Kuran-ı Kerim'in Fazileti
Kuran-ı Kerim'in Fazileti

“İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır..” (İbrahim/52) 

Övülen Arş’ın sahibi olan, kullarının en seçkinlerini en doğru yola ileten ve en müstakîm çığırda yürüten, halk eylediği her şeyde muhakkak kullarına hitap eden Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri; âlemleri ve bütün mevcudatı “Sen olmasaydın Habibim bu mükevvenatı yaratmazdım.” buyurduğu Rasulullah (sav) Efendimiz hürmetine halk eylemiş ve Efendimiz (sav)’e en büyük mucize olarak Kur’an-ı Azimüşşan’ı nasip etmiştir. O öyle bir kitaptır ki Allah’ın en kuvvetli kulpu ve apaçık nurudur. O kitap hakkında; “Ona ne önünden ne ardından (hiçbir suretle) batıl yaklaşamaz. O, herkes tarafından övülen ve hikmet sahibi olan Allah’tan indirilmedir.” (Fussilet/42) ayeti kerimesi varid olmuştur. Öyle ki ondaki kıssa ve haberler sayesinde, tefekkür edenler için ibret yolu oldukça genişlemiştir. Yine o Kur’an’da, tafsilatıyla beyan edilen ahkâm sayesinde, tutulacak dosdoğru yol herkese açık bir şekilde görünmüştür. O kitap helal ile haramı ayırır. Onun sayesinde insanoğlu gururdan kurtulur. Onda kalp hastalıklarının şifası vardır. O kitaba muhalefet eden zalim ve zorbaların belini Cenab-ı Hakk kırmış ve kıracaktır. Zira O, Allah’ın kopmaz ipidir. İnsanı hedefine yetiştirici en sağlam tutanaktır.

Kur’an-ı Kerim, azı-çoğu, küçüğü-büyüğü hulasa bütün hakikatleri kendinde toplayıcı bir kitaptır. İçindeki hikmetler bitmez ve tükenmez. Garaibi (beşer takatinin üstündeki beyanatı) sonsuzdur. Evveli ve ahiri irşad eden Kur’an-ı Azimüşşan’dır. Öyleyse ona yapışan hidayete ermiştir. Onunla amel eden zaferi elde etmiştir. Bu yüzden her Müslüman Kur’an’ı tanımalı ve onda beyan edilen her emri eksiksiz olarak hayatına tatbik etmelidir. Bunun için atılacak ilk adım Kur’an-ı Kerim’in faziletlerini layıkıyla bilmek ve onu özümsemektir.

Zira Rasulullah (sav) Efendimiz, “Kur’an ehli, Allah’ın ehli ve has kullarıdır.” (İbni Mace) buyurmuşlardır. Bu bizler için çok büyük bir müjde ve işaret edilmiş çok önemli bir hedeftir.

İbn-i Mesud (ra) bunu çok iyi bildiği için “Herhangi biriniz Kur’an’dan başkasını nefsinden sormasın. Eğer o kişi Kur’an-ı sever ve ona hayranlık duyarsa bilmiş olsun ki Allah’ı ve Rasulünü de sever. Eğer Kur’an’dan buğzediyorsa muhakkak Allah ve Rasulünden de buğzeder.” buyurmuştur.

Fudayl bin İyâd (ra) Hazretleri “Kur’an’ın hâmili (amel eden), İslam bayrağının hâmilidir. Binaenaleyh ağır başlı olmalıdır ve oynayanlarla beraber oynamamalı ve unutanla beraber unutmamalı, gevezelik yapanlarla işbirliği etmemelidir. Bütün bunları Yüce Kur’an’ın tazimine binaen yapmalıdır.” buyurarak Kur’an-ı Kerim’in hayatımızın her safhasını düzenleyen ilahi bir nizam getirdiğini dile getirmişlerdir.

Bu nizamı hayatına en güzel şekilde tatbik eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemdir. O, bütün hayatı boyunca sahibi olduğu Kur’an’ın getirmiş olduğu emir ve nehiyleri uygulamış, ümmetini de bu istikamette yönlendirmiştir. Böylece Kur’an’ın uygulanma metodu, Rasulullah (sav) Efendimizin bütünüyle yaşantısını teşkil etmiştir. Bir gün Hazreti Aişe Annemize gelip Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakını sordular. Bunun üzerine Hazreti Aişe Annemiz “Siz hiç Kuran okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an’dır.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26) cevabını verdi. Buradan anlıyoruz Rasulullah (sav) Efendimizi anlamak Kur’an’ı anlamaktır. Kur’an’ı anlamakta Efendimizi anlamaktır.

Rabbimiz ayeti kerimesinde:

"Resul size neyi getirdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin. Allah'tan korkun, çünkü Allah şiddetle cezalandırır." (Haşr Suresi/7) buyurmaktadır.

Bu Şeriat’ı tek bir kaynaktan alma kuralıdır. Aynı zamanda İslam’ın anayasa görüşünü de ifade eder. İslam’ın anayasası Kur’an-ı Kerim, onun en güzel tatbiki de Sünneti Rasulullah’tır. Bu itibarla Kur’an ve Sünnet ayrılmaz bir bütündür. Müslüman’ı istikamette tutacak tek kılavuz “Kur’an ve Sünnet”tir. Efendimiz (sav) buna hassaten değinmişler ve

Ben aranızda iki şey bırakıyorum. O ikisine sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti.” (Muvatta) buyurmuşlardır. Diğer bir hadiste de Efendimiz (sav):

“Şüphesiz emanet yiğit adamların kalplerinin köküne inmiştir. Sonra onlar Kur’an-ı Kerim’den öğrendiler, sonra da sünnetten öğrendiler...” (Buhari) buyurmuşlardır.

Ancak günümüzde bu hakikate eremeyen sapmış kimseler, Kur’an ve Sünnet’i birbirinden farklıymış gibi görmekte ve “Ben Kur’an’ı bilirim. Sünnet Hz. Peygamberin kendi şahsi fiilleridir.” gibi ifadeler kullanmaktadır. Biz bunu katiyen kabul etmiyoruz ve bunun sonuna kadar karşısında olduğumuzu ısrarla beyan ediyoruz. Bu ve benzeri söz ve düşünceler atıl ve batıldır. Böyle insanlarla karşı karşıya kalan bir Müslüman, dik duruşuyla davasını savunmalıdır. Müslüman’ın davası İslam’dır.

Bu davada da yegâne önderi Kur’an ve Sünnet’tir. Zira Rabbimiz ayeti kerimesinde: “O hevasından konuşmaz ve Onun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3-4) buyurmuştur. Demek ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kur’an olarak biz ümmete ne bildirmişse o Allah’ın kelamıdır.

 Bir de Kur’an olarak bildirmediği fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kalbine Allah’ın (cc) ilham ettiği Hak sözleri vardır. O sözler de vahyin bir çeşididir. Dolayısıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözlerine, fiillerine, yaptığı işlere veya yanında yapılan bir işe sükût edişlerine dikkat etmemiz ve onları çok ciddiye almamız gerekir. Şuurlu bir Müslüman’ın yapması gereken budur. Çünkü Onun her hali Kur’an-ı Azimüşşan’ı tatbik ve tastik edicidir. Kur’an-ı Kerim’de, Ezeli ve Ebedi olan Allah’ın kelamıdır. Onu basitmiş gibi görmek insanı basitleştirir. Ona hürmet etmemek insanı zillete düşürür. Onun mesajından habersiz olmakta kulu iflasa götürür.

Kutbur Rabbani Gavsül Azam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri Kur’an-ı Azimüşşan hakkında bakın ne buyuruyor:

“Ey ahali! Allah’ın kitabına hürmet ediniz. Onunla edepleniniz. Onunla ahlaklanınız. O Allah ile sizin aranızda yegâne vuslattır. Allah ile sizi birbirinize bağlayan yegâne bağdır. Kur’an’ı mahlûk yani sonradan var edilmiş bir şey saymayınız. O sonradan yaratılmış her hangi bir varlık değildir. Bilakis Allah’ın ezeli, ebedi kelamıdır. İzzet ve Celal sahibi Allah, Kur’an için; “Bu Benim kelamımdır.” deyip dururken; siz “Hayır! O Senin kelamın değildir” demeyin.

Kur’an, tüm kalp ve beden, dünya ve ahiret hastalıklarına şifadır. Rabbimiz Kelam-ı İlahi’sinde “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır.” (Fussilet, 44), "Biz Kur'an'dan mü'minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz!" (İsrâ, 82) buyurarak kullarına bunu haber vermiştir. O kalplerin cehalet, şek ve şüphe hastalıklarının şifasıdır. Kalplerde meydana gelen; yalan, riya, kibir, isyan, huzursuzluk, şikâyet, şükürsüzlük, kötü ahlak, zalimlik… ve daha nice kalp hastalığı onunla şifa bulur. Cenab-ı Hak, Yunus suresinde, “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa gelmiştir” (Yunus/57) buyurarak bizleri şifayı Kur’an’da aramamız gerektiğini haber vermektedir. Zira yer ve göğün Rabbinin, dağlara inse dağları un ufak, yere inse yeryüzünü paramparça edebilecek bir nitelik taşıyan kelamının karşısında hastalıklar nasıl dayanabilir?

Kur’an’ın her harfinin, her ayetinin, her suresinin ayrı bir fazileti ayrı bir bereketi vardır. O’nu okumak bizzat Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri ile konuşmaktır. Rasulullah (sav) Efendimiz; “Muhakkak ki Cenab-ı Hakk, Kur’an okuyucusunu, cariyesinin şarkısını dinleyen kimseden, daha iyi dinler.” (İbni Mace) buyurmaktadır. Yine bir hadisi şerifte Efendimiz (sav);

“Cenab-ı Hakk buyuruyor: “Kur’an’ı okumak, herhangi bir kimseyi Bana yalvarmaktan ve Benden ihtiyacını istemekten alıkoyarsa, o kimseye şükredenlerin en faziletli ve en yüce sevabını ihsan ederim.” (Buhari) buyurmuşlardır.

Bu hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere Kur’an’ı okumanın ecri ve sevabı tahayyül edilemeyecek derecede büyüktür.

İbni Mesud (ra) bu sevaba işaretle şöyle buyurmuştur:

“Kur’an’ı okuyunuz. Çünkü sizlere, Kur’an’ın her harfi için on sevap verilir. Dikkat ediniz! Ben “Elif, Lam, Mim” bir harftir demiyorum. Belki Elif ayrı, Lam ayrı ve Mim de ayrı harflerdir.”  Bu itibarla her Müslüman, muhakkak O’nu okumalı ve bilmeyenlere öğretmelidir.

Ancak asıl yapılması gereken onu okurken anlamak, anlarken de hayata tatbik etmektir. Sahabeler ve İslam büyükleri bunu yapmışlar ve Allah’a dost olmuşlardır. Kur’an’ı öyle özümsemişler ki hayatlarında ona muhalif en ufak bir harekette dahi bulunmamışlardır. Âşıkların Sultanı Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri “Sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın bendesiyim ben. Hazreti Muhammed-ül Mustafa’nın ayağının tozuyum ben…” buyurarak bunu ne kadar güzel ifade etmiştir. Çünkü Onlar Kur’an ahlakını baz alan bir hayat üzere yaşamışlar, böylece bu yüce makamlara ulaşmışlardır.

İbni Mesud (ra) Hazretleri asırlar öncesinden, bakın bizler için ne buyuruyor:

“Kur’an insanlara onunla amel etsinler diye nazil oldu. İlk insanlar ise Kur’an’ı amel etmek için okudular. Sizin herhangi biriniz ise Kur’an’ı başından sonuna kadar okur, tek bir harfini dahi bırakmaz. Hâlbuki onunla amel etmeyi tamamen terk etmiştir.”

Hasan Basri (ra) Hazretleri farklı bir üslupla tekrar bizlere seslenerek: “Siz Kur’an’ın okunmasını konak edinmişsiniz, geceyi de deve (binek)… O deveye biner onunla konakları geçersiniz. Hâlbuki sizden evvelkiler Kur’an’ı Rablerinden risaleler ve fermanlar olarak görürlerdi. Geceleyin sabahlara kadar Kur’an’ı düşünür ve gündüzleyin onun ahkâmını tatbik ederler(di).”

İbni Ömer ve Cündebe’nin hadisinde şöyle varid olmuştur: “Biz uzun bir zaman yaşadık. Bizden herhangi birimiz Kur’an’dan evvel imanı elde ederdi. Muhammed Mustafa (sav)’ya Kur’an’dan bir sure nazil oluyordu. Biz onun helalini, haramını, emrini, yasağını ve onun neresinde durmak gerekiyorsa onu öğreniyorduk. Sonra bazı kişileri gördük ki onlar imandan evvel Kur’an’ı elde ederler. Kitabın başlangıcından sonuna kadar okudukları halde kendilerine hangi ayet emrediyor, hangi ayet kendilerini sakındırmaktadır bilmedikleri gibi, nerede duracaklarını da bilmemektedirler. Adeta çürük hurmaları savurdukları gibi ayetleri savurup geçerler.” (İmam Gazali Hz.)

Sevgili Kardeşim, Âlemlerin Efendisi’nin davası Kur’an’dı. O sahabelerin uğruna işkenceler çektiği dava Kur’an’dı. Rabbimizin biz aciz ve gafil kullarına hitabı, layık gördüğü hayat sistemi Kur’an’dır. Bunun için Kur’an-ı Kerim’in fazileti iyi bilinmeli buna göre hareket edilmelidir.

Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiştir:

Lafzı muhkem, yalnız anlaşılan, Kur’an’ın;

Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mânânın;

Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;

Yâhut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin;

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için…

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK kapsamında toplanıp işlenir. Detaylı bilgi almak için Veri Politikamızı / Aydınlatma Metnimizi inceleyebilirsiniz. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.