SORU ARA
RASTGELE SORU İNCELE
SON SORULAN SORULAR
EN ÇOK OKUNAN SORULAR
SORULAN SORU
Ahir zaman fitnelerinden korunmak için ne yapmalıyız?
CEVAP
Ahir zaman fitnelerinin ümmeti Muhammed üzerine sağanak sağanak yağdığı bir zamanı ve dönemi yaşıyoruz. Peygamberimiz (sav) mucizeyi peygamberiye olarak ümmetinin bugün başına gelen hadiseleri bindörtyüz küsur sene önce haber vermiş, ümmetini dikkatli olmaya davet etmiştir.
Huzeyfe (ra) Hazretleri buyuruyorlar ki:
Allah’ın Rasulü (sav) sabah namazını kıldırdı ve bize sohbet etmek için minbere çıktılar. Taki öğle vakti girene kadar Efendimiz aleyhisselatü vesselam sohbet ettiler. Sonra bize namazı kıldırdılar. Sohbete kaldıkları yerden devam ettiler. İkindi vakti girdi. Tekrar namazı kıldırdılar ve ümmetinin başına kıyamete kadar gelecek bütün hadiseleri tek tek anlattılar.
Bizde kendisine dedik ki “Ya Rasulullah, bahsetmiş olduğunuz bu felaketler bu sıkıntılar ümmetin başına ne zaman gelecek?”
Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Gününüzden arta kalan kadardır.” buyurdular. Biz güneşe baktığımızda nerdeyse dağın arkasına doğru geçmek üzereydi.
Rahmet Peygamberi zikredeceğimiz hadiseleri ümmetine ahir zamanda meydana gelecek tuzaklara düşmemesi adına öğütlemiştir.
Efendimiz (sav) buyurdular ki, “Ümmetim ahir zamanda yetmiş üç fırkaya ayrılacak”,(meşayıhı kiramın şöyle bir ifadesi var,“Bu hadisi şerif ile ilgili belki Efendimiz aleyhisselatü vesselam çokluktan kinaye olarak yetmiş iki dedi. Belki bin fırkaya ayrılacak dediler.”)Yetmiş ikisi fırkayı daalle sadece bir tanesi fırkayı naciyedir.”
Sahabeyi kiram sordular “Ya Rasulullah! Bu bir fırkayı naciye kimdir?” Selamete çıkanlar kimlerdir, Peygamber Efendimiz (sav) Hz.lerinin vereceği cevaba çok dikkat etmeliyiz.
Allah Rasulü Benim ve Ashâbımın yolu üzere olan fırkadan başka hepsi cehenneme gider. [1] buyurdular. Şimdi ehlisünnet velcemaat olduğunu iddia eden ama şeytanın tuzaklarına düşmüş olan farklı meşrep ve mezhepte karşımıza çıkan nice insanları görüyoruz.
İbni Mesud (ra) Hazretleri şöyle bir hadise anlatıyor:
Allah’ın Resulü ile sohbet ediyorduk. Efendimiz (sav) yere düzgünce bir çizgi çizdiler ve dediler ki,
“Ey ashabım, işte bu sıratı müstakim olan yoldur.” Sonra kenarına çizgiler çizmeye başladılar ve “Şu yollarda başında şeytanın bulunmuş olduğu sıratı müstakimden ayıran yollardır.” dediler ve şu ayeti kerimeyi okudular:
“Bir de bu benim dosdoğru yolumdur; hep onu takip edin, sizi onun yolundan saptırıp parçalayacak başka yolları takip etmeyin! Duydunuz ya, O, korunup takva sahibi olasınız diye bunları size emretti.” [2]
Maalesef günümüzde Efendimiz (sav) Hazretlerinin işaret buyurduğu gibi sıratı müstakimde olduğunu söyleyip de belki dile bile alamayacağımız acayip garaip hadiseleri işitir olduk. Bu sapıtmışlıktan bir tanesi Hazreti Muhammed (sav) Hazretlerini yok saymaktır. Efendimiz (Sav) Hazretlerine, “Siz O Muhammed’e tâbi oluyorsunuz aslında siz, O Muhammed’e tapıyorsunuz.” diyorlar. Siz onun hadisi şeriflerini aslında tatbik ediyor diyorsunuz da gerçek de siz Kuran’dan başka kitaplara tabi oluyorsunuz ona inanıyorsunuz diyorlar oysa Rabbimiz Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri;
“De ki: Allah'a ve Peygambere itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez”[3] diyor.
Gerçi bu ifadeleri Yahudiler, Hazreti Peygamber (sav) döneminde de söylüyordu. Medineyi Münevvere’de Efendimize dediler ki,
“Ya Muhammed (sav) biz zaten Allah’ı seviyoruz. Allah da bizi seviyor. Sen ne oluyorsun ki biz Sana tabi olacağız?”
Bunun üzerine Allah-u Zülcelal Hazretleri tekrar ikaz etti. Efendimizin şahsında bin dört yüz küsur sene sonra yine kullarına hitap ediyor,
“De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.”[4]
Demek ki muhabbetullaha vasıl olmak Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın yolunda gitmekle mümkündür. Onu sevmekle mümkündür. Ona tabi olmakla mümkündür. Onun karşısında irade koymamakla mümkündür. Şimdi profesörler çıkıyorlar, siz peygambere tapıyorsunuz, diyecek kadar küstahlaşıp televizyon ekranlarında insanlara sözüm ona vaaz ediyorlar. Bakın Aşk Eri Mevlana’mız ne diyor:
Cenabı Muhammed Mustafa’ya, sahabeyi kiramla bir hurma bahçesinde oturdukları sırada bir karpuz getirdiler. Sahabeler de onu suyun içerisine koydular. Efendimiz (sav) biraz sonra dediler ki, ey ashabım şu karpuzu getirseniz de yesek. Sahabeden bir tanesi dedi ki, ya Rasulullah biraz daha soğusa da yesek mi ki? Bir başkası da, ya Rasulullah yemeği yiyelim üzerine yesek olmaz mı?
Efendimiz (sav) Hazreti Ali Efendimizin yüzüne baktı. Hazreti Ali Efendimiz hemen gitti, karpuzu getirdi. Efendimiz (sav) önünde kesti. Buyur ya Rasulullah, dedi.
Sahabeler dediler ki ya Ali o kadarını biz de yapardık. Ama Efendimiz daha iyisini yesin diye biz böyle söyledik. Buraya dikkat edilmesi gerekir, Mevlana Hazretleri ne diyor, Hazreti Ali Efendimizi nasıl konuşturuyor, diyor ki,
Aklını Hazreti Muhammed Mustafa’nın yolunda kurban et. Hasbinallah de ki O Allah sana yeter. Hazreti Muhammed Mustafa senin kadar bilmiyor mu, diyor.
Evet, Müslümanlar bizde Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın yoluna tabi olmak mecburiyetindeyiz. Yani sadakatle bağlanmak mecburiyetindeyiz. Nasıl bir sadakat? Sıddıkiyet makamının sultanı Hazreti Ebubekir(ra) Hazretleri gibi…
Biliyorsunuz, Efendimiz Miraç’tan dönünce müşrikler, “Biz bu hadiselere pek inanmadık da gidelim bir de Ebubekir’e soralım” dediler. Ebubekir Efendimize vardılar ve dediler ki “Gördün mü senin adam bir gecede Mescidi Aksa’ya, oradan göklere, Cennet’i Cehennemi gezmiş gelmiş. Böyle bir şey mümkün mü?”
Ebubekir Efendimiz dedi ki, “Onu eğer Muhammed-ül Mustafa söylüyorsa doğrudur.”
Ve doğruca Efendimiz (sav) yanına geldi. Efendimiz mübarek cemalini Ebubekir Efendimize döndürdü. Şöyle diyordu hal lisanıyla,
“Ya Rasulullah, Benim şu gözümün gördüğüne değil Sizin ağzınızdan çıkan söze itibar ederim. Teslimiyet ve sadakat ancak bunu gerektirir.”
Onun için diyor ki Aşk Eri kendi lisanında söylüyorum:
Men bende-i Kur'anem eger can darem
Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem
Bizarem ez u vez an suhen bizarem
Sağ olduğum müddetçe Kuran’ın bendesiyim ben
Hazreti Muhammed Mustafa’nın yolunun tozu toprağı yine ben,
Biri benden bundan başkasını naklederse,
Ondan da onun sözünden de şikâyetçiyim, diyor Mevlana Hazretleri. Rabbim yolundan ayırma bizleri.
Cennet Mekan Abdullah Baba (ks) Hz.leri
“Tabi ki Hazreti Muhammed-ül Mustafa bir beşerdir. Ancak sıradan bir beşer değil. O”Hayrul Beşer”dir. Onun sözleri sıradan söz değil, Allah’ın kelamı ilahiyyesidir, derdi ve “O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.”[5] ayeti kerimesinin fehvasınca Allah’ın konuşturmasıdır.” derdi. Rabbim şefaatlerine nail kılsın.
Aşk Eri Mevlana Hazretleri öyle diyor, “Sen Onu sıradan bir beşer olarak görme. Ebu cehil de bir insan evladıydı. Muhammed-ül Mustafa da bir insan evladıydı. Ancak putların önüne gelince ebu cehil eğilir, putlara secde ederdi. Muhammed-ül Mustafa putların önünden geçerken bütün putlar Ona secde ederdi.”
Belki birileri karşınıza çıkabilir. Bu ahir zaman fitnelerini sürekli salık olarak veriyorlar, “Hadisi şeriflere fazla da itibar etmeyin. Çoğu sahte sahih değil. ”Diyorlar. Bunlara sakın itibar etmeyiniz. Çünkü Efendimiz (sav), “Karınlarınız tok sırtlarınız da bir yere yasladığınız bir halde emir ve yasaklarıma dair benimle ilgili bir haber geldiğinde ya hadisi şerifleri Onun sözlerini de bırakın da biz Kuran’daki İslam’a bakarız dediğiniz bir halde mahşer gününde karşıma gelmeyiniz” [6] diyor.
İbni Mesud (ra) Hazretleri sahabeyi kirama sohbet ediyorlarmış. Sohbet esnasında kadınlarla ilgili şöyle bir meseleden bahsediyor:
Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki vücuduna dövme yaptıran kadınlar (O dönemde vücutlarına ben yaptırırlarmış. Güzelleşme uğruna kaşlarını aldıran kadınlara, dişlerini törpületen kadınlara, bedenlerini beğenmeyip de bedenlerine müdahale ettiren kadınlara Allah lanet etmiştir.” buyuruyor.
Tabi bu hadisi şerif Medine’yi Münevvere’de Esedoğullarından Ümmü Yakub isimli bir kadının kulağına gidiyor. İbni Mesud Hazretlerine geliyor diyor ki “Sen böyle bir hadisi şerif okumuşsun doğrumu?” O da diyor ki “Tabiki doğru” Bunun üzerine kadın(bakın burası çok önemli)“Ben Kuran’ın içerisinde böyle bir yasağa rastlamadım. Kur’an’da böyle bir şey yok ki!” diyor.
İbni Mesud Hazretleri, “Demek ki sen Kur’an’ı okumamışsın. Zira Haşr suresinde Allah-ü Teâlâ Zülcelal Hazretleri, “Peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının”[7] ayetini demi okumadın, diyor.
Onun için diyeceğiz ki Efendimiz (sav) bize neyi emrettiyse alır başımıza taç ederiz neden men ettiyse biz ondan da kaçarız. O Amentü’deki “verusuluhi” diye okuyoruz ya o imanın muhtevasında bunlar da vardır.“Feintevellev”in (yüz çevirmesinler) içinde bunlar da vardır. Rabbim, Efendimiz aleyhisselatü vesselama hakkıyla bağlananlardan eylesin.
Çan, hazan ve ezan diyorlar, biz İbrahim’in çocuklarıyız diyorlar.
“İbrahim, ne yahudi ne de hıristiyandı; fakat O, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” [8]diyor ayeti kerimede. Eğer biz düsturumuzu Kur’an ve Sünnet’ten almış olsaydık dünya menfaati karşılığında böyle bayağı şeylere girişmiş olmazdık. Evet, dinler arası diyalog diye bir şey yoktur. Bakın Rabbimiz kullarını nasıl öğütlüyor,“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar.”[9]
Ukrayna’da seksen kişi öldü diye Amerika’nın dışişleri bakanı gidiyor, yas ilan ediyorlar. Binlerce yüz binlerce Suriyeli ölüyor kılını kıpırdatmıyorlar. Hani dosttunuz siz? Biz İsa Aleyhisselama Musa Aleyhisselama imanın gereği olduğu için inanırız da onlar Peygamberimize terörist diyecek kadar alçaklaşmışlar, bunu nasıl kabul edebiliriz? Avrupa’da bir kilisede üçü yani Hıristiyan, Yahudi ve sözüm ona Müslüman’ım diyenler toplanıyorlar. Müslümanlar da ezanı Muhammediye’yi okuyor. Bakın ezanı Muhammediye diyorum Muhammedî ezandır. Müezzin efendi “eşhedüellailaheillallah”, diyor ondan sonra “hayyealessalah hayyealessalah”a geçiyor. Eşhehüenne Muhammeder-rasulullah” demiyor. Niye demedin diye soruyorlar,“E vallahi unuttum” diyor. Unutanı da unuturlar.
Rabbim bunlara fırsat vermesin. Efendimiz Uhud’a savaşa giderken Abdullah ibni Ubeyd üç yüz yahudi ile Efendimizin safına katıldı. Efendimiz İslam ordusuna şöyle bir baktı. Onları görünce buyurdular ki,“Bunlar İslam oldular mı?” Sahabeler, “hayır ya Rasulullah” dedi. Bunun üzerine Efendimiz, “Derhal onları ordunun içerisinden çıkartın. Bunların olduğu bir yere Allah’ın inamı, ihsanı, rahmeti, bereketi inmez.” buyurdular.
Evet böyle diyenlere hadi oradan deyin ve yolunuza sımsıkı yapışıp yolunuza devam edin kardeşlerim. Efendimiz (sav) buyurdular ki,
“Ey ashabım!(Şahsında ey ümmetim)Sizin üzerinizden ilk alınacak şey samimiyetiniz. Huşu üzerinizden gidecek. Sonra namazları terk edeceksiniz. Sonra sapık supuk adamlar çıkacak da diyecekler ki kadınlar özel hallerinde namaz kılabilir, mescide girebilir. Öyleki ey ashabım! Sizler yahudiler ve Hristiyanlara o kadar çok benzeyeceksiniz ki (Efendimiz mübarek nalinini çıkardı)şu nalin diğer naline ne kadar benziyorsa sizde onlara o kadar benzeyeceksiniz.”dedi. Geçen İstanbul’da papaz vaaz ediyor, “Ey Hristiyan kızları, boğazlarınıza kolye olarak istavroz takınız. Zira sizi Müslüman kızlarından ayırt edemiyorum.” diyor.
“Sizden öyle adamlar gelecek ki beş vakit namaz da neymiş canım üç vakit kılsanız yeter diyecekler” diyor Efendimiz (sav). Eski diyanet işleri başkanı çıkmış, namaz üç vakittir beşi nerden çıkarttılar, diyor.
“Öyle insanlar türeyecek ki içimizde münafığın fasığın ne işi var. Bizim imanımız gökteki meleklerin imanı gibidir. ”Hani diyorlar ya kalbime bak kalbime diye. Nüfus cüzdanı Müslümanları. “Ey ashabım bu adamları gördüğünüzde iyi bakın. Zira Allah-uZülcelal Hazretlerinin mahşer gününde bunları deccal ile beraber haşretmesi Allah’ın üzerine bir haktır.”diyor. Rabbim muhafaza eylesin.
Peki, ne yapmamız lazım? Niyazi Mısri Hazretleri buyuruyorlar ki,
“Savmu salât-ı hac ile sanma zahit biter işin,
İnsanı kâmil olmaya lazım gelen irfan imiş”
Onun için bir irfan ehline bir mürşidi kâmilin himmet ve feyzine muhtacız. Kitapları okuyup da kitaplardan anladıklarını insanlara din diye yutturanların yoluna değil aklının erdiğini söyleyenlerin yoluna değil, Muhammed-ül Mustafa’nın yolunda süluk etmiş Allah- ı Zülcelâl Hazretlerinin övgüsüne mazhar olmuş kimselerin yoluna. Kim bunlar? Bir kutsi hadiste Allah-u Zülcelâl Hazretleri bakın mürşidi kâmilleri nasıl anlatıyor:
“Kulum Benimle iştigal etmeye başlayınca kulumun fikrini, zikrini, lezzetini, maksadını kendi zikrim üzerine sabit kılarım. Kulum Bana âşık olur Bende kulumu severim. Halkın yanıldığı yerde onlar yanılmazlar. Onların sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Onlar gerçekten benim yiğit ve bahtiyar kullarımdır. Ne zaman ki yer ehline azap edecek olsam onları zikrederim de onlar hürmetine bütün bela ve musibetleri kaldırırım. Peygamberler ismet sıfatıyla masum ve muhafaza altında oldukları gibi peygamber varisi evliyalar da mürşidi kâmil olan zatlar da muhafaza altındadırlar onlara hiçbir korku yoktur. Bunu Rabbimiz söylüyor, “Allah’ın dostları için hiçbir korku yok onlar mahzun da olmazlar”[10] buyuruyor. Gerçi kelam ehlinin pek hoşuna gitmez bu söylediklerim. Tabi insanın bunu idrak edebilmesi için mana âlemine, o okyanusa, o ummana bir dalması lazım. Çünkü adamın aklı sadece okuduğu kadarına eriyor. Efendimiz (sav) yahut meşayığın görüşü onu hiç ilgilendirmiyor. Rabbim onlara da hidayet etsin inşallahu Rahman. Çünkü Abdullah Babam manevi olarak vazifesini aynen devam ettirmektedir. Geçenlerde Avrupa’dan bir kardeşimiz geliyor. Sen, Abdullah Babamın evladımısın, diye soruyorlar. Adam diyor ki “Biz çok sıkıntılı bir aileydik. Gece rüyamızda bir zatı gördüm. O zât bana İslam’ı öğretti. Namaz kılmayı öğretti. Aralıklarla rüyamda gördükçe kendisinden İslam’ı öğreniyordum.
En son Türkiye’ye gelecektim. Efendim sizi nasıl bulabilirim (ben zannediyorum ki kendisi yaşıyor) dedim. Dedi ki “Evladım ben çok oldu ahirete irtihal ettim. İlla ki beni görmek istersen Nevşehir de Kale Camii var. Onun yanında da makamım var. Oraya gel, Beni ziyaret et. Zira Biz vazifemizin başındayız. Nerede daralırsan Ben sana yetişirim.” dedi diyor. Bu konularla alakalı yüzlerce hadise anlatabilirim ama vaktinizi almak istemiyorum. Birde Üstadımızın bir sohbet esnasında yapmış olduğu şu ikazı da yapıp sohbeti sonlandırmak istiyorum. İsterseniz Efendimin anlattığı gibi anlatayım. Cennet Mekân şöyle anlatmıştı:
Peygamber Efendimiz (sav) sabah namazını kılar, namazdan sonra oturur zikrullah yapar bir de ikindi namazından sonra yaparlardı. Bir sabah namazı sonrası Efendimiz (sav) zikrullah yaptırdıktan sonra sahabeyi kirama sordular, İçiniz de bugün rüya göreniniz var mı? ”Sahabeler dediler ki “Biz görmedik.” Efendimiz (sav) dedi ki “Ey ashabım! Ben bir rüya gördüm. Sahabeyi kiram dediler ki “Hayrola hayırdır inşallah ya rasulullah”
Efendimiz: “Semadan bir ip inmiş, o ipe sımsıkı tutunmuşum, bir müddet sonra bıraktım. Ebu Bekir sonra Ömer sonra Osman sonra da Ali tuttu ki Ali tuttuktan sonra o ip koptu, diyor.
