Sayfa Yükleniyor

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi'nin Vefatı

Hacı Mustafa Efendi Hz.leri yaşı ilerlemiÅŸti. Mübarek bize ÅŸöyle bir hadise anlattı:

─Bir gün Çorum’da, derviÅŸlerle sohbet ediyorduk. Bir ara içeriye Yusuf (as)’ın girdiÄŸini gördüm. Oysa gelen Azrail (as) idi. Mübarek, Yusuf (as) güzelliÄŸinde bize göründü. Bir anda onu görünce ÅŸaşırdım, heyecanlandım. Kendi kendimi ÅŸöyle bir çimdikledim. Baktım ki canım acıdı.

─Efendim, emaneti mi, almaya geldiniz, diye sordum. Azrail (as) da bana;

─Hayır, Mustafa Efendi, haber vermeye geldim. Daha vaktin var. Muharrem ayında geleceÄŸim, dedi. 

─Fakat hangi gün geleceÄŸini söylemedi. 

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri Muharrem ayında, 29 Eylül 1984 tarihinde, kendi fakirhanesinde, Abdullah Baba (ks). Hz.leri ile birlikte NevÅŸehir’den gelen bir grup ihvanın oluÅŸturduÄŸu zikir halkasında, Ä°sm-i Celal zikri esnasında çok sevdiÄŸi Rabbine kavuÅŸmuÅŸtur. Zaten Rabbinden iki arzusu olduÄŸu; bunun da vefatının ya namaz esnasında, ya da halkayı zikir anında ruhunu teslim etmek olduÄŸunu belirtmiÅŸti

Allