Abdullah Baba Hz.lerinin 8. Vuslat Töreninden Nuri KÖROĞLU Hocamızın Konuşması
“MürÅŸidi Kâmilin Ehemmiyeti ve Lüzumu, DerviÅŸlerin Manevi Seyri”
Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Vel akibetü lil müttegin. Vesselatü vesselamu alâ seyyidina ve nebiyyina ve ÅŸefiina Muhammed ve alâ âlihî ve sahbihî ecmâîn. Euzü billahimineÅŸÅŸeytanirracim bismillahirrahmanirrahim. Ve mimmen halâknâ ümmetün yehdûne bil hakkı ve bihî yâ’dilûn. Sadakallahul azim. Ve belleÄŸina rasulünen nebiyyühül kerim. Ve nahnü alâ zalike mineÅŸÅŸakirineÅŸÅŸahidine bi kalbin selim.
DeÄŸerli KardeÅŸlerim;
Pirimiz, Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerinin Hakk’a vuslatının 8. yıldönümü münasebetiyle; Üstadımızın himmeti, tasarrufu ve davetiyle, bir araya toplanmış bulunmaktayız. Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz, “Allah’ın dostlarının anıldığı yere Allah’ın rahmeti iner, fazlu maÄŸfireti yaÄŸar.” buyurmuÅŸlardır. Rabbim cümlemizi rahmetiyle, in’am ve ihsan ettiÄŸi fazlu maÄŸfiretiyle yargıladığı kullarından eylesin.
MürÅŸidi kâmil olan zatlar, ezel âleminde Allah’ın seçtiÄŸi ve zat-ı ikramıyla lütufta bulunduÄŸu kimselerdir. AÅŸk eri Mevlana’mız: “Pir olan zatlar, daha bu âleme gelmeden evvel, ruhları salâvat deryasında yüzen, ilmi ezeliyle Allah’a âşık olmuÅŸ erlerdir. Onlar, tenlerinden evvel can nakşını almışlar, denizlerden evvel inciler dermiÅŸlerdir. Kâinatın sahibi, âlemlere rahmet kılmak için mürÅŸidi kâmilleri kâinata peyderpey göndermiÅŸtir.”, buyurdular.
Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri de, “Tenezzül eyleyip vahdet ilinden, ÅŸu kesret âlemini seyrâna geldik!” Yani biz vahdet ilinde, cemali ilahiyenin keyfi içerisindeyken tenezzül ettik de ÅŸu çokluk âleminin içerisine girdik, diyor.
Üstadımız gibi mürÅŸidi kâmil olan bir sultanın ehemmiyet ve lüzumunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Cenab-ı Muhammed-ül Mustafa (sav) Efendimize müracaat etmek istiyorum:
Peygamberimiz (sav)’e vahy-i ilahi, 23 yılda peyderpey geldi. Cebrail (as), “Musa’nın kavminde de hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren kimseler vardır.’’ (Araf-159) ayetini getirince, Rasulullah (sav) Efendimiz mahzun oldular. Allah-u Teâlâ Hâbir ismiyle haberdar, Âlim ismiyle bildiÄŸi halde dedi ki: “Ey Cibril! Muhammed’imi mahzun kılan nedir?” Cebrail (as)’ın suali üzerine Rasulullah (sav) Efendimiz ÅŸöyle dedi: “Benim ümmetimin ömrü kısa, amelleri az olacak. Benden sonra da bir peygamber gelmeyeceÄŸi için onların dalalete düÅŸmesinden endiÅŸe ediyorum.” Allah-u Zülcelâl Hazretleri Araf suresinin 181. ayeti kerimesini indirdiler. “Bizim yarattıklarımızdan hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren salih kimseler vardır.” (Araf 181) Bu ayeti kerimeyi duyunca Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselamda muazzam bir keyfiyet hâsıl oldu. Çünkü bu ayeti kerime peygamber varisi zatların, Peygamber Efendimizden sonra devam edeceÄŸine dair Allah’ın vermiÅŸ olduÄŸu bir müjdeydi ve Allah-u Teâlâ kutsi hadiste: “Åžeriatla amel edip Muhammed’imin sünnetini ihya edenleri, israiloÄŸullarının peygamberlerinin muadili kıldım”, buyurdu. Bu müjdeyle Rasulullah (sav) Efendimiz sahabeyi kiramın yanına geldiler ve: “Ey ashabım! Benim ümmetimin evliyaları, israiloÄŸullarının peygamberlerinin muadilidir.” buyurdular.
Bunlar Peygamber Efendimizin varisi olan mürÅŸidi kâmil zatlardır. Sahabeyi kiram hazeratının içerisinde çok mürÅŸidi kâmil zat vardır. Bunlardan misal vermek istiyorum:
Hazreti Ebu Bekir (ra) bunların başında gelir. Mekke’den Medineyi Münevvere’ye hicret ederken Sevr MaÄŸarası’na sığındılar. Allah’ın Rasulüne sıkıntı geleceÄŸinden korktuÄŸu için Hz. Ebu Bekir Efendimizde bir titreme hâsıl oldu. Rasulullah (sav) Efendimiz: “Ya Ebu Bekir! Korkma! Üçüncüsünün Allah olduÄŸu iki kiÅŸiyiz, sakın korkma. Dilini damağına yapıştır ve La Ä°lahe Ä°llallah de…” buyurdu ve Hazreti Ebu Bekir’e tek nefeste yirmi bir kere kelimeyi tevhidi okuttu. Hazreti Ebu Bekir’in vücudunu öyle bir hararet bastı ki bütün dünyanın gam ve kederi kendisini terk etti. Hazreti Ebu Bekir Efendimiz Medineyi Münevvere’ye vardıklarında yine acayip haller içerisine düÅŸtüler. MaÄŸarada baÅŸlayan seyri süluk kendisini göstermeye baÅŸladı. Allah’ın Rasulüne ÅŸöyle dedi: “Ya Rasulullah Bende garip bir hal oluyor.” Rasulullah (sav) Efendimiz; “Nedir ya Ebu Bekir?” Hazreti Ebu Bekir Efendimiz; “Nereye bakarsam mübarek cemalinizi görüyorum. Öyle ki eÅŸimin yüzünde dahi cemalinizi görüyorum.” dedi. Rasulullah (sav) Efendimiz, “Allah mübarek etsin. Buna fenafirresul makamı derler ya Ebu Bekir. Åžu esmayı oku, seyri sülukuna devam et.” dedi ve o esmayla devam eden Hz. Ebu Bekir Efendimiz, fenafillâh makamına ulaÅŸtıklarında ÅŸu ifadeyi kullandı; “Kâinatta hiçbir varlık görmedim ki onda önce Allah’ı, sonra o varlığı görmeyeyim.” Zira Hazreti Ebu Bekir Efendimiz nereye bakarsa Allah gören gözü olmuÅŸtu. Buna fenafillâh denir.
Hz. Ömer, Hz. Osman Efendimiz de seyri süluklarını tamamladılar. Onlara çok teferruatlı oldukları için girmek istemiyorum.
Hz Ali (kvc) Hazretleri ki velayetin kapısıdır. Rasulullah (sav) Efendimiz bir hadisi ÅŸeriflerinde; “Ben ilmin ÅŸehriyim, Ali de kapısıdır.”, buyuruyor. Cümle evliya olacak zatlar velayetin kapısı olan Hazreti Ali Efendimizden içeri girerler.
Rasulullah (sav) Efendimiz, Cennet ve Cehennem’den bahsederken, Cehennem’in çok ÅŸiddetli, mahÅŸer yerinin çok elemli olacağını, fevç fevç herkesin terleyeceÄŸini, babanın evladından, annenin kızından kaçacağı anı anlatıyordu. Hz. Ali Efendimiz bunları düÅŸününce, kendisini bir titreme aldı. Oturdukları mecliste Kur’an tilaveti yapıyorlardı, azap ayetlerinin okunmasının da etkisi ile dayanamayıp, o halde, Rasulullah (sav) Efendimizin yanına geldi. Efendimiz (sav):
“Ya Ali! Sıtmaya mı tutuldun, nedir bu halin?”, diye sordu.
Hz. Ali Efendimiz:
“Hayır, Ya Rasulullah! Siz ahiretten, mahÅŸer yerinden bahsedip oranın ÅŸiddeti ile ilgili mevzuları anlattıkça, Ben de ÅŸu ayeti okudum, azab-ı elimi (sızı verici azabı) düÅŸündüm de çok korktum ve üzüldüm. Onun için ne olur ya Rasulullah, Bana, Allah’a Kurbiyyet (manevi yakınlık) peyda edecek, Allah’a vuslat bulduracak, bir ÅŸeyler öÄŸretiniz.”, dedi.
Efendimiz (sav) de:
─Ya Ali, otur! Dizlerini dizlerime, alnını alnıma, burnunu burnuma daya ve ellerimi tut; “La ilahe illallah, La ilahe illallah, La ilahe illallah Muhammedür Rasulullah” de. (Abdullah Babam bu mevzuyu bize aktarırken buraya hep dikkat çekerdi.) Sonra Hazreti Ali Efendimize ÅŸu ifadeyi kullandılar; “Ya Ali, Åžeriat emir ve nehyimdir. Ä°slam dinidir. Rabbimin Bana emir ve nehyettikleridir. Bunu yapmayanlara azap vardır. Tarik (Allah’a giden yol)’da Benim yapmış olduÄŸum nafile ibadettir. Namaz gözümün nuru, oruç da hüccettir (Allah katında kurtuluÅŸ sebebidir). Mideni de harama alıştırma. Kim bu söyleneni yaparsa, Allah-u Teâlâ onu sever. Meleklere emreder; “Ey meleklerim! Ben bu kulumu seviyorum, sizler de sevin!” Ve melekler de onu sever. Melekler sevince, müminlerin de kalbine onun sevgisini koyar ve böylece o kimseyi müminler de sever.”
Rasulullah (sav) Efendimiz bu ÅŸekilde telkin ettiler. Hazreti Ali Efendimizin seyri süluku baÅŸladı. Tâ ki Mekkeyi Mükerreme’nin fethi gerçekleÅŸtiÄŸi zamana kadar…
Kabeyi Muazzama’nın içerisinde putlar vardı. Rasulullah (sav) Efendimiz asasını o putlara takıp, yüz üstü kırıyordu. Bu esnada da ÅŸöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok oldu.” (Ä°srâ/81) Lat ve uzza denilen o büyük putların yanına gelince, putların boyu çok yüksek olduÄŸu için Hazreti Ali Efendimiz, “Ya Rasulullah! Benim omzuma çıksanız.” deyince Rasulullah (sav) Efendimiz dedi ki, “Ya Ali! Bende nübüvvet mührü var, zaten arz Beni zor taşıyor. Sen Beni nasıl taşıyacaksın. Sen Benim omzuma çık.” Hazreti Ali Efendimiz, “Hayâ ederim Ya Rasulullah. Ben bir peygamberin omzuna basmaktan hayâ ederim.” deyince; Rasulullah (sav)Efendimiz, “Ya Ali! MürÅŸidin emri edebin üstündedir. Omzuma çık.” dedi.
Abdullah Babam burayı anlatırken şu ifadeyi kullanmıştı:
Hazreti Ali Efendimiz hemen ellerini açtı, “Ya Rabbi! Âlemlere rahmet olarak gönderdiÄŸin bu yüce peygamberinin omzuna basmaktan hayâ ederim. Sana sığınıyorum affeyle…” dedi ve aÄŸladı. Rasulullah (sav) Efendimizin omzuna kademini bastı. Hazreti Ali Efendimiz heyecanlı bir ÅŸekilde putları indirmeye çalışırken bir ara dengesi bozuldu, başını ÅŸöyle aÅŸağıya doÄŸru indirdi. Rasulullah (sav) Efendimizde mübarek başını kaldırmışlar. Tam yüz yüze geldiler. Hz. Ali Efendimiz titremeye baÅŸlayınca, Efendimiz (sav), “Ne oldu ya Ali?” dedi. Hazreti Ali Efendimiz, “Aman ya Rasulullah! Arza bakıyorum kademi-Rasulullahı görüyorum. Karşıya bakıyorum sadr-ı Rasulullahı görüyorum. Cemalinize bakıyorum Allah’ı görüyorum.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Benden ve Ali’den baÅŸka Allah’ı bileniniz yoktur. Allah’dan ve Benden baÅŸka Ali’yi bileniniz yoktur, ashabım.” dedi. Hazreti Ali Efendimiz fenafirresul makamına orada ulaÅŸtılar. Hazreti Ali Efendimiz seyri sülukunu devam ettirdi. Seyri sülukunun nihayetinde ÅŸunu diyecekti: “Ben görmediÄŸim Allah’a secde etmem.” Bu fenafillâh makamıdır. Bunun manası ÅŸudur:
MürÅŸidi kâmiller; Allah’ın sıfatlarında fani olan, Cenab-ı Muhammed Mustafa (sav) Hazretlerine varis olan zatlardır. Rab sıfatı terbiyeci demektir. Rab sıfatına mazhar olan evliyalar, Rasulullah (sav) Efendimizin omuzlarında, bizim gönül Kâbe’mizdeki putları kıran kimselerdir. Bir defasında Rasulullah (sav) Efendimiz, sahabeyi kiram hazeratıyla sohbet ediyor, ümmetinden gelecek evliyaları anlatıyordu. Åžöyle söylediler: “Ey ashabım! Âhir zaman yaklaşırken Benim ümmetlerimden Abdulkadir Geylani isimli bir er çıkacak. O erin ayakları, döneminde cümle evliyaların üzerinde olacak.”
Hazreti Ali Efendimiz diyor ki: “Ya Rasulullah! Benimde mi omzumda olacak?” Rasulullah (sav) Efendimiz, “Evet ya Ali!” diyor. Hz. Ali Efendimiz taaccüp ediyorlar. Aradan bir müddet zaman geçince Rasulullah (sav) Efendimiz diyor ki, “Ya Ali! Åžurada ayetlerin yazılmış olduÄŸu varakalar var. Onları Bana bir verir misin?” Hz. Ali Efendimizin boyu yetiÅŸmiyor. O esnada içeriye bir çocuk giriyor. Rasulullah (sav) Efendimiz, “Åžu çocuÄŸu al omuzlarına çıkar da varakayı oradan alsın.”, diyor. Çocuk alıyor varakayı, Rasulullah (sav) Efendimize veriyor. Hz. Ali Efendimiz yerine oturunca Rasulullah (sav) Efendimiz diyor ki, “Ya Ali! Ä°çeriye giren çocuÄŸu tanıdın mı?” Hz. Ali Efendimiz, “Tanımadım ya Rasulullah!” Rasulullah (sav) Efendimiz bunun üzerine, “Biraz önce bahsetmiÅŸ olduÄŸum Abdulkadir Geylani’nin ruhaniyeti… Ayakları Senin omuzunda olan O idi.” buyurdular. O silsile halen devam etmektedir. Velayet kapısı Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinden, Hz. Ali (kvc) Hz.lerine, Ondan da Rasulullah (sav) Efendimize ulaÅŸan bir silsiledir. Zaten tarikatların on bir tanesi cehri bir tanesi hafidir. Hâfi olan NakÅŸî tarikatıdır. Ama cümlesi Allah’a vuslat bulma yolunda muhakkak ki Abdulkadir Geylani Hz.lerinin vuslat kapısından yani velayet kapısından girer.
Muhammed NakÅŸibendî Hz.leri anlatıyor:
Baba Semmasi Hz.leri Bana lafzayı celali telkin etti. Ama esma, dilimden bir türlü kalbime inmiyordu. DaÄŸlarda taÅŸlarda dolaşırken Hızır (as) ile karşılaÅŸtım. Hızır (as) dedi ki, “Senin derdine derman olacak, Senden iki asır önce vefat etmiÅŸ olan Seyyid Abdulkadir Geylani Hz.leridir. Ancak O, Senin derdine derman olur.”, dedi. Bende, “Beni ne olur Ona ulaÅŸtır.” deyince. Ayağımın üstüne bas, dedi. Hızır Aleyhisselamın ayağına bastım ve Beni tayyi mekân ile BaÄŸdat’a ulaÅŸtırdı. MübareÄŸin kabrine vardım. Edepli bir ÅŸekilde selam verdikten sonra dedim ki:
“Ey Kutbur Rabbani, Gavsüs Semadânî, Esseyyid Abdulkadir Geylani! EÄŸer Sende manevi kuvvet ve kutsiye varsa ÅŸu derdime derman ol.”
Bunun üzerine kabirden bir nur uzandı ve kalbimin üzerine elini koydu. Sonra dedi ki:
“Ey Bahaddin! Emanetime sahip çık ki kıyamet sabahına kadar Sana nakÅŸibend desinler. Bendine nakÅŸolunmuÅŸ kimse desinler.”
Abdülkadir Geylani Hazretleri mübarek elini çekerken baktım ki kalbimin üzerinde nurdan lafzayı celal yazıyordu.
Bazıları derler ki Allah’ın evliyası öldü! HâÅŸâ! Allah’ın evliyaları ‘Hay’dır. Çünkü Allah’ın sıfatlarında fani olmuÅŸ kimselerdir. Onları yok saymak cehaletten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. AÅŸk Eri Mevlana’mız; “MürÅŸidi kâmil olan zatları sıradanlaÅŸtırmak, onlar öldü artık ahirete gitti, siz baÅŸka yol bulun; demek ancak ÅŸeytanın vasıf ve sıfatıyla sıfatlanmış adamların iÅŸidir.” buyuruyorlar. Çünkü mürÅŸidi kâmilden gelen feyz-i ilahidir. Onlardan gelen manevi kuvveti kutsiyedir. Åžu kadar insanın buraya toplanması, onların manevi tasarrufundan baÅŸka ne olabilir. Bunlar ancak acizlikten söylenen ifadelerdir. MürÅŸidi kâmil olan zatlar Allah’ın sıfatlarında fani oldukları için Allah’ın veli sıfatının da mazharıdırlar. Böylece evliya olurlar. Ve bu zâtları velayet nuruyla Allah muhafaza eder. Onların ÅŸekline ve suretine ÅŸeytan giremez.
“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.” (Bakara 154) ayeti kerimesinin ifade ettiÄŸi mana için bazıları, “Esbabı nüzulüne bakarız. Bu ayette kastedilen Uhud harbindeki ÅŸehitlerdir.”, diyorlar. Bir ayet hakkında bu ÅŸekilde ezbere ifadeler kullanmak çok büyük cehalettir. Ä°zah ediyorum. Bir ayetin atmış bin manası olur. Ä°mamı Birgivi Hazretlerinin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserine müracaat edebilirsiniz.
Bir baÅŸka hususa daha dikkat çekmek istiyorum alemu ervah dediÄŸimiz ruhlar âlemi vardır. Bunlardan kâfirlerin ruhları en alt tabakadır. Onlar, siccinde yerin yedinci katının dibinde siyah kuÅŸlar içindedirler. Cesetleriyle iliÅŸkileri vardır. GüneÅŸ gökte iken ışığının yerde olduÄŸu gibi... Onların üstünde, Müslüman olup ehl-i isyan olanlar vardır. Onlarda hapistir. Üçüncü bir zümre vardır. Müminlerden ehl-i itaat olan ruhlar ki Cennet etrafında olurlar. Yemez, içmez, Cennet’ten faydalanmazlar. Cennet’e bakmakla istifade ederler. Haftanın belirli zamanlarında Allah müsaade eder ve onlar da dünyada ehli ile rüya yoluyla görüÅŸürler. Efendimiz (sav) hadisi ÅŸeriflerinde; “Amelleriniz ölülerinize arz edilir. Güzelse, sevinir ve müjdelenirler, kötü ise «Yâ Rabbi geri çevir.» derler.” (Kabir Âlemi) buyurmuÅŸlardır. Dördüncü bir zümre vardır ki ÅŸehitlerin ruhlarının bulunduÄŸu derecedir. Cesetlerinden çıkar, Cennet’te yeÅŸil kuÅŸlar içinde olurlar, yer, içer, faydalanır ve geceleyin ArÅŸ’a asılı kandillerin içinde olurlar.
Bir diÄŸer zümre ise enbiyaların ve evliyaların ruhlarıdır ki cesedinden çıkar, misk ve kâfur gibi güzel kokulu cesedinin ÅŸekline girer. Cennet’te olur. Yer, içer faydalanır, geceleyin de ArÅŸ’a asılı kandillerin içinde barınır. (Nesefi Bahrü'l-Kelâm’) Onların ruhları serbesttir. Anıldıkları yere gelirler. Onun için biz bu hakikatleri bilmedikten sonra dinimizi imanımızı mukaddesatımızı bilmedikten sonra kendi aklımızdan hadiseleri yorumlamaya kalkarsak çok büyük hata ederiz. Cennet Mekân öyle derdi; “Cahilin sofusu ÅŸeytanın maskarası olur!”
Efendi Hazretlerinin ÅŸekline, cemaline deÄŸil Onun maneviyatına bakın. MeÅŸayıhı kiram buyuruyorlar ki, “Allah’ın sıfatlarında fani olmuÅŸ bir mürÅŸidi kâmilin her bir nefesinde yüz bin ÅŸehit sevabı vardır.” Rabbim ayırmasın inÅŸallah.
Madde ve mana ilmine sahip demiÅŸtik. Bir gün Cennet Mekân Abdullah Babam ile Karahayıtlara gittik. Orada bir bayan kardeÅŸimiz geldi, dedi ki; “Efendim, benim babam bir yaşımda iken vefat etti. Göremedim. Bir dua edin de rüyamda göreyim.” dedi. Hizmet ehli bir insandı. Cennet Mekân dedi ki, “Otur bakayım. Gözlerini de kapat.” O kardeÅŸimiz bunun üzerine oturdu, gözlerini kapattı. Derken aÄŸlamaya baÅŸladı. Belli ki görüntü açıldı. Bir hafta sonra dönüÅŸ yolundayız. O kardeÅŸimiz dedi ki, “Efendim, Allah sizden razı olsun. Ne zaman babamı görmek istesem, gözümü kapatıyorum babam geliyor. Babamla görüÅŸüyoruz, geçmiÅŸle hasbihal ediyoruz…” deyince Abdullah Babam, “Yavrum, babanı gördün artık. Bir haftadan beri berabersiniz. Babana, “Baba biz bu âlemdeyiz sen o âlemdesin. Bizde vaktimizi doldurunca o âleme geleceÄŸiz daha gelme.”, de. Bu iÅŸi burada bitirelim.”, buyurdu. Abdullah Babamın daha elini indirmesiyle, o kardeÅŸimizin babasını görmesi otomatikman kapanmış oldu.
MürÅŸidi kâmil olan zâtların, madde ve manaya hükmedebilme yetkisine haiz olması lazımdır. Geçenlerde ÅŸeyh dedikleri bir adamın yanına gittik. Adama,“Manevi görev verilirken, Rasulullah (sav) Efendimiz sana manevi yetki verdi mi? Yani kabirde, son nefeste, mahÅŸerde yardım edebilir misin? Böyle bir yetkin var mı?”, deyince, adam yüzümüze abes abes bakıyor. Hiç hayatında duymamış. Cevabı ÅŸu oldu; “Bana icazet verdiler de o icazetle ben ÅŸeyhlik yapıyorum.” Lafla peynir gemisi yürümez. MürÅŸidi kâmile Rasulullah (sav) Efendimiz manevi görevi verirken beÅŸ ÅŸey verir. Bizler ÅŸimdi Abdullah Babama tâbi olduÄŸumuz için ÅŸu beÅŸ ÅŸeyi muhakkak yaÅŸarız. Bunlar bir efsane deÄŸildir. Bunlar bizim akıbetlerimizdir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Ankebut/57) Hepimiz öleceÄŸiz. EÄŸer üstad son nefeste derviÅŸini imanla gönderemezse mürÅŸidi kâmil olamaz. Efendim Hazretleri; “Bin tane derviÅŸimin hepsi son nefesini verecek olsa, ÅŸeytanül aleyhillane imanını çalmak için hepsine musallat olsa, hepsini iman ile gönderemeyen kimseye mürÅŸidi kâmil denmez.”, buyurmuÅŸtur.
Konya’mızda bir kardeÅŸimiz vardı. O kardeÅŸimiz üç yıl hasta yaÅŸadı. Son gününde yanına girdim. KaraciÄŸer kanseri olduÄŸu için pek konuÅŸamıyordu. El iÅŸareti ile bana, “Bunlar kimlerdir?”, dedi. Bende,“Tanıyamadın mı?” deyince o, “Bir tek Abdullah Babamı tanıyorum, ötekileri tanıyamadım.”, diye cevap verdi. Bende,“Abdülkadir Geylani, Ahmedi Kebir Rufai, Ahmed el-Bedevi, Ä°brahim Dussuki, Hasan Ali Åžazeli, Mevlana Celaleddin Rumi, Hacı Bayramı Veli Hz.leri…”, deyince tebessüm etti. Biraz sonra, “Allah, Allah!” demeye baÅŸladı. Tebessüm ederek ruhunu teslim etti. Vefatından sonra görüÅŸtüÄŸümüzde, “Hocam Allah razı olsun. Abdullah Babam bizi bir an olsun yanından ayırmadı.”, demiÅŸti. Bunlar mürÅŸidi kâmillerin olmazsa olmazıdır.
Bir mürÅŸid-i kâmilin kabirde, münker ve nekir melekleri sorgu için geldiÄŸinde müridinin imanına kefil olabilecek yetkiye haiz olması lazımdır. Mevlana Hz.leri bu hususta, “Altınını gümüÅŸünü harca da yarın karanlık kabir gecesinde sana nur olacak mürÅŸidi kâmili ara ve bul. EteÄŸine yapış.”, buyuruyor. Öldükten sonra muhakkak dirilecek, haşır sabahı hepimiz kalkacağız. O kalktığımız anda mürÅŸid-i kâmilin evlatlarını Liva-ül Hamd sancağının altına götürebilmesi lazım. Allah-ü Teâlâ, “Günün birinde bütün insanları önderleriyle çağıracağız” (Ä°sra-71), buyuruyor. Orada da mürÅŸidi kâmil lazım. Sonra hesap göreceÄŸiz. Herkesin defterleri verilecek. Daha Türkçesi herkesin Cd’si eline verilecek. Al bakalım yaptıklarını gör diyecekler. Oranın teknolojisi buranın çok üzerinde... Saniye saniye her ÅŸeyin kaydı var. MürÅŸidi kâmilim diyen kiÅŸinin orada ÅŸefaat edebilme yetkisine sahip olası lazım. Ayeti kerime de Cenab-ı Hak; “O gün de Rahmân'ın katında söz almış olanlardan baÅŸkaları ÅŸefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” (Meryem/87) Rasulullah (sav) Efendimiz bunu müjdeleyince sahabeyi kiram diyor ki, “Ya Rasulullah! Kimler ÅŸefaatçi olacak.” Efendimiz (sav); “Enbiyalar, evliyalar, ÅŸühedalar ÅŸefaatçi olacaklar. Åžehitler yetmiÅŸ kiÅŸiye ÅŸefaat edecekler, ancak Benim ümmetimin evliyalarından öyle kimseler var ki ben-i kelp kabilesinin koyunlarının yünün adedince ümmetime ÅŸefaatçi olacaktır.”, buyurdular.
Åžefaat hakkı beÅŸ yerdedir. Sırat köprüsünden geçerken, üstadın müridini buradan saÄŸ salim geçirebilme yetkisine haiz olması lazımdır. Ayeti kerime de Allah-ü Teâlâ Hazretleri, “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, iÅŸte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiÄŸi peygamberlerle, sıddîklarla, ÅŸehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaÅŸtır.” (Nisa/69) buyuruyor. MürÅŸidi kâmiller bunlardır. O kadar ilmi olmasına raÄŸmen aÅŸk eri Mevlana, Åžems Hazretlerine ÅŸöyle diyor; “Ey Tebrizli Hak Åžemsi! Mübarek yüzünü göstermeseydin bu fakirde ne gönül olur nede iman olurdu. Ben bir beldenin zahidi, kürsüler sahibiyken Sana elini açıp koÅŸan bir derviÅŸ oldum. Ey Allah’ı arayan kimse! Allah’ı tozlu raflarda, yırtık kitaplarda arama. Nazargah-ı ilahi kılınan, gönül sahibi olan mürÅŸidi kâmilin gönlünde ara!”
Yavuz Sultan Selim Han… Dünyaya sığmayan adam… Eline dünya haritasını alıp masasının üzerine serdiÄŸi zaman, “Bir sultana belki ama iki sultan için bu dünya dar!”, diyen bir insan. Ä°ÅŸte O cihan padiÅŸahı ÅŸöyle söylüyor; “Cihana sultan olmak bir kuru dava imiÅŸ, bir kâmili mürÅŸide evlat olmak bunların hepsinden âlâ imiÅŸ.”
Onların manevi kuvveti kutsiyeleri anıldığı yerlere gelir. Ondanda bahsedeyim. Cennet Mekân Fatih Sultan Muhammed Han’ın oÄŸlu Yıldırım Bayezid Han babasından naklen ÅŸöyle anlatıyor:
“SavaÅŸ sırasında sıkıştık, öyle bir hale geldik ki düÅŸman ordusu neredeyse bire on karşımıza çıkıyordu. Çaresiz kalınca dedim ki, “Ey Allah’ım! Senin ricalül gayb erenlerin, kâinatta tasarruf sahibi evliyaların var. Onlar nerede? Dahilek evliyaullah”, dedim. TopluluÄŸun arasından beyaz atın üzerinde, yeÅŸil sarıklı bir zatın geldiÄŸini gördüm. Hemen atından indi. “Bizi mi çağırdın?” dedi. Fatih Hazretleri; “Efendim sadece siz mi geldiniz? Ben evliyaullahı çağırdım, zor durumdayım.”; deyince mübarek cübbesini bir açtı, Bedir’in aslanlarına kadar cümle evliyaullah saf olmuÅŸlar, savaÅŸa dâhil oldular ve o gün biz muzaffer olduk…”
Bir efsaneden deÄŸil bir vakadan bahsediyorum. Allah ÅŸefaatlerine nail kılsın inÅŸallahu Teâlâ. Böyle bir mürÅŸidi kâmil, Allah’ın lütfettiÄŸi insanlara nasip olur. Buraya kadar mürÅŸidi kâmili anlattım. Bundan sonra mürÅŸidi kâmile tabi olup manevi yol alanların durumlarından bahsetmek istiyorum.
Allah-ü Teâlâ ruhlar âleminde ruhlar yaratılınca, “Ben sizin rabbiniz deÄŸil miyim?” deyince, “Sen bizim Allah’ımızsın.” dediler. Ancak insanlar orada Allah’ın hangi esmasını gördüyse, o esmasına âşık oldu. Hâdi ismini gören hidayet ehli, Mudil ismini görende delalet ehli oldu. Sonra Allah-ü Teâlâ ilahi feyzi ruhlar üzerine serpti. O feyzi kabule istidatlı olanlar, mürÅŸidi kâmillerin maneviyatına mensup oldular. Bu zatlara yani mürÅŸidi kâmillere baÄŸlananlara da sahib-i mana derler. Yani bizlere sahib-i mana derler. Biz sadece bu âlemde baÄŸlanmadık. Åžimdi sorsam 1985 de Efendime müntesip olan çok az var. Ama 1985 yılında manevi görev verilirken Rasulullah (sav) Efendimiz, Efendim Hz.lerine erkekleri ve kadınları gösteriyor. Bunların hepsi kıyamete kadar gelecek olan evlatların. Onları Sana emanet olarak verdik.” buyuruyor. Onun içindir ki Rasulullah (sav) Efendimiz,“Ruhlar tanzim edilmiÅŸ ordular gibidir. Ruhlar âleminde birbirleriyle görüÅŸenler bu âlemde birbirleriyle muhabbet ve ülfet ederler. GörüÅŸmeyenler de ihtilaf ederler.”,buyurmuÅŸtur. Yani derviÅŸlik bir lütf-u ilahidir. Yunus Emre Hazretlerinin,“Hak nasip etmeyince; sen derviÅŸ olamazsın, sen hakkı bulamazsın…” sözünün hakikati de budur. Onlar Allah’ın yeryüzündeki elidir. Allah-ü Teâlâ Hazretleri, “Åžüphe yok, Sana biat edenler, muhakkak ki, Allah'a biat ederler. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir.” (Fetih-10) buyurmuÅŸtur.
Rasulullah (sav) Efendimize sahabeler biat etti. Bizim silsilemizin başı, birinci sırası Hz. Ali Efendimizdir. Sonra Hasan-ı Basri Hz.leri, sonra Habibi Acemi, Davud-u Tai, MaÄŸrufel Kerhi, Seriyyüs Sekati, Cüneyd-i BaÄŸdadi ve 45. Halka da Abdullah Babamdır. Ä°ÅŸte biz Abdullah Babamın elinden tutmakla Rasulullah (sav) Efendimizin, Rasulullah (sav) Efendimizin elini tutmakla -ayeti kerimenin emri mucibince- Allah’ın elinden tutmuÅŸ oluyoruz... Bunlar hep mecazi ifadelerdir. Böyle bir mürÅŸidi kâmili bulduÄŸun zaman, mürÅŸidi kâmil evrad-ı ÅŸerife verir. Burası çok önemlidir. MürÅŸidi kâmilin verdiÄŸi evrad-ı ÅŸerife, o mürÅŸidi kâmilin maneviyattaki ÅŸifresidir. O üç Ä°hlâs bir Fatihalar yok mu; onlar Rasulullah (sav) Efendimizden baÅŸlayıp Abdullah Babamla nihayetlenen evradı ÅŸerife çekilmeye baÅŸlandı mı, Rasulullah (sav) Efendimize arz olunur. Senin sünnetini ümmetinden falan ihya etmiÅŸtir Ya Rasulullah! Yalnız Abdullah Babam burada; “Doksan dokuz çekmeniz, yüz bir çekmeniz maksadı yerine getirmiÅŸ olmaz. Küstahlık olur.” buyurur ve bunu ısrarla vurgulardı. Onun için sayıyı ne bir eksik ne bir fazla yapın. Bu evrad-ı ÅŸerifeler yerine getirildikten sonra derviÅŸ yavaÅŸ yavaÅŸ ibadet ve taate alışmaya baÅŸlar. Ä°badet ve taati lezzetli bir ÅŸekilde devam ettirirken mücahede devresi baÅŸlar. Allah-ü Teâlâ, “Bizim uÄŸrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceÄŸiz.” buyuruyor. DerviÅŸe ilk manevi terbiye gelmeye baÅŸladı mı pisliÄŸin yüzeye çıktığı gibi nefislerdeki hastalıklar da ortaya çıkmaya baÅŸlar. MürÅŸidi kâmilin yol göstericiliÄŸi ile o insan artık manevi terbiyeye baÅŸlamıştır. Mürid, önce olumsuz hareketleri ve geçmiÅŸe dair ne kadar hataları varsa onlarla manevi olarak yüzleÅŸtirilmeye baÅŸlar. Mevlana Hz.leri bu konuya ÅŸöyle açıklık getiriyor; “Hayatında ayna görmeyen zenci, yerde bir ayna gördü. Aynaya baktı dedi ki ne kadar büyük dudakları var! Ne kadar iri gözü var! Ne kadar siyah bir yüzü var. Böyle bir ÅŸey olur mu, dedi aynayı attı. Oysa aynada görmüÅŸ olduÄŸu kendisiydi.”
Başınıza gelen sıkıntılardan dolayı sakın Ahmed’i, Mehmed’i sorumlu tutmayın. Cenab-ı Hak, “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir.” (Åžûra-30) buyurmuÅŸtur. MürÅŸidi kâmil, manevi terbiye altına almak için, müridini yaptığı bütün hatalarla yüzleÅŸtirir. Ve mürid öyle bir noktaya gelir ki hangi hatayı yaparsa başına neyin geleceÄŸinin idrakine ve ÅŸuuruna varmaya baÅŸlar. Onun için Mevlana Hz.leri, “Senin iÅŸlemiÅŸ olduÄŸun hatalar, yapmış olduÄŸun hile ve desiseler, geleceÄŸine kurduÄŸun tuzaklardır. BaÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.”, buyuruyor. Bundan sonra derviÅŸ artık kendine çeki düzen verir. Ve bu ÅŸekilde manevi olarak ilerlemeye devam eder. Bunu hepiniz yaşıyorsunuzdur. Türlü türlü sıkıntılara duçar oluyorsunuz. Abdullah Babama bu konuda sormuÅŸtum; “Efendim çok zor oluyor, dua buyurun…”, deyince Cennet Mekân eline tespihi aldı, ÅŸöyle kaldırdı; “Evvel aldandım. Pek kolay sandım. Kat be kat yandım ateÅŸi aÅŸka. Evvel aldandım; bir tesbih çekmekle, bu iÅŸler olacak sandım; amma nefisle mücadele baÅŸlayınca hiç bu iÅŸlerin tesbih çekmek kadar kolay olmadığını anladım. OÄŸlum subhanallahi vebihamdihi subhanallahil azim ve bihamdihi estaÄŸfirullah. Bunu çok çekin… Sıkıntılar geldiÄŸi zaman bu tesbihatı dilinizden düÅŸürmeyin.”, buyurdu…
Sonra bir baÅŸka aÅŸamaya gelir. Bu sefer Allah-ü Teâlâ ikinci aÅŸamaya geçirir; “Ä°nsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "Ä°man ettik" demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut-2) Peki Allah-ü Teâlâ kulunu neyle sınar. Sizi mallarınızla, evlatlarınızla, canlarınızla, rızıklarınızdaki daralmayla imtihan ederiz. Ben daha basitini daha kolayını söyleyeyim. Neye karşı zafiyetiniz varsa Allah-ü Teâlâ sizi onunla imtihan eder. Çünkü Allah, Cami-ül Ezdad’dır. Zıtlıkları kendinde barındırandır. Allah-ü Teâlâ’nın bir ismi de, Er Rakip’tir. Murakebe edendir. Kendinden gayrı fazla sevileni asla ve asla kabul etmez. Yakub (as) kundağında yatan Yusuf (as)’ın yanında namaz kılıyordu. Yusuf (as) bir ara ayaklarını böyle çırpınca Yakub (as)’ın içi bir hoÅŸ oldu. Allah-ü Teâlâ vahyetti; “Bana rabtolunmuÅŸ bir kalp, Benim yarattığım mahlûka yönelecek olursa Benim azabım muhakkak çetindir. Ama Sen, ismet sıfatıyla masum bir peygambersin. Onu, Senin elinden almakla Seni sıgaya çekeceÄŸim.” dedi. Ne kadar ayrıldılar biliyor musunuz? Kırk beÅŸ yıl. Kırk beÅŸ yıl Yusuf (as)’la, Yakup (as) birbirlerinden uzak kaldılar. Tecrübe ettiÄŸim için söylüyorum. EÄŸer yediÄŸiniz yemeÄŸi bile Allah’ı hatırlamadan; “Ya ÅŸunu da yiyeyim.”, diyecek olursanız ya tuzu az olur ya salçası fazla olur. Allah kendini her dem hatırlatır. Ben varım, Benim haricimde hiçbir ÅŸey yok. Bu evlat ancak Benim sana verdiÄŸim bir emanettir. Fazla sevinmeniz, fazla sevilmeniz bile sizi muhakkak ki bir iptilaya uÄŸratır. Zindandan çıkıyormuÅŸ da Yusuf (as)’a zindancı, “Yusuf, Seni ben çok seviyorum.” demiÅŸ. Yusuf (as) hemen, “Aman ha! Babam Beni sevdi, kendimi kuyu da buldum. Züleyha sevdi kendimi zindan da buldum. Sen seversen Allah bilir Ben nereye gideceÄŸim.” diyor. Evet. Bunlar hep ilahi imtihanlardır. Ve derviÅŸ bunları yaÅŸarken, bunların hep Hak’tan olduÄŸunu bilir. Hakk’ın gayrında hiçbir varlığın olmadığının idrak ve ÅŸuuruna varır. ÇocuÄŸunu severken dahi buna nakşı ancak nakkaÅŸ olan Allah verdi, diye sevecek olursa Allah onun hayrını gördürür. Malı ancak Allah verdi, O alır derse Allah-u Teâlâ ona hayrını gördürür. Ama benim diyecek olursanız hiçbir ÅŸeyden hayır göremezsiniz.
DerviÅŸ burada iki türlü ilerler. Bir gizli olarak yürür. DerviÅŸ sadece mübeÅŸÅŸirat rüyası görür. Sadece gizli gider. Efendim Hz.leri, “Kış mevsimi gibi olur, ama yüzde biri fire verir. Allah’a evliya olurda haberi olmaz. Gizli gittiÄŸi için böyle gitmek çok iyi…” derdi. Bir de hal görenler vardır. Bayanlarda; Havva Annemizi, Meryem Annemizi, Âmine Annemizi, Fatıma Annemizi görür; Rasulullah (sav) Efendimizi ve Abdullah Babamı görürler. Erkeklerde, piranları görürler, Rasulullah (sav) Efendimizi, Abdullah Babamı görürler. Bu ÅŸekilde hal görürler. Ancak Abdullah Babam buyururlardı ki, “Hal görüp de vuslat bulabilen yüzde bir zor çıkar.” Neden diye sorduÄŸumuzda; gördüÄŸü hali kendinden saklayan, nefsinden saklayan insana derviÅŸ derler, hal derviÅŸi derler. Ama kanı, sütü karşılayamadığı için gördüÄŸünü saÄŸa sola satanlar var. Seni gördüm Cennet’teydin, seni gördüm Cehennem’deydin, Sana Allah’ın selamı var, Sana peygamberin selamı var gibi ÅŸeyler söylerler. Çok ileri giderler. Cennet Mekân Abdullah Babam, “BeÅŸinci makama kadar, hal derviÅŸinin haline itibar olunmaz.” buyururdu. Bazıları, “Yedinci makamdayım ve orada ilerliyorum” diyorlar. Yedinci makamda ilerleme diye bir ÅŸey yok. Altıncı makam Cennet’le müjdelenen makamdır, kiÅŸi buraya gelir, bu makamı geçtiÄŸi zaman “Fenafillâh”a (Safiye) ulaşır. Artık yedinci makamda deÄŸil velayet cüzünde devam eder ki, “Fenafillâh, Bekabillah vs…”
Bazıları der ki sana Rasulullah (sav) Efendimiz manen görev verdi vs... Cennet Mekân dedi ki: OÄŸlum, bir gün sana, “Sen halifesin! Sana manen görev verildi. Rasulullah (sav) Efendimiz böyle böyle görev verdi.”, diyecekler. O adamlara deki, “Allah’ın Rasulü aciz midir ki sana söylediÄŸini bana söylemedi.” Böyle insanları görürsen, maneviyat yolunun haramisidir. Bunları uzaklaÅŸtır.”
Onun için size; ben hal gördüm, seni ÅŸöyle gördüm, halimde böyle gördüm diyen olursa itibar etmeyin.
Birde bu yolda kabz ehli vardır. Abdulkadir Geylani Hazretleri buyuruyor: Bu adamlar üstadı olduÄŸu halde; üstadının maneviyatı, himmeti, feyzi devam ettiÄŸi halde; “Bir ışık yok mu? Bir nur yok mu? Bir ÅŸeyh çıkmadı mı daha?” derler. Yunus Emre Hz.leri de bunlara tâ ötelerden cevap veriyor; “KiÅŸi var, görmez gözü oturmuÅŸ yol üstüne. Yolun üzerine oturmuÅŸta, bu yolda kör olarak devam eder. Kimi Ahmet seni uzaktan tanır. Kimi de yaklaşır kör olur gider.”
Biri Mevlana Hazretlerine geliyor ve; “Efendim! Åžems’den bahsediyorsunuz. Åžems Hazretleri vefat etti, öldü; diye laflar ediyorlar. Gidelim de, ya size baÄŸlanalım ya Åžeyh Sadreddin Konevi’ye baÄŸlanalım.”, diyor. Mevlana Hazretleri diyor ki, “Åžu karşıda görmüÅŸ olduÄŸunuz oda, üstadım Åžems’in odası. O odanın önündeki eÅŸik taşı yok mu, oraya üstadım ayağını bastı. O ayağını bastığı yere yüzünü sür de, dünya ve ahirette başın ArÅŸ’a ulaÅŸsın. ArÅŸ’a ulaÅŸsın da bu küstahlıktan kurtulasın.” Rabbim bizi küstahlardan etmesin.
Bütün dosyalar Abdullah Babamın elindedir. Son döneminde yanında olan bendim. Ne konuÅŸtuÄŸumu ben biliyorum: “Yolunuza devam edin. Biz size ne söz verdiysek o sözümüz üzerine manevi olarak devam ettireceÄŸiz. Yolunuza devam edin.”, dedi. Dahasını söyleyeyim. Burada ne anlatacağımın dahi tayinini yapan kendisidir. Sen körsen ben ne yapayım. Son söz olarak diyorum ki böyle bir mürÅŸidi kâmilin bize kazandıracağı ÅŸey ÅŸudur:
Mevlana Hazretleri; boynu bükülmüÅŸ, yüzü sapsarı olmuÅŸ, zayıflamış bir halde iken; geliyorlar ve diyorlar ki, “Sen, Åžemsi Tebrizi Hazretlerine baÄŸlanmadan evvel kürsülerde vaaz eden, binlerce insana nasihat eden bir kimseydin. Sultanların sofrasında oturuyordun. Åžimdi görüyoruz ki periÅŸan bir haldesin, zayıflamışsın. Çok çileler çektin. DeÄŸer miydi? Åžems Sana ne verdi?”
Mevlana Hazretleri, bu sual üzerine kitaplara sığmayacak ÅŸu muazzam cevabı veriyor:
“Eskiden acıktığım zaman az bir çorba alırdım, onu içerdim ve doyardım. ÜÅŸüdüÄŸüm zaman mangalıma az bir kor alırdım, onunla ısınırdım. Åžu anda dünyaları yesem doymam, dünyaları yaksalar ısınmam. Çünkü biliyorum ki ümmeti Muhammed’in açları var. Biliyorum ki ümmeti Muhammed’in üÅŸüyenleri var. Bu hal, bu bendeki hal nedir, diye baktım. Peygamber ahlakından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸilmiÅŸ. Åžems’in Bana verdiÄŸi Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakının ta kendisiymiÅŸ.”
İşte kardeşlerim, Abdullah Baba'mında bizlere verdiği Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakından başka bir şey değildir.
Rabbim ÅŸefaatlerine nail kılsın. Haklarınızı helal edin. Allah’a emanet olun inÅŸallah.