu.

Üçüncüsü, ikincisine, amca dedi, ne diye onu kınamadasın, öğüdü kendine ver, senin de namazın bozuldu.

Dördüncüsü, Allah’a hamdolsun dedi, üçü gibi ben de kuyuya düşmedim.

Hz. Mevlana bunu anlattıktan sonra şöyle der: “Dördünün de namazı bozuldu; şunun bunun ayıbını söyleyenler daha da fazla yol yitirmişlerdir.

Ne mutlu o kişiye ki kendi kendinin ayıbını görmektedir. Kim ki birisinin ayıbını görürse, o ayıbı kendisinde bulur.

Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın. Günün birinde o ayıp sende de meydana çıkabilir.” [8]

 

Eğer siz bir müminin bir ayıbını bir kusurunu dile getirip söyleyecek olursanız;

 

Rasulullah (sav);"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."[9]

 

Eceliniz gelmiş olsa bile Allah ecelinizi tehir eder ayıpladığınız ve kınadığınız şeyi size yaşatır ondan sonra ruhunuzu kabz eder diyor. 

 

Kişi tövbeyi istiğfar eder, Allahu Teâla Zülcelal hazretleri affeder veyahut affetmez. Peygamberi ahlak sahibi olan bir insan bir başka müminin kusurunu görmez.

 

Bir gün Abdullah Babanın yanına bir hoca geldi ve konuşmaya başladı. Baba buraya gelirken yolun karşısında bir kadın var deyince, Cennet Mekân daha hocanın sözünü tamamlamasına fırsat vermeden “Hoca! Hoca! Aklını başına al, kadının ne olduğunu, kim olduğunu sana kim soruyor. İşine bak! İşine bak! Müslüman adamın bu tür şeylerle işi olmaz. Müslüman ayıp araştırmaz diyerek hocayı ikaz ve irşatta bulundu.

 

Cennet Mekân ayıp araştıran bir insan görürseniz; “Bu insan kadar alçak bir adam daha yeryüzünde yoktur.  Bunu böylece bilin evladım. Bu tür meselelere sakın ha sakın girmeyin velev ki bir kardeşiniz bir Müslümanın bir insanın eksiğini ve kusurunu görürseniz deyin ki: Allah’ım o kardeşimi o halden uzak eyle Allah’ım bizi de o hale düşmekten beri eyle.  ”

 

Bişr-i Hâfî (ks) şöyle demiştir: "Din kardeşini gıyabında çekiştirip yüzüne karşı sevgi gösterisinde bulunan ve onu övmek için âdeta yarışan kişiye gerçekten şaşıyorum. İnsanların namuslarına dil uzatıp dururken Allah sevgisinden dem vuran kişi yalancıdır,çünkü o şeytandır, şeytan ise Allah'ın düşmanıdır." [10]

 

Eğer bir insanın kötü bir halini görüp çevremize yayarsak eğer biz olmasak bile bizim neslimizden birisini Allahu Teâlâ sigaya çeker.

 

Demek ki görürsek ne yapacakmışız? Kör olacakmışız.

 

Duyarsak ne olacakmışız? Sağır olacakmışız.

 

Bilirsek ne olacakmışız? Lal olacakmışız,konuşmayacakmışız.

 

İmam Şa'rânî (ks) şöyle nasihatte bulunur:

 

"Kardeşim dilini tut, kimseyi çekiştirme. İnsanların kusurlarını araştıranın yakasına yapışılır. Müslüman kardeşinin bir kusurunu gördüğünde kendini unutma, bilakis senin görevin gördüğün bu kusurla kendi ayıplarını hatırlamandır, zira insanın tabiatı birdir; başkasının yaptığı şeyi senin yapman da mümkündür." [11]

 

Râbia el-Adeviyye şöyle demiştir: "Kul, Allah sevgisini tattığında Allah Teâlâ ona kötü amellerini gösterir. O bundan sonra halkın ayıplarıyla uğraşmaya fırsat bulamaz." [12]

 

Birde İslamı emir yasakları yerine getirmeye başladığımız zaman, namaz kılmayanları, başı açık bayanları kınayan insanlardan olmayalım. Onlar için dua edelim, İnşallah.

 

Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî (k.s) anlatıyor: Daha çocukken ibadeti sever, gece kalkar namaz kılardım. Aynı şekilde günahtan da sakınırdım. Bir gece babamın hizmetinde bulunuyordum. Bütün gece uyumadım ve Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmadım. Yanımızdaki insanlar horul horul uyuyordu. Babama, “Ne olur, şunlardan bir tanesi olsun başını kaldırıp da iki rekât namaz kılsa … Ölüler gibi yatıyorlar!” dedim. Babam dedi ki: “Evladım, keşke sen de uyusaydın da onların gıybetini yapmasaydın!” Gururlu kimse kendinden başkasını görmez, onun gözünün önünde ayırıcı perde vardır. Hakikati gören bir göze sahip olsaydı, kendisinden düşkün kimseyi görmezdi.

 

Allah’ım hepimizi hataya düşmekten, günah işlemekten kusurlu ve kusur araştıran kimselerden olmaktan hıfzı muhafaza eylesin.

 



[1] Fatiha, 1/4

[2] Tirmizî, Menakıb ,48.

[3] Tahrim, 66/8

[4] İbn Mace, Zühd 30

[5] el-Mektubat

[6] Hucurât, 49/12

[7] Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10563; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2/42 (nr. 1671).

[8] Mesnevi ve Şerhi, II, 425-426.

[9] Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778; bk: Keşfu'l-Hafa, 2/265

[10] Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 334

[11] Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 334.82

[12] Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin





Okunma Sayısı : 13394

Soru Tarihi: 1/23/2016

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *