SORU ARA
RASTGELE SORU ÝNCELE
SON SORULAN SORULAR
SORULAN SORU
CEVAP
Allah’ın kulunda olmasını istediÄŸi bütün vasıf ve sıfatların tamamına edep denir. Edep; Ä°slâm'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Edep; her konuda haddini bilip¸ sınırı aÅŸmamak¸ insanlara iyi muamelede bulunmak sünnet üzere hareket etmek¸ hataya düÅŸmekten sakınılacak ÅŸeyi bilmektir.
Peygamber Efendimiz (sav) “Edep Din’dir, din de edeptir” buyurarak inandığımız nizamın ve kutsal kitabımızın özünün edepten ibaret olduÄŸunu vurgulamıştır. Edebi olmayanın dini de imanı da mukaddesatı da olmaz çünkü insanoÄŸlu fıtri olarak edep üzere yaratılmıştır.
Hz. Mevlâna da ÅŸöyle der:
“EÄŸer insanoÄŸlu edepten mahrum ise insan deÄŸildir. Ä°nsanın hayvandan farkı edeptir. Gözünü aç ve Allah’ın bütün kelamına dikkat et. Âyet âyet bütün Kuran’ın manası edeptir.”
DoÄŸumdan ölüm arası yaÅŸamın tamamı edep üzerinedir. Ana rahminden kız çocuÄŸunun doÄŸuÅŸu ile erkek çocuÄŸunu doÄŸuÅŸu farklılık arz eder. Kız çocuÄŸu edep yerleri kapalı bir ÅŸekilde doÄŸar. Allahu Teala Zül Celal ve Tekaddes Hazretleri annesine dahi mahremiyetine saygı duydurur. Edep görüldüÄŸü üzere daha doÄŸumda baÅŸlar ölene kadar devam etmesi gerekir.
“Onlar bir Edepsizlik yaptıkları zaman da: “Atalarımızı böyle bulduk ve bize bunu Allah emretti.” derler. De ki: “Allah, EdepsizliÄŸi emretmez. BilmediÄŸiniz ÅŸeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?” [1]
Allah-ü Teâlâ Hazretleri her iÅŸin bir edep dairesi içinde yapılmasını emretmiÅŸtir. Ä°nsan hayatının her safhasında Ä°slam’ın çizmiÅŸ olduÄŸu bir edep mevcuttur. Edep, medeniyetimizde üstün bir ahlaki meziyet kabul edilerek çok büyük deÄŸer görmüÅŸtür. Ancak günümüzde büyük ölçüde insanlık, edep ve hayâ mahrumiyeti ve ahlakî çöküntü yaÅŸamaktadır. Günümüzde ahlaki meziyetler insanlar tarafından hak ettiÄŸi deÄŸeri bulamamaktadır. Öyle ki, önceleri edep ve hayâ sahibi olanlar övülür, kıymetli görülürken ÅŸimdilerde edepli davranmak ve hayâ sahibi olmak bir eksiklik, bir zayıflık gibi algılanmaktadır. Edepli ve hayâlı insanlara, edep ve hayâyı telkin edenlere hor gözle bakılmaktadır. Edebe aykırı sözler sarf etmek ve ahlak dışı davranışları aleni olarak iÅŸlemek ise ne acıdır ki kimilerince cesaretin, özgüvenin ve özgürlüÄŸün göstergesi kabul edilmektedir. Edepsiz insanlar el üstünde tutulmakta, hürmet ve saygı görmektedir. Bu hal ve davranışlar Rabbimizin gazabından baÅŸka bir ÅŸeyle karşılık bulmaz. Zira Kur’an-ı Kerim’de Allah-ü Teâlâ Hazretleri “Ä°nananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” [2]
Yunus Emre Hazretleri de edebi ÅŸöyle ifade buyurmuÅŸtur:
Ehl-i diller arasında aradım, kıldım talep, Her hüner makbul imiÅŸ; illâ edep illâ edep.
Gezdim Halep’i Åžam’ı, eyledim ilmi talep, Ä°lim gerideymiÅŸ; illâ edep illâ edep
Bazı insanlarda edep hali oturmuÅŸ bir halde temayüz [3] eder. Yaratılmış en büyük edep sahibi insanda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizdir. Her haliyle edep ve adap misalidir.
AÅŸk eri Hz. Mevlana; Peygamber Efendimizin (sav) kulluktaki edebi ÅŸöyle anlatmıştır;
Efendimiz (sav) miraca davet edildiÄŸinde cennetteki huriler, gılmanlar, cehennemdeki zebaniler, yedi kat göklerdeki melekler, mukarrebûn melekleri [4], Süreyya yıldızındaki her türlü melekler her biri ayrı ayrı hazırlanarak yedi kat göklerde süslenmiÅŸ bezenmiÅŸ , tezyin edilmiÅŸ bir halde Hazreti Muhammed Mustafa’nın gelmesini bekliyorlardı. Hz. Muhammed (sav) huzuru rahmana gidiyorum diye öyle bir edebe bürünmüÅŸtü ki gözünün ucuyla dahi o cümbüÅŸe dönüp te bakmadı. Allah’ın gayrında hiçbir ÅŸeye tenezzül dahi etmeden Sidretül Münteha oradan da refrefle kabe kavseyn makamına vardı. BuyurmuÅŸlardır.
Åžeyh’ül Ekber Ä°bn’ül Arabi Hz.leri;
Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz Allah’ın cemalini gördüÄŸü zaman “Etthiyyatü lillahi vettayyibatü vesselavat, canlı cansız , bütün varlıkların her birinin övgüleri saygıları, hürmetleri sanadır Allah’ım” dedi. Ve Efendimiz saÄŸ elini göÄŸsünün üzerine koydu sol elini karın boÅŸluÄŸuna doÄŸru yerleÅŸtirdi boynunu büktü Allah’ın katında edebinden iki büklüm oldu. Sanki bir “ hu ”[5] gibi bir yumak haline bir nokta haline geldi. Diyor.
Peygamber Efendimiz (sav) böyle edep ve adapla Allahu Teâlâ’ya hürmet etti. Efendimizin bu edebi Önce Hulefayı RaÅŸidin hazeratına temayüz etmiÅŸ daha sonra sahabeyi kiram hazeratına ondan sonra evliyaullaha temayüz etmiÅŸtir.
Bunun en belirgin bir ÅŸekilde zuhuru Hz. Osman Efendimiz de temayüz etmiÅŸtir.
Hz. AiÅŸe validemiz ÅŸöyle rivayet ediyor;
‘Rasulullah (sav) dizden aÅŸağısı açık bir ÅŸekilde benim evimde istirahat ediyordu. Hz. Ebu Bekir geldi. Girmek için izin istedi. Ä°zin verdiler. Hallerini deÄŸiÅŸtirmeden yattığı yerden Hz. Ebu Bekir’le sohbet ettiler. Sonra Hz. Ömer geldi. Girmek için izin istedi. Ä°zin verdiler. Yine öylece yattığı yerden dizlerinin altı açık vaziyette sohbet ettiler. Daha sonra Hz. Osman gelip izin istedi. Rasulullah (sav) hemen toplanıp oturdu. Elbisesini üzerine aldı.
Bunun üzerine Hz. ÂiÅŸe:
“Ey Allah’ın Resul’ü!” dedi, “Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi deÄŸiÅŸtirdiniz, elbisenizi düzelttiniz?”
Allah Resulü ÅŸöyle cevap verdi:
“Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiÄŸi bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?” [6]
Hz Osman Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) ile el sıkıştığı günden sonra saÄŸ eli hiç edep yerine deÄŸmemiÅŸtir.
Cennet Mekân Abdullah Baba Hz.leri de Bilal Baba Hz.leriyle ilk karşılaşıp kucaklaÅŸmaları sonrası sakalları birbirine deÄŸince “Allah’ın evliyasının sakalı yüzüme deÄŸdi. Artık ben bir daha yüzüme jilet vurdurmam” demiÅŸ ve bir daha sakalına jilet vurdurmamıştır.
Edep sadece belli bir kalıp olarak almak da doÄŸru deÄŸildir. Edepli olmak kadirÅŸinas olmayı, hatırÅŸinas olmayı gerektirir. Hudeybiye AntlaÅŸması öncesi Rasulullah (sav) Efendimiz geliÅŸ amacını anlatmak üzere KureyÅŸliler’e Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Mekke’de Ebân b. Saîd b. Âs’ın himayesine giren Hz. Osman, amaçlarının savaÅŸmak deÄŸil, sadece umre ziyareti yapmak olduÄŸunu belirtti. KureyÅŸliler Osman’a, Müslümanların Mekke’ye girmelerine izin vermeyeceklerini ancak isterse kendisinin Kâbe’yi tavaf edebileceÄŸini söylediler. Hz. Osman (ra) “Hz. Peygamber gelip tavaf etmeden ben asla Kâbe’yi Muazzamayı tavaf etmem, hicap duyarım” diyerek bu teklifi geri çevirir. Ä°ÅŸte edep burada ortaya çıkıyor. Daha sonra Sahabîler Hz. Osman'a, "Herhalde Kâbe'yi tavaf etmiÅŸsindir?" diye sorduklarında. Hz. Osman ÅŸu karşılığı verdi:
"Vallahi! Mekke'de bir yıl kalsaydım ve Rasulullah da (sav) Hudeybiye'de otursaydı, o, Kâbe'yi tavaf etmedikçe, ben yine tek başıma onu tavaf etmezdim." [7] buyurmuÅŸtur.
Müminlerin emiri Hz. Ömer (ra)'ın canına kastedilmiÅŸti. Ağır yaralıydı. Anladı, hissetti ki bu yara onun ölümüne vesile edecekti. Artık son anlarını yaşıyordu. Bir dileÄŸi vardı. Kızı Hafsa (ra)'ı AiÅŸe (ra)'a gönderdi. Efendimiz (sav)'in ayakucuna defnedilebilmek için Hz. AiÅŸe’den izin istedi. Zira orası müminlerin annesine aitti ve Hz. AiÅŸe (ra)' ın babası Hz. Ebu Bekir (ra) da oradaydı. Hz. AiÅŸe bu isteÄŸi ÅŸöyle karşıladı:
- Aslında o yeri kendim için düÅŸünmüÅŸtüm. Fakat Ömer'i kendime tercih edeceÄŸim.
Ve Hz. Ömer (ra) vefat edince Efendimiz (sav)'in ayakucuna defnedildi.
Müminlerin annesi Hz. AiÅŸe (ra) Allah Resulü (sav)'in ve babasının kabirlerini serbestçe ziyaret ederdi. Ancak Hz. Ömer de oraya defnedildikten sonra kabirleri daha bir dikkatli ve daha bir örtünerek ziyaret eder oldu.
Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri karşısına edepsiz bir kiÅŸi gelse dahi. O’ndaki edebin tesiri altında kalır, kendisine çeki düzen verirdi. Edep hususunda o kadar hassastı ki; Rahatsızlığından dolayı ameliyat olduÄŸunda dahi, ayaklarını uzatmamıştı. Fakat ameliyattan sonra saÄŸlığı açısından doktorlar, ayaklarını uzatıp, yatması gerektiÄŸini söylediler.
Cennet Mekân ayaklarını uzatmak istemeyince derviÅŸleri; efendim ayaklarınızı uzatmanız lazımmış ÅŸöyle yavaÅŸ yavaÅŸ uzatalım mı dediler. Cennet Mekân ayağını uzatırken bir garip oldu üzerine bir duygusallık çöktü. Yüzü acı acı bakarken “Ya Rabbi! bu güne kadar huzurunda ayağımı hiç uzatmadım. Bu hareketimden dolayı Senin affına sığınıyorum. Böyle bir edepsizlikten sana sığınırım. Bizi affet Allah’ım” diye niyaz etmiÅŸtir.
Osmanlı Devleti döneminde Åžair Cenab-ı Nabi’nin Ravzayı Mutahhara’yı ziyareti ÅŸöyle gerçekleÅŸir:
Åžair Nabi, hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkânıyla birlikte yola çıkar. Kafile Rasulullah (sav) Efendimizi ziyaret etmek için Medine-i Münevvere’ye yönelir. Kafilenin ÅŸehre yaklaÅŸtığı bir gecede son defa mola verilir. Kafiledekiler kısa bir süre içinde yorgunluktan uykuya dalarlar. Gözüne günlerdir uyku girmeyen Peygamber âşığı Nabi ise o gece de uyumamaktadır. Gözleri yaÅŸlı, Mescid-i Nebevî’ye kavuÅŸacağı ânı beklemektedir. Rasulullah Efendimize bu kadar yakın olmanın hazzı sebebiyle de yerinde duramayıp gezerken gözüne birisi takılır. Kafiledekilerden biri ayağını uzatmış bir hâlde uyumaktadır. O anda bu zatı uyaracak ve uyandıracak tarzda ÅŸu mübarek mısraları söylemeye baÅŸlar.
Edebi terk etmekten sakın! Burası Allah-ü Teâlâ’nın Habibi’nin yeridir.
Burası Allah-ü Teâlâ’nın nazar ettiÄŸi, Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) makamıdır.
Habîb-i Kibriyâ’nın yeridir ki; fazilette üstünlük bakımından Allah-ü Teâlâ’nın ArÅŸ’ının üstündedir.
Bu mübarek toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi.
Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı.
Zira burası kör gözlere ÅŸifa veren bir sürme gibidir.
Gökyüzündeki hilal Onun kapısının yüreÄŸi yaralı âşığıdır.
O, gökyüzündeki hilâle ışığının nurundan veren kandildir.
Ey Nabi! Bu dergâha edebin ÅŸartlarına riayet ederek gir.
Zira burası meleklerin etrafında pervane olduÄŸu ve peygamberlerin hürmetle öptüÄŸü tavaf yeridir.”
Kafile sabah namazı vakti Medineyi Münevvere’ye ulaşır. Onlar Mescid-i Nebevî’ye girerken müezzinler Ezân-ı Muhammedî’den evvel Nabi’nin:
“Sakın terk-i edepten kûy-i mahbûb-u Hüdâ'dır bu; (Edebi terk etmekten sakın; Burası Allah-ü Teâlâ’nın Habibi’nin yeridir.)
Nazargâh-ı Ä°lâhîdir makâm-ı Mustafa’dır bu” (Burası Allah-ü Teâlâ’nın nazar ettiÄŸi, Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) makamıdır.)
mısralarıyla baÅŸlayan naatını okuyorlardır. Nabi hayretler içindedir. Birkaç saat önce çölün ortasında okuduÄŸu bu ÅŸiiri, ÅŸimdi Mescid-i Nebevî müezzinlerinin yanık seslerinden dinlemektedir. Sabah namazını eda ettikten sonra müezzinlerin yanına gider. Müezzinlerden birine:
“Allah aÅŸkına Peygamber aÅŸkına ne olursun söyle! Ezandan önce okuduÄŸun naatı kimden, nereden ve nasıl öÄŸrendin?” diye sorar. Müezzin de büyük bir heyecan içinde:
“Resulü Ekrem Efendimiz bu gece Mescid-i Nebevî’deki bütün müezzinlerin rüyasını ÅŸereflendirerek:
“Ümmetimden Nabi isimli biri Beni ziyarete geliyor. Bana olan aÅŸkı her ÅŸeyin üstündedir. Bugün sabah ezanından önce, onun Benim için söylediÄŸi bu ÅŸiiri okuyarak Medine’ye giriÅŸini kutlayın.” buyurdular. Biz de Rasulullah Efendimizin emirlerini yerine getirdik” der.
Ä°ÅŸte Müslüman’a yaraşır bir edep tablosu. Ä°ÅŸte Ä°slam’ın bayraktarlığını yapmış olan bir milletin hassasiyeti ve iÅŸte bu milletin münevverlerinden birisi olan ÅŸair Nâbi…
EDEPLE GELEN LÜTUFLA GÄ°DER
Edep böyle bir ÅŸey. ÇoluÄŸunuzun çocuÄŸunuzun, insanların yanında konuÅŸtuklarımıza, oturup kalktıklarınıza, giyindiklerinize dikkat edin. Önce edebi kendimiz hanemizde öÄŸreteceÄŸiz. Hz. Peygamber(sav) bize nasıl öÄŸütlediyse biz o ÅŸekilde olmak mecburiyetindeyiz.
Mevlânâ Hazretleri:
“Aklım, kalbime: ‘Ä°man nedir?’ diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eÄŸilerek: ‘Ä°man edepten ibarettir.’ dedi.” buyurmuÅŸtur. Kulun edebi imanı ölçüsündedir. Allah’ın emrine uygun ameller iÅŸledikçe kulun imanı artar. Kulun imanı arttıkça Allah’a yakınlığı da artar. Bu yakınlık neticesinde manevi hali, anlayışı, hassasiyetlerinde olumlu manada deÄŸiÅŸiklikler olur. Netice olarak edebi de gittikçe artar ve Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ve Efendimizin hayatında bizlere örnek olarak gösterdiÄŸi hüsnü ahlak kiÅŸide belirmeye baÅŸlar.”
Rasulullah (sav) Efendimiz: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” [8] “Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi ne güzel yaptı.” [9] buyurduÄŸu üzere en güzel ahlak ile donatılmıştır.
Rabbimiz Zülcelal ve Tekaddes Hz.leri, “Åžüphesiz ki Allah’a, ahiret gününe iman edenlerle Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.” [10] buyurarak, Efendimiz (sav) ‘in ahlakını örnek almamızı, her hal ve hareketine uygun davranmamızı bizlere Kur’an-ı Kerim’de bildirmiÅŸtir. Fıkıh ıstılahına göre ise edep, "Hz. Peygamber (sav)'in sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir." Daha geniÅŸ ifadesiyle Allah'ın ve Peygamber'in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir. Zira Müslüman Rasulullah Efendimizin ahlakını, hayatını, muamelelerini, bakış açısını, dostluklarını, hastalığını, konuÅŸmasını, yeme-içmesini, oturmasını, ibadet hayatını, aile reisliÄŸini, cömertliÄŸini, ticaretini, sadakasını vb. özetle her hal ve hareketini mutlak surette bilmeli ve Rasulullah Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmaya ihlasla gayret etmelidir. Müslüman’ın eriÅŸmesi gereken ufuk budur.
Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri kürsüler sahibi çok meÅŸhur, büyük bir âlim iken “Hocası daha senin öÄŸreneceÄŸin bir ilim yok” diyerek kendisini methederken, etrafında yüzlerce talebesi, bir çift sözüne bakan devlet adamları var iken her ÅŸeyini Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed-ül Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmak arzusuyla ümmi olan Åžemsi Tebrizi Hazretlerinin yoluna terk etmiÅŸtir.
Bir gün Mevlana Hazretlerine “Biz sana bir soru sormak istiyoruz, müsaade edersen” dediler ve: “Sen Åžems gelmeden evvel kimsenin ÅŸüphesi olmayacağı dört dörtlük bir mümindin, hocaydın, müderristin…
Mevlana Hazretleri, ”Evet doÄŸrusunuz, doÄŸru söylüyorsunuz” buyurdu…
- Peki, senin ibadetlerinde bir eksiklik var mıydı, diye sordular.
Mevlana Hazretleri: Hayır, diye cevap verdi.
- Peki, sen Åžems’ten ne öÄŸrendin ki bunun uÄŸruna her ÅŸeyini bıraktın, terk ettin? Åžimdi ise rengin sararmış, belin bükülmüÅŸ ÅŸu haline bak! Åžems sana ne verdi, dediler…
Mevlâna Hazretleri bu suale gönülleri titreten ÅŸu muazzam sözlerle cevap buyurdular:
Evet, dediklerinizin hepsi doÄŸru. Lakin ben Åžems’e rastlamadan önce üÅŸüdüÄŸüm zaman ısınıyordum ama Åžems’ten sonra artık ısınamıyorum. Biliyorum ki ümmet-i Muhammet’ten üÅŸüyenler var. Eskiden açken bir tas çorba içince doyardım. Ama ÅŸimdi ne kadar çorba içsem de doymuyorum. Biliyorum ki ümmet-i Muhammet’ten aç olanlar var. Ä°ÅŸte Åžems’in bana öÄŸrettiÄŸi “Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın ahlakından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.” BuyurmuÅŸtur.
Dergâhlar Allah’a vuslat kapılarıdır. Kapılarının üzerinde “Edep ya hu” yani o Allah seni görüyor edepli ol ifadesi yazar. Cennet Mekân Abdullah Efendi Hz.lerinin bu hususta;
“Allah seni görüyor, edepli ol! Yürürken edepli ol! Yemek yerken edepli ol! Su içerken edepli ol! Evde edepli ol! Tuvalette edepli ol! Otururken edepli ol! AlışveriÅŸte edepli ol. vs… Çünkü “O” beni her yerde görüyor, diye ihsan üzere yaÅŸarsak iÅŸte o zaman nefis meratiplerini aşıp Allah-ü Teâlâ Hz.lerine vasıl oluruz.” BuyruÄŸunu unutmamak gerekir.
Tasavvuf yolunda ilerleyebilmekte edeple mümkündür. Tasavvuf baÅŸtan sona edeptir, edebi gözetmeyen Allahu Teâlâ’ya kavuÅŸamaz. Dergâhların giriÅŸinde yazan “Edep Ya HU” yazısı bir manada edepli olmazsan bu kapıdan sana fayda yok anlamı taşımaktadır.
Sûfilere göre her vaktin, her hâlin, her makâmın bir edebi vardır. Bu edepleri gözetenler hedeflerine ulaşırlar, gözetmeyenler ise tam ulaÅŸtık dedikleri sırada bile edepsizlikleri yüzünden hedeften uzaklaÅŸtırılırlar.[11]
Hz. Mevlana;
“Bir köpeÄŸe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse, o kapıya baÄŸlanır, o kapının minnetdârı ve hizmetkârı olur.
O köpeÄŸe eziyet edilse, ona bir ÅŸey verilmese bile, o kapıdan ayrılmaz, oranın muhafızı ve bekçisi olur.
Âdetâ o kapının çavuÅŸu olur, orada yerleÅŸir kalır. Bir baÅŸka kapının çevresinde dolaÅŸmayı nankörlük, küfür bilir.
O mahalleye baÅŸka bir yerden bir garip köpek gelirse, hemen o mahalle köpekleri bir araya toplanır, gelen garip köpeÄŸe havlarlar; onu edebe dâvet ederler.
Ona derler ki: “Ä°lk önce ekmeÄŸini yediÄŸin kapıya dön! Orada yediÄŸin nimetlerin hakkı, senin gönlünü oraya baÄŸlamandır!
Haydi git! Vakit geçirmeden eski yerine git, orada nâil olduÄŸun nimetlerin hakkını yerine getir!” diye ona bağırırlar, onu ısırırlar.
Ey sana verilen mânevî yemekleri unutan kiÅŸi! Sen de gönül kapısından ve gönül sahipleri kapısından kaç kere âb-ı hayat içtin, gözlerin açıldı?
Hatırlamıyor musun? O gönül ehlinin kapısından aldığın mânevî gıdalarla, mânevî zevklerle bir çok defa âdetâ mest olmuÅŸ, kendinden geçmiÅŸ bir hâlde ayrılırdın?” [12]
Bu beyitlerde Hz. Mevlânâ, köpek nimete nail olduÄŸu kapıya nasıl edeplenmek üzere sadakatle baÄŸlanırsa, bir sâlikin de aynı sadakatle, o büyük kapıya aynı ÅŸekilde baÄŸlanması gerektiÄŸini anlatır.
Sonuç olarak ahlaki zafiyetlerin dört bir koldan etrafımızı sardığı ÅŸu zorlu günlerde Kur’an ve Sünnet’e uygun yaÅŸayarak, bela ve musibetlerden uzak kalmak, Ä°slam ahlakıyla ahlaklanmak istiyorsak, her hal ve hareketimizde edebe riayet etmek bizim en büyük yardımcımız olacaktır.
“Edeb bir tâc imiÅŸ nûr-i Hüda'dan, Giy o tacı, emin ol her beladan”
Rabbim edepsizlikten hayâsızlıktan cümlemizi hıfzı muhafaza etsin inÅŸallah…
[1] Ar’af Suresi 28
[2] Nur Suresi 19
[3] BaÅŸkalarına göre üstün duruma gelme, sivrilme, seçkinleÅŸme
[4] Cenâb-ı Hakk'ı zikirle, O'nu noksan sıfatlardan tenzihle ve her türlü kemâl vasıflarıyla takdîsle meÅŸgul olan melekler
[5] Arapça yazılış olarak bir nokta gibi bir yumak gibi
[6] Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 26-27
[7] Ä°bn-i Kayyum, Zâdü'l-Mead, 2:137.
[8] Ahmed b. Hanbel
[9] Suyuti
[10] Ahzâb Suresi 21
[11] KuÅŸeyri, Risale, s. 559; Sülemi, Tabakat, Kahire 1969, s.199
[12] Mevlana, Mesnevi, c.I, b.287-290
Okunma Sayýsý : 6118 Soru Tarihi: 2/11/2018