SORULAN SORU

Bir insan  Mürşidi Kamile bağlanmadan kendi kendine Allah’a vuslat olabilir mi?

CEVAP

Rabbimiz Zül Celal Ve Tekaddes Hz.leri ayeti celilesinde;

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla (Salihlerle) beraber olun.” [1]  Başka bir ayeti kerimesinde “teşâbehet kulûbu-hum” “Onların kalpleri birbirlerine benzedi” [2] Buyurmaktadır.

Rabbimizin bize bahşettiği bu ilahi reçetelerde insanın psikolojik olarak bir biriyle aynileşebilen bir varlık olarak yaratıldığı beyan olunmaktadır. Aynileşme; Bir başkasının vasıf, davranış ve hususiyetlerinin, benimsemek demektir. Bu hayır yönünde de olabilir şer yönünde olabilir. Peygamber Efendimiz (sav) Hz.leri “Kişi sevdikleriyle beraberdir.” [3] Buyurmuştur. Salihleri seven salih, şakileri seven şaki olur. Fena adamlarla ülfet eden, kötü ahlak sahibi olur. Ariflerle sohbet eden de güzel hasletler kazanır. Onun için mümin, hemhal olacağı insanların arif ve hüsnü ahlak sahipleri olmalarına dikkat etmelidir. İşte insanın Hayır yönünde, Allaha Vuslat yolculuğunda muhakkak kendisiyle aynileşecek bir rol model yani kendisine rehberlik edecek bir varlığa ihtiyaç duyarlar ki bu ihtiyaç duyulan kişi Peygamber Efendimizin (sav)  varisi olan Mürşidi Kamillerdir. Mürşidi Kamil olan zatların her hali, her durumu sireten ve sureten Hz. Peygamber’i (sav) anlatır. İşte insanın Allaha vuslat yolculuğunda muhakkak kendisine rehberlik edecek bir öncü olacak bir kişiyi görmesi lazım ki o gördüğü zattaki hal ve durumu kendisine benzeterek, kendine uyarlayarak, onunla aynileşerek hak ve hakikate yol bulabilsin.

(Habibim, ya Muhammed!) De ki: 'Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tâbi' olun ki, Allah (da) sizi sevsin ve günahlarınızı size bağışlasın!' [4] Ayeti kerimede tabi olmak (ittiba) terimiyle inanan insanların Allahu Teâlâ’nın sevgisine mazhar olmak, günahların bağışlamasını istiyorlarsa Hz. Peygambere aynen benimsemeleri ve Onunla özdeşleşmesi gerektiği ifade ediliyor. Sahabeyi kiram Hz.leri Peygamber Efendimizin (sav) her halini taklit ederek onunla aynileşerek Allaha vuslat oldular.

Mürşidi-i Kamil olan zatlar Allahu Teâlâ Zül Celal Hz.lerinin kendilerine vermiş olduğu yetki ve Hz. Peygamber (sav) Hz.lerinin varisi olmaları hasebiyle kendilerine tabi olanlara, kiminin farkına varıp kiminin farkına varmadığı himmet ve feyiz yüklerler. Ayeti Kerimede; “İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.” [5] Buyrulmuştur.

Bu zatlar sadece insanın zahirini temizlemez aynı zamanda iç âlemine de nüfus ederek himmet ve feyizleriyle takviye ederler. Tabi olan kişi Allahu Teâlâ Zül Celal Hazretleri ne yakınlaşmaya, yakınlık peyda etmeye başlar.

Bayezid-i Bestami Hz.lerine müracaat eden bir derviş:

-Beni Allah’a yaklaştıracak bir amel tavsiye et.” deyince Bayezid-i Bestami Hz.leri ona şu nasihatte bulunmuştur:

-Allah’ın veli kullarını sev! Sev ki onlar da seni sevsinler. Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allah, o ariflerin kalplerine her gün 360 defa nazar eder. Onlardan birinin kalbinde senin adını görürse, seni bağışlar!…”

Şeyh Sadi Hz.leri;

Ashab-ı Kehf’in köpeği sadıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı. Namı Kur’an-ı Kerîm’e ve tarihe geçti. Lût Peygamberin karısı ise fâsıklarla beraber olduğu için küfre duçar oldu.”

Yine Şeyh Sadi Hz.leri Gülistan adlı eserinde;

“Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil verir. Kilden, ruhu okşayan enfes bir rayiha yayılır. Adam kile sorar:

“-A mübarek! Senin güzel kokunla mest oldum. Haydi, söyle, sen misk misin, amber misin?”

Kil ona cevaben şöyle der:

“-Ben misk de amber de değilim. Alelâde bir toprağım. Lâkin bir gülfidanının altında bulunuyor ve gül goncalarından süzülen şebnemlerle her gün ıslanıyordum. İşte hissettiğiniz, gönüllere ferahlık veren bu rayiha, o güllere âittir.”

Hikâyede işaret edildiği üzere samimiyet, teslimiyet ve tevazu ile gönüllerini Hak dostlarının önüne serenler, talibi oldukları güzelliğin akislerinin görüldüğü yer hâline gelirler. Tıpkı gökteki ayın, kendine ait bir ziyası olmamasına rağmen, güneşe dönük olan yüzünün aldığı nur huzmelerini aksettirmek suretiyle güneşin bir hususiyetinden hisse alması gibi.

Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri;

Bazı âlimler, ulemalar Kuran’a ve Sünnet’e bağlı olduğu müddetçe ehli Tasavvuf gibi yaşayanlarda da Cenabı-ı Zülcelâl Hazretlerinin evliyası olur, diyorlar. Evet, doğrudur. Fakat bu nadirattandır. Tarikata girenler ile girmeyenlerin arasındaki fark dağdaki olan meyveyle bahçedeki olan meyvenin arasındaki fark gibidir, çünkü bahçede yetişen meyvenin bir bahçıvanı olur. Toprağını havalandırır, temizler gübresini atar suyunu verir, aşısını yapar. Çiçeklendiği zaman onun flitini verir, haşerelerden korur. Mümbit bir şey olur.

Ama diğer taraf da kendi başına zikreden, ne nefsi levvamede olduğunu bilir ne mülhimede olduğunu bilir. Oda meyvedir ama bu meyve kendiliğinden olur, sahibi olan meyve gibi olmaz. Doktoru olan hastayla doktoru olmayan hasta gibidir. Doktoru olan hasta ilaçlarla ameliyatla tedavi olur. Doktoru olmayan da sabır Allah sabır Allah der. O hastalığı çeker. Yinede Allah’a dost olur ama çeke çeke gider.

Mürşidi kâmile bağlı olan ise sıhhatli gider. Başka bir misal verecek olursak;  nasıl devletin askeriyesi varsa nasıl orduda bir çavuşun, onbaşının, başına bir sıkıntı gelse bir tehlike olsa o ordunun generali hemen emir verir ve birden o sıkıntı çözülür. Sivilde ise kahvede birini öldürseler onun katilini bile bulamıyorlar. Niye, sahiplenen yok, değil mi. İşte tarikata giren insanda manevi askerdir. Manevi askerinde bir arayanı olur. Maneviyat, evliyaullah da onları arar, onları kollar ve gelecek hadiseleri onlara bildirir ve uyarır aradaki fark budur.

Mezhep sahibi olan, İmam-ı Şafi Hazretleri ve İmam-ı Ahmet bin Hanbeli Hazretleri de, ümmi bir zat olan, Şeyban-ı Rai (ks) Hazretlerine müntesip olmuşlardır. Yine büyük âlim ve müfessir olan İmam Şarani Hz.leri de ümmi bir zat olan Ali Havas (ks) Hz.lerine intisap etmiştir. Hem mezhep imamlarımız da hem de diğer büyük ilim sahibi imamlarımızda da tarikata suluk edenler çoktur. Çünkü tarikat, şeriattan ayrı bir şey değildir. Beraberlerdir.

Hakikate ve marifetullaha ulaşabilmek için ancak gerçek bir mürşidi kâmilin terbiyesinden geçmek gerektir.

Kur’an-ı Azimüşşan da Rabbimiz Zül Celal Ve Tekaddes Hz.leri bize haber veriyor. İbrahim (as) yıldızları, ayı görüyor bunlar benim rabbim olabilir, diyor. Ayı güneş doğuncaya kadar takip ediyor. Güneş doğup ta ayın ziyası kaybolduğunda bu sefer benim rabbim güneş diyor ta ki güneş batıncaya kadar. Düşünmeye, aklıyla bu hadiseleri çözmeye çalışırken Allahu Teâlâ Zül Celal Hz.lerinin vahyi ilahisi tecelli buluyor;

“Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım! Benim Rabbim, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tır! Ben Hanif olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” [6]

İbrahim (as) Allahu Teâlâ’ya ram oluyor. Dolayısıyla Allaha vuslat bulmak isteyen bir kimse muhakkak ki Allah a vuslat bulmuş bir kimsenin manevi himmet ve feyziyle ancak Allaha vuslat bulabilir. Ben aklımla giderim diyenler çıkabilir. Evet, gidersin ama nereye kadar gidersin? Aklın nereye kadar yetiyorsa oraya kadar gidersin.

Rabbim bizler üstadımızın ışığında kendisine vuslat eden kullarından eylesin inşallah.

 

 

 



[1] Tevbe Suresi 119

[2] Bakara Suresi 118

[3] Hadis-i şerif, Tirmizî, c.5, Zühd 50, h.2390

[4] Ali İmran Suresi 31

[5] Mucadele Suresi 22

[6]  En’âm Suresi 79




Okunma Sayısı : 5464

Soru Tarihi: 4/12/2018

Yorumlar
Bu soruya ait yorum bulunmamaktadır.
Bir Yorum Yazın
Adı Soyadı *
E-Posta *
Yorum *