SULTANIMDAN GÖNÜLLERE
Mürşidi Kamil
Allah (Celle Celâlühû) indinde en üstün olan insan takva olan insandır. Irkıyla soyuyla, sopuyla, Arap’ın Acem’den, Kürdün Türk’ten, Türk’ün Hollandalıdan, Amerikalıdan üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Allah’ın (Celle Celâlühû) emirlerini tutup haramlardan kaçan, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin sünnetini ihya eden insanlar takvadır. Allah (Celle Celâlühû) indinde en muteber olan bunlardır. Bu takva olan insanlardan İki yüz yirmi dört bin tane evliya var. Haddini Allah (Celle Celâlühû) bilir.
Bu evliyalarda üç türlü olur;
Birincisini; Allah’ım (Celle Celâlühû) bilir de, kendisine bildirmez; “O, Benim evliyam” deyip, O’nu Settar ismi şerifi ile setreder, saklar, “Ey müminler sizlerin arasında, Benim dostlarım, Benim evliyalarım var, yerler, içerler, gezerler, ama sizler bilemezsiniz”, buyurur.
İkinci evliyasını; Hem Allah’ım (Celle Celâlühû) bilir hem dost olduğunu, evliya olduğunu Kendisine bildirir.
Üçüncü evliya da; ulul azam evliyadır. Bu gizlenmez. Hem Allah’ım (Celle Celâlühû) bilir, hem kendisine bildirir, hem de insanlara bildirir. Halk onu gördüğü zaman;
“Allah Allah! Bu adamı nerede gördüm? Bu adam nereli ki, nasıl adammış, hangi camide rastladım?” diye düşünür. Daha önceden tanıyormuş gibi ona sevgi duyar. İnsanlar onu rüyasında görür. O rüyalarda da irşatçıdır. Müminlerin ikaz ve irşadına memur olduğu için, Cenâb-ı Allah ulul azam evliyasına kullarına da bildirir.
Şimdi evliya deyince, insanlar hep; hata yapmaz, günah işlemez, melek gibi peygamber gibi zatlar zannediyorlar. Hâşâ sümme hâşâ!
Ahirette de göreceksiniz; ehl-i tasavvuf, dünyada ki manevi askerlerdir. Neyin askeri? Allah’ın (Celle Celâlühû) askeri elbette ki. Nasıl zahiri askerler varsa ve ayrı ayrı hava kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri diye ayrılmışsa, bunlarında ayrı ayrı sınıfları varsa, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretlerinin de dünyamızda da ayrı ayrı bölgelerde, ayrı ayrı yerlerde hem hava, hem kara, hem denizde evliyaları var. Nasıl asker denildiği zaman, erinden generaline kadar hepsine asker deniliyorsa ve hepsinin rütbeleri farklı farklı, kimi onbaşı, çavuş, başçavuş, asteğmen, üsteğmen, yüzbaşılıktan orgeneralliğe kadar yükseliyor ise, evliyaların da kendi aralarında sınıf ve rütbeleri vardır. Evliyalar yaptıkları kullukları ve hayırlarla rütbelenir. Cenâb-ı Allah zerre kadar hayırlarını zayi etmez.
Bu evliyaları nasıl bilelim, bunu bilebilmek için dilimize sahip olmamız lazım, kalbimize sahip olmamız lazım. Kalben Allah’a (Celle Celâlühû) teveccüh etmemiz lazım.
Peki, ulu-l azam evliyası nasıl bilinir? Şeyh nedir?
Arabistan’da kunduracıların şeyhi var, otelcilerin şeyhi var, motor ustalarının şeyhi var, elektrikçilerin şeyhi var, yani birkaç kişiye bir şeyler öğreten meslek sahibi insanlara şeyh diyorlar.
Ülkemizde ise tarikat yolunda yani Allah’a (Celle Celâlühû) giden yolda, etrafına birkaç kişiyi çeviren, zikir yaptıran insanlara da şeyh derler. Bu şeyhler beş türlü olur;
Ders şeyhi: Elinize ders verir. Hangi tesbihatı ne kadar çekeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi söyler. Bunların karşılığında sevap alacağınızı anlatır.
İkincisi kürsü şeyhi: Âlimler, vaizler, müderrisler bu gruba girer. Allah-ü Teala Hazretlerinin emirlerini, Peygamber Efendimizin sünnetlerini tavsiye ederler. Hangi ayetleri ve sureleri okuyacağınızı, Allah’ı (Celle Celâlühû) zikretmeniz gerektiğini, yapabileceğiniz tesbihatları söylerler.
Birde kabile şeyhi vardır: Şeyhlik babadan evlada, evlattan evlada geçer. Mesela Rasulullah Efendimizin torunlarının torunu, torunlarının torunu diye gelen silsileye kabile şeyhi denir.
Hal şeyhi ise: En efdali olan hal şeyhidir. Çünkü buna bizatihi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz görev verir, velayet nuruyla onu sever, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri sevdiği gibi.
Muhammed-ül Mustafa’da bütün peygamberler ve evliyalar huzurunda, ona cübbe giydirir, taç giydirir, dua ederler ve “ümmetimi irşat edeceksin” derler. Dervişleri onu rüyalarında, rabıtalarında görürler. Hal şeyhleri, her yerde dervişlerini ikaz ve irşat ederler.
Peki, bu şeyhleri nasıl bilelim, ölçü nedir?
Şeriatta ölçüsü; kim olursa olsun, hanesi herkese açık olur, herkesi ziyarete gider.
Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin dediği gibi; “Gel yine de gel, putperest olsan da, Mecusi olsan da, bin sefer dahi tövbe şişesini kırsan da yine de gel. Çünkü bu dergâh ümitsizler dergâhı değildir” dediği gibi kapısı herkese açık olur. Onun bunun aleyhinde konuşmaz. Sohbeti bol olur ve devamlı Allah (Celle Celâlühû) ve Resulüne sevgiden ve bunun dışındaki her şeyin atıl ve batıl olduğundan bahseder. Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem);
“Ey ashabım size iki şey bırakıyorum; birincisi Allah’ın (Celle Celâlühû) kitabı Kur’an-ı Kerim, ikincisi Benim sünnetlerim. İkisine de sıkı yapışın, eğer birinden birini bırakırsanız dalalettesiniz, ikisine de yapışırsanız hidayettesiniz”, hadisini kendine düstur edinmiştir ve etrafındakilere de bunu tavsiye eder. Nasihati bol olur, cömert olur, herkese izzet-i ikramda bulunur.
Tarikatta ölçüsü ise; Onu görür görmez; “Allah Allah, ben bunu iyi tanıyorum, nereden tanıyorum acaba?” diye düşünürsünüz. Kalbinize bir sevgi gelir. Karşısında soracağınız soruyu unutursunuz. Soru soracağım, şöyle şöyle sorayım dersiniz yanına geldiğiniz zaman, onun cemaline bakınca, soracağınız soruyu unutursunuz. Soruyu yazdıysanız da, “Kâğıdı eve koymuşum galiba” deyip nereye koyduğunuzu bile hatırlayamazsınız. Hâlbuki üzerinizde olur. Onun yanından ayrılmayı istemezsiniz. Pür dikkat sohbetini dinlersiniz. Acele işiniz olsa dahi gitmeyi istemezsiniz. İşte böyle zatlar mürşitlerdir.
Mürşidi kamil hakikatte nasıl bilinir? O zata şu soruları sorarız;
Birincisi; “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz size görev verdi mi? Senin şeceren var mı? Senin yolun hak yol mu? Rasulullah Efendimize kadar gidiyor mu?” diye sorarız.
Bu sorduklarımız o zatta varsa; “İnşallah-u Teala bu yetkiler bize verilmiştir.”der.
İkincisi; “Seni rüyamda gördüğüm zaman, şeytan suretine girmesin beni azıtmasın, senin şekline suretine şeytan girer mi?”
Rasulullah Efendimiz görev verdiyse; “İnşallah-u Teâlâ girmez” der.
Hatta “Rüyanda ayet oku” der,
Şöyle ki; “Dahilek ya Rasulullah” dediğin zaman şeytan kaçar, “Dahilek Muhammedür Resulullah” dediğin zaman, şeytan, tayfa-i cin kaçar, eğer gördüğün o şahsiyet kaçmıyorsa; mürşit-i kâmildir.
Rüyanda olsun, rabıtanda olsun, Rasulullah Efendimizi davet eder, piranı davet eder, hemen gelirler.
Televizyonu açınca, bazısı biraz karlama yaparak açılır, bazısını da açtın mı hemen görüntü geliyor. İşte mürşidi kâmiller, Peygamber Efendimiz, diğer peygamberler, piranlar, davet edildiği zaman bu şekilde hemen yanınıza gelirler, ama göremezsiniz siz, görmek için basiret gözü lazımdır.
Üçüncüsü de; “Zahiri olsun manevi olsun bunaldığım zaman daraldığım zaman, yardımın olur mu?”
Eğer Allah-u Teâlâ ve Resulüne uyduysa; “Allah’ın (Celle Celâlühû) izniyle benim elimde bir şey yok, her kuvvet kudret Ona aittir”, der.
O her şeyi yapandır, irşat ve ikazı o yapar. Bizler ancak tellallık yaparız, bizler anlatırız. Bizler anlatırız, sizler de duyduğunuz gibi amel edip yaşamalısınız.
Mürşidi kâmil zat dervişinin son nefesinde dahi yanında olur ve Kelime-i Şahadet’i söylemesine, imanlı gitmesine vesile olur.
Mürşid-i kâmil ahirette de üç yerde dervişlerine yardımcı olur;
Sırat Köprüsünde, mahşer yerinde, Peygamberimizin Liva-ül Hamd Sancağına götürmek için vesile olur.
Nasıl bir arabanın aküsü şarj olmaya ihtiyacı varsa insan maneviyatının da Allah (Celle Celâlühû) ve Resulünü sevebilmek için bir enerjiye ihtiyacı vardır. İşte bunu mürşid-i kâmiller verir. Onların yanına varınca cemalinden sohbetinden, feyzinden, nazarından istifade edersiniz. Dersinizi yaptıkça, zikir yaptıkça, rüyanız da onu görürsünüz. Bir hata işlediğiniz zaman yine rüyanızda sizi ikaz eder. Sizi azarlar, icabında döver.
Bugün bir kilo pırasa alırken, bir kilo elma alırken, dükkân dükkân geziyorsunuz da, bir eşarp, bir takke, bir ayakkabı için, hangisi daha iyi, hiç kimsede olmayan bende olsun diye saatlerce dolaşıyorsunuz da, ruhunuzu teslim edeceğiniz, manevi baba diyeceğiniz zatı, niçin böyle büyük bir istekle aramıyorsunuz?