SORU ARA

SORULAN SORU

Altın Silsile (Silsile-i Aliyye) ne demektir? Son halkası kimdir?

CEVAP

Birbirine baÄŸlı, birbiriyle ilgili ÅŸeylerin ardarda veya yan yana dizilerek meydana getirdiÄŸi sıra, dizi; soy kütüÄŸü, ÅŸecere; rütbe ve mevki yönünden bir sınıf içindeki derecelenme” gibi anlamlara gelen silsile kelimesi;  tasavvufta bir tarikatın birbirine icâzet veren ÅŸeyhlerinin isimlerini ihtiva eden liste anlamında kullanılmış, silsileyi oluÅŸturan isimlerin yazılı olduÄŸu belgeye silsilenâme veya tomâr denilmiÅŸtir.

Altın Silsile, bir baÅŸka deÄŸiÅŸle “silsiletü’z-zeheb” ise bir tarikatın Resullah Efendimizden itibaren MürÅŸidi Kamillerin adlarını ihtiva eden listedir.

Her tarikatın farklı farklı ÅŸeyler söyleyip, Altın Silsilenin son halkasının kendi üstadları olduÄŸunu daha da ileri gidip “Cennete giden son tren bu, binin kurtulun ” dediklerini cennet mekan Abdullah Babamız bizlere aktarmıştır.

Bu meseleyi ferdileÅŸtirmemek gerekir. Çünkü her tarikatın kendisine ait bir Altın Silsilesi vardır. Burada önemli olan son halkadır ki bizim silsilemizin son halkası Abdullah Baba Hz.leri devamı da Mehdi ala Resuldur.

Silsileye yazı olarak ismin eklenmesi önemli deÄŸildir. Halkanın sonundaki ÅŸahsın bizzat Allah Resulü tarafından manen görevlendirilmesi lazımdır ve bu ÅŸahıs görevi nasıl aldığını da açıklamak mecburiyetindedir. Altın silsilede önemli olan üst taraflardaki deÄŸildir, onlar zaten malumdur. Ama alt kısımdaki yani en son gelenlere dikkat etmek lazımdır.  Nerede seyri suluÄŸunu tamamladığını, hangi aÅŸamalardan geçtiÄŸini, manen nasıl görev aldığını, açıklamak mecburiyetindedir.

Kaldı ki Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam Hazretleri tarafından bizzat görevlendirilmeyen, manevi divan da görev tevdi edilmeyen kimsenin bu yolda, bu altın silsilenin içerisinde zikredilmesi tamamen buhtan olur iftira olur.

Allah’ın Resulüne karşı bu haramiliktir, yol kesiciliktir. Bunlara dikkat edilmesi gerekir. Her görünen silsile altın silsile deÄŸildir. Ne yazık ki zamanımızda verilen icazetlerin hepsi istenilen yerde istenildiÄŸi gibi yazdırılarak tedarik edilebilmektedir.

Cennet Mekan Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hz.leri kendi dilinden Seyr-i sülükunu sizlere aktararak konuya açıklık getirmeye çalışalım

1982 yılında Üstadımın iÅŸareti ile itikâfa girdim.

Üstadım bana:

– Evladım Abdullah! Üç gün yetmiÅŸ bin tevhid okuyacaksın. Üç gün içerisinde Rasulullah (sav)’i görürsen, on bin salâvat okuyacaksın. O bittikten sonra tekrar yüz bin tevhid okuyacaksın, arkasından yüz bin lafza-i celal okuyacaksın. Tekrar tevhide devam edip en son lafza-i celal ile devam edeceksin. Bunun üzerine:

– Peki, Efendim, diyerek eve geldim ve arpa ekmeÄŸinden çörek yaptırdım ve üzerime siyah bir elbise giydim. Evimin uygun bir bölümünde, karanlık bir yer oluÅŸturup, orada Ä°tikâf’a girdim. Kaldığım yer katiyen ışıklı bir yer deÄŸildi. Sadece küçük bir ampul vardı. YemeÄŸimi yiyeceÄŸim zaman takar, diÄŸer zamanlarda da çıkarırdım. Ä°çeri girdiÄŸimde ilk olarak iki rekât Allah rızası için namaz kılıp, Ä°tikâf için niyetimi yapıp, Ümmet-i Muhammed’e dua ederek, Üstadımın verdiÄŸi virde devam ettim. Ä°lk olarak Kelime-i Tevhide baÅŸladım.

Tevhid okurken her tarafı bir nur kapladı. Bedenim içeride bulunduÄŸu halde, ruhum yükselmeye baÅŸladı. Ä°lk olarak Ay’a geldik. Ay çok güzel ve oldukça da parlaktı. Adeta bütün melekler oradaydı. Her biri Allah’ı (cc) ayrı ayrı tesbih ediyorlardı. Oradan Merih Yıldızına geldim. Merih yıldızında da sular var, aÄŸaçlar var. Tıpkı cennet gibi çok muazzam bir yer idi. Yine Orada da Melaike-i Kiram Hazeratı Allah’ı (cc) zikrediyorlardı ve daha sonra sırası ile Kutup yıldızına, Kutup yıldızından GüneÅŸe geldim. GüneÅŸte de Allah’ı zikreden pırıl pırıl melekler var. Oradan Samanyollarına geldim. Burada da yine Melekler ayrı bir zikir yapıyorlar. Bu esnada bende bir korku baÅŸlayınca Üstadım yanımda hazır bulundu.

Ve bana ÅŸöyle dedi:

–  Evladım Abdullah! Åžimdi ÅŸu esmayı söyleyeceksin

Bu arada Vücudum Kelime-i Tevhid zikrini okuyor “Lâ ilâhe illâllah” diyor. Fakat ruhum ise Üstadımın söylediÄŸi esmaları okuyordu. Nihayetinde siyah bir nura geldim. Bu nuru aÅŸmak mümkün deÄŸil. Çokta korkmuÅŸtum. Nasıl ki televizyonda Aydaki insanları gösteriyorlar ve boÅŸlukta duruyorlar, tıpkı onların durdukları gibi ben de öylesi bir boÅŸluÄŸun içerisinde duruyordum. O sırada su aygırı suretinde bir melek geldi. Sureti öyle büyüktü ki, gözleri ve tüyleri dahi:

“Ya zel celali vel ikram, ya zül celali vel ikram” diyordu. Çok korktum. O anda hemen Üstadım ve piran Hazretlerinden yanımda olanlarda vardı.

Bana;

– Evladım Abdullah Efendi! “Ya zel celali vel ikram, ya zül celali vel ikram” esmasını sen de söyle. Melaike-i Kiram hazeratına sen de eÅŸlik et, dediler.

Ben de aynısını söylerken, sanki o melek yürüyor gibi hareket ederek, üst kısımdan bir yeri fermuar açar gibi o tabakayı açtı. Bir anda oraya nur saçıldı. Bundan sonra Mâna âleminde, beni kıyma makinesine attılar ve orada kıyma haline getirdiler. Daha sonra, o kıyma haline gelen eti silindirin üzerinden geçirdiler. Kâğıt gibi dümdüz oldu. Daha sonra, onu bir fırına koydular, yaktılar, piÅŸirdiler, kül haline getirdiler. Daha sonra fırından çıkardılar, o külü bir kâse içerisine koydular ve Allah’u Teâlâ Hazretlerinin huzuruna götürdüler.

Orada: “Ya Rabbi, bu senin için yandı, kül oldu” dediler ve o küllerimi on sekiz bin âleme savurdular. Bu hadiseler cereyan ederken, bizzat ben de müÅŸahede ediyordum. Bir de baktım ki, on sekiz bin âlemde kendimi gördüm. Her tarafta zerre zerre ben vardım.

          Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, o zerreleri tekrar birleÅŸtirerek, kendi bedenimde bütünleÅŸtirdi. Daha sonra yine Kelime-i Tevhide devam ettim. Tevhid içerisinde diÄŸer esmaları da söylemeye baÅŸladım. Sülûk’ten çıkmama üç gün kala da, ekmek dahi yiyemedim. Çünkü Allah’ı zikrettikçe bir gıda gelmeye baÅŸladı. Dilimin altındaki nem, zemzem gibi oluyor ve gıdalandırıyordu. Yatacağım zaman yatamıyor, oturacağım zaman oturamıyor idim. Zira bütün vücudum Allah’ı zikrediyordu.

Nihayetinde, nefsin yedi makamını aÅŸarak, Üstadım bana Seyr-i Sülûkümü tamamlattı, Elhamdülillah. Bu itikâfı bitirdik. Biz itikâfta iken, memleketimizde bir cinayet olmuÅŸtu, onu dahi görmüÅŸtüm. Rabbim (azze ve celle) her ÅŸeye kadirdir. Türlü türlü seyir yaptırdı. Ä°tikafımı tamamlayıp Üstadımın yanına gittim ve yaÅŸadıklarımı ona anlattım.

Üstadım Hazretleri:

– Allah razı olsun evladım, elhamdülillah Seyr-i Sülûkun tamam oldu. Babanın ismini söyle de icazetini mühürleyeyim, dedi.

Ben de kendisine:

– Efendim, ben buraya icazet için gelmedim: “Ä°lahi ente maksudi ve rızake matlubi Ya Hazreti Allah (cc)” demeye geldim, baÅŸka bir ÅŸey istemiyorum. Ben er olarak çalışacağım. EÄŸer rütbeli olursak bizim rütbemizi soyarlar, rütbe namı hesabına çalışıyor diye söz ederler, dedim.

Üstadımız Abdullah Baba (ks)Aziz Hz.leri manevi görev alışlarını ÅŸöyle anlattılar;

1985 yılının 20 Åžubat’ında Rüyamızda; Rasulullah (sav) Efendimiz, Piranlar ve Evliyaullah bir yerde toplanmış, ben de huzurdayım. Abdulkadir Geylani, Ahmed-i Rufai, Ahmed-el Bedevi, Ä°brahim Dussuki, Hasan Ali Åžazeli, Muhammed NakÅŸibendî, Muhammed Hacı BektaÅŸi Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bayramı Veli ve bütün piranlar sırada idi.

         Abdülkadir Geylani Hz.leri bir beyaz kâğıt uzattı ve üzerinde nurdan yazılar vardı.

         ─  Bu senin irÅŸat icazetindir, dedi.

         Ben cevaben:

         ─  Efendim ben ümmiyim, vazife istemiyorum. DerviÅŸ olayım, bana yeter, dedim.

         Abdülkadir Geylani Hz.leri bir daha tekrarladı; ben yine reddettim. Üçüncü olarak yine teklif etti ve bu sırada Mevlana (ks) Hazretleri:

         ─  Evladım! Herkes ÅŸeyh olayım, MürÅŸidi Kamil olayım diye aÄŸlayıp sızlanırken; sana teklif edildiÄŸi halde, sen neden reddediyorsun, diye ekledi.          Buna mukabil ben de:

         ─  Bu çok mesuliyetli aynı zamanda veballi bir vazifedir. Ben ümmiyim. Üstelik piranlardan vazife alanların, ÅŸeytanın yıktığını, helak olduklarını çok gördük. EÄŸer bana Rasulullah (sav) Efendimiz bizzat vazife verirse, ledün ilmi de verirse,  bu vazifeyi kabul ederim,  dedim.

         Rasulullah (sav) Efendimiz, söylediklerimi duyunca memnun oldu ve tebessüm etti. O zaman; istediÄŸin beÅŸ Nisan’da verilecek denildi ve böylece uyandım.

         BeÅŸ nisan mübarek Cuma gecesi geldi çattı. O gece rüyamda;

         Çorum Ulu Cami’de divan toplanmış. Bütün Peygamberler (as) bir yerde, piranlar bir yerde, mezhep imamları bir yerde. Herkes intizamla yerlerini almış ve bekliyorlardı. O sırada Bilal HabeÅŸi Hazretlerinin sesi gibi gayet latif bir ses:

         ─ Mahmut oÄŸlu Abdullah Gürbüz! Seni, Rahmetel-lil Âlemin çağırıyor dediler.

         Hemen koÅŸtum. Rasulullah (sav) Efendimizin kürsüsünün önüne geldim. Rasulullah (sav) Efendimiz, mübarek parmağındaki mührü önünde duran, nurdan kehribar sarısı bir kâğıda bastı. Sonra bir baÅŸka ufak sarı mührü de o icazete basarak;

         ─  Bunu mu istiyordun, oÄŸlum? dedi.

         Allah’ın Resulü, bana ; “oÄŸlum dedi diye düÅŸündüm ve bu esnada bende acayip haller oldu. Cesedim yerinde fakat ruhum kâinatta zerre zerre kayboldu. Rasulullah (sav) Efendimiz, tekrar:

         ─  Bunu mu istiyordun, oÄŸlum?  Deyince, ruhum toparlandı ve tekrar cesedimin içine girdi.

         ─  OÄŸlum Abdullah! Ledün ilmi istiyorsun. Fakat ledün ilmi bir anda verilmez. Allah (cc) tedrici tedrici, lazım oldukça kalbe ilham eder. Seni filan mebusun karşısında konuÅŸturan kimdi? Filan baÅŸvekile cevap verdiren kimdi? Filan âlime cevap verdiren kimdi? Kalpler ancak Allah’ın elindedir, sen ancak tebliÄŸ edicisin! Ümmetimi irÅŸad et, evladım! diye buyurdular.

         O sırada Piran Efendilerimiz de gelip kâğıda mühürlerini vurdular ve beni tebrik ettiler. Sonra benim önüme büyükçe bir ayna getirildi. Aynanın sağında sıra sıra erkekler ve sol tarafında sıra sıra nisalar (hanımlar) ABDULLAH BABA, ABDULLAH BABA diye ismimi zikrederek geçiyorlardı. Hatta annesinin karnındaki cenin dahi böyle diyordu. Bunların kimi ÅŸiirler okuyor, kimi aÄŸlayıp sızlanıyordu.          Peygamber (sav)’e sordum:

         Ya  Rasulullah bu insanlar kimdir?

         Bu insanlar, sana tabi olacak derviÅŸlerindir, buyurdu

         Ya Rasulullah! Bu insanlara nasıl yetiÅŸeyim ve nerede bulayım diye tekrar sordum.

         Bazıları, senin ayağına gelecek, bazende sen onların ayağına gideceksin. Hakkı ve sabrı tavsiye et. Kalpler Allah’ın elindedir, buyurdu ve künyemi; “Hadim-ül Fukara” koydu.

         Yukarıda bir mürÅŸid-i kamilin nasıl görev aldığından, nasıl mürÅŸidi kamil olduÄŸundan bahsetmiÅŸ olduk.

Efendi Hz.leriyle asrın son meÅŸayıkı kiramlarından, mürÅŸidi kamillerinden olan bir zatın torunu ile karşılaşırlar. O büyük evliyanın torunu Abdullah Babama;

-Ben seyrü suluÄŸümü mü tamamladım, ben vazifeliyim” deyince, Abdullah Babam;

-Sen seyri sülüÄŸünü nasıl tamamladın? Diye sorar.

Zatı muhterem;

-Seyri sülüÄŸümü tamamladığıma dair bana icazet verdiler, diye cevap verince Abdullah Babam;

-Ä°cazeti geç evladım, sen manen hangi seyirlerden geçtin? Diye sorunca da Zatı muhterem;

-Ben seyir falan bilmem sadece bana icazet verdiler. Der.

         Bunun üzerine Abdullah Babam;

-O zaman sen manen tekâmül etmemiÅŸsin. Resulullah Efendimiz seni görevlendirmemiÅŸ. Bu neye benzer biliyor musun? Doktor olmadan doktorluk diploması taşımaya benzer. Böyle bir ÅŸey olabilir mi?  diyerek ikaz ettiÄŸini de hatırdan çıkarmamak lazımdır.

AÅŸk eri Hz. Mevlana’da böyle kiÅŸiler hakkında;

Åžu davullu, bayraklı ham kiÅŸiler gibi… Onlar da, “Bizim yokluk yurdundan haberimiz vardır. Yokluk yolunun ulaklarıyız” diye bağırıp çağırırlar.

Onlar, dünyaya ÅŸeyhlik lafını yaymışlar, kendilerini Bayezit Bestami sanmışlardır.

Kendi kendilerini Hakk yolunda yürüyor sanmışlar, Hakk’a ulaÅŸtıklarını iddia etmiÅŸler, Hakk yurdunda meclis kurmuÅŸlardır.

Damadın evi, karmakarışık kötülüklerle, ÅŸerlerle dopdolu; kız tarafının bundan haberi bile yok…

         BuyurmuÅŸ ve bizleri ÅŸu beyitleri ile de uyarmıştır;

         Her tarafta gulyabaniler, yani sahte ÅŸeyhler var. Onlar seni çağırıp durmadalar ve sana; “KardeÅŸ; yol mu arıyorsun? Yol iÅŸte burada, buraya gel!” diye seslenmedeler.

         Onların her biri; “Ben, bir yol gösterici ve kılavuzum. Gel, bu çok tehlikeli ve ince yolda ben sana arkadaÅŸ olayım.” der.

         Aslında, seni çağıran o sahte ÅŸeyh ne kılavuzdur, ne de Hakk yolunu, hakikat yolunu bilir. Ey Yusuf! O kurt huylunun yanına çok gitme, az git!

         Bu dünya sarayının yaÄŸlı, ballı tuzaklarına düÅŸmemek, görünüÅŸe aldanmamak ihtiyattır.

         Çünkü bu fani dünyanın ne tadı vardır, ne de tuzu. Dünya nimetleri ile geçici güzellikleri ile bizi aldatır, sihir okur, kulaÄŸa üfler.

         Ey nur gibi apaydın kiÅŸi! Gel, bize misafir ol. Ev senindir, sen de benimsin der.

         Tedbir ve ihtiyat ona derler ki: Dünya nimetleri, dünyaya ait zevkler, istekler hararetle seni davet ettikleri zaman; “Bunlar beni seviyor, bunlar bana hayran, hepsi de benim yüzümden sarhoÅŸ, hepsi de beni özlüyor.” demeyesin.

         Onların seni dünya ziyafetine davetlerini, kuÅŸlara çalınan ıslık bil! Avcı pusuda gizlenmiÅŸtir de, kuÅŸ gibi öter durur.

         Kurnaz avcı; “Bu sesi, bu ötüÅŸü bu yapıyor.” diye ölmüÅŸ bir kuÅŸu önüne koymuÅŸtur.

         KuÅŸlar, onu kendi cinslerinden sanıp etrafına toplanırlar. Avcı ise, onları yakalar ve derilerini yüzer.

         Ancak Allah hangi kuÅŸa tedbir ve ihtiyat duygusunu vermiÅŸse, o kuÅŸ, o yeme, o tuzaÄŸa aldanmaz.

         Ä°htiyatsızlık, tedbirsizlik gerçekten de piÅŸmanlık verir.