Ebubekir Efendimiz diyor ki “Ya Rasulullah! Müsaade eder misiniz rüyayı ben tevil edeyim” Efendimiz buyur diyor.
Hazreti Ebu Bekir:“Vağtesîmü bihablillah”Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ayeti kerimesinin fehvasınca o ip Allah’ın ipidir. Sizden sonra ümmetin irşat ve ikazıyla Ben vazifelendirilsem gerek. Sonra Ömer sonra Osman sonra da Ali, ancak Ali’ye gelince fitne kopacak ya Rasulullah, diyor.
Efendimiz (sav),“İsabet ettin ya Ebu Bekir” diyor.
Hadise uzun olduğu için kısaca özetliyoruz. Taki Sıffin savaşında Hazreti Ali kerremallahu veche Hazretleri Müslümanların Müslümanları kılıçtan geçirdiğini görünce “Ey Eba Müslim! Ey Eba Müslim! Ey Eba Müslim!” diye bağırmaya başladı. Bunun üzerine sahabeyi kiramdan MüslimeHavlani Hazretleri geldi,“Buyur ya Emir-el Mü’minin, bir emriniz mi vardı.” dedi. Hazreti Ali Efendimiz,“Seni çağırmıyorum seni çağırmıyorum. Evladımdan Mehdi’yi çağırıyorum. Bu bölük pörçük durum o gelene kadar İslam dünyasından gitmeyecek.”diyor.
Belki burada şu anda madde madde sayabilirim olacak hadiseleri. Çünkü Efendim kerameten bu hadiseleri hep anlatmışlardı ve şu güne kadar gerek Suriye’degerek Irak’taki hadiseler ve dünyadaki gelişen hadiselerin hepsini Cennet Mekân zaten önceden anlatmışlardı. Ancak bu konuşmalar internet ortamına girdiği için fitneye mahal vermemesi adına bunları detaylandırmak istemiyorum. Ancak önümüzdeki zaman dilimin de büyük bir siyasi çalkantıyla birlikte ümmeti Muhammed’in çok büyük sıkıntılara duçarolacağı bir zamana doğru gidiyoruz. Çünkü burası yani TürkiyeCumhuriyeti toprakları İslam’ın son kalesidir. Hilafet yani İslam’ın anahtarı bu topraklarda kaybedildi. Anahtar kaybedilen yerde aranır. Siyonistler yahudiler bunları çok iyi biliyorlar. Onun için her türlü oyunu ve tuzağı oynamaya çalışıyorlar. Pısırık bir İslam anlayışın da olmayınız. Her birimiz dava insanı olmak mecburiyetindeyiz. Ben namazımı kılıyım dersimi çekiyim de gerisine karışmayım bu pısırık bir İslam anlayışıdır. Birebir hepimizin tek tek insanları ikaz ve irşat etmesi lazım. Yani kısacası herkes dininin görevlisidir.Zira emri bilmagrufnehyianilmünker şeriatın emridir.Bu emir hepimizin üzerinedir.
Rabbim ümmeti Muhammed’i Hafız ismiyle hıfzı muhafaza etsin. Bütün Yahudilerin, siyonistlerin, Hıristiyanların kurmuş oldukları oyun ve tuzakları ve içimizde ki hainlerin tuzaklarını kendi başlarına makûs etsin.
Rabbim cümlemizden razı olsun.
2014 vuslat Nuri Köroğlu Hocamızın Konuşmasının özetidir.
[1] Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu's-Sâğîr
[2] En’am Suresi /153
[3] Al-i İmran Suresi /32
[4] Âl-i İmran Suresi /31
[5] Necm Suresi /3-4
[6] ebu davud, sünnet, 5(6), imaret,33; tirmizî, ilim, 10; ibn mace, mukaddime, 2; darimî, mukaddime,49; ahmed b. hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8
[7] Haşr Suresi /7
[8] Al-i İmran Suresi /67
[9] Maide Suresi /51
[10] Yunus Suresi/62
Okunma Sayısı : 10179 Soru Tarihi: 8/19/2017