Allah cümlemizi son nefes geldiÄŸinde geç kalınmış piÅŸmanlıklardan bizleri muhafaza eylesin…

 

Yolumuzun Altın Silsilesi

  

Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz

Pir Hz. Ali bin Ebi Talib (k.v.c)

Pir Hz. Hasan ül Basri (k.s)

Pir Hz.Habib Acemî (k.s)

Pir Hz. Davûd-u Taî (k.s)

Pir Hz. Ma'ruf el Kerhî (k.s)

Pir Hz. Sırrı es Sekati (k.s)

Pir Hz.Ebül Kasım Cüned el BaÄŸdadi (k.s)

Pir EÅŸ Åžeyh Ebu Bekir eÅŸ Åžibli (k.s)

Pir EÅŸ Åžeyh Åžemla bin Ömer ül Acmîn (k.s)

Pir EÅŸ Åžeyh Ebu Birri Badi (k.s)

Pir EÅŸ Åžeyh Ebu Ali Allame bin Berakât (k.s)

Pir EÅŸ Åžeyh Ebül Fadl bin Kâmih (k.s)

1.    Koldan Ebül Hasan Ali bin el Kari el Vasıti (k.s) ve

Pir Seyyid Mansur bin Ebu Bekir Er Rufaidir.(k.s)

Hz. Pir Sultan Seyyid Ahmed el Kebir er Rufai (k.s),

(Ä°ki Mübeccel-muhteÅŸem ÅŸeyhten hırka giymiÅŸtir)

EÅŸ Åžeyh Seyfeddin Ali bin Osman er Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh Fahreddin Ä°brahim el A'zeb (k.s)

EÅŸ Åžeyh Mühezzib id devlet (k.s)

EÅŸ Åžeyh Åžemsüddin el MaÄŸruf bin Abdurrahim (k.s)

EÅŸ Åžeyh Kudbüddin Ebül Hasan Ali bin Ahmet (k.s)

EÅŸ Åžeyh Necmeddin Ahmed bin Ali (k.s) er Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh Åžemsüddin Ahmed bin Muhammed (k.s)

EÅŸ Åžeyh Taceddin Ahmed bin Ahmed er Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh El-Üstad Sadrettin er Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ali er Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh Muhammed er Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ali bin Abdullah er-Rufaî (k.s)

EÅŸ Åžeyh El Allame Mustafa bin Süleyman er Rufai (k.s)

EÅŸ Åžeyh El Kutup Aliyy il Titrîb (k.s)

EÅŸ Åžeyh El Allame Seyyid Halil bin Ahmet Taylani (k.s)

EÅŸ Åžeyh El Üstad Sadrettin er Rufai (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ä°zzeddin Hasan er Rufai (k.s)

EÅŸ Åžeyh El Kutup Ä°smail el Mülakkap bi Cendel (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ebu Åža'ri-l A'ser il cendeli (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ahmet Cendak (k.s)

EÅŸ Åžeyh Es Seyyid Ali Cendeli Er-Rufai (k.s)

EÅŸ Åžeyh Es Seyyid Abdurrahim bin Aliyy ür Rufai (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ahmed bin Åžeyh Hüseyin Cendeli (k.s)

EÅŸ Åžeyh Es Seyyid Hasan ül Gazali El Mukaddisi (k.s)

EÅŸ Åžeyh El Kutup Es Seyyid Hüseyin Ed Dücani (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ebül Mehasin Muhammed el Kavukçi (k.s)

EÅŸ Åžeyh Es Seyyid Abdurrahim Tantavi (k.s)

Eş Şeyh El Hafız El Hacc Bekir Sıdkı Efendi (k.s)

EÅŸ Åžeyh Ali Haydar Efendi (Ahıkalı) Çorumî (k.s)

EÅŸ Åžeyh Mustafa Efendi Çorumî (k.s)

Hadim-ül Fukara EÅŸ Åžeyh Hacı Abdullah Baba (k.s)




Okunma Sayýsý : 11204

Soru Tarihi: 10/31/2015

Yorumlar
Taner BozkuÅŸ

Hocam Allahım razı olsun çok aydanlatıcı cevaplar veriyorsunuz Allahım bizleri Abdullah babamın yolundan ayırmasın.Hocam Abdullah babam bizim silsilenin son halkasıdır.. Allaha emanet olun

Bir Yorum Yazýn
Adý Soyadý *
E-Posta *
Yorum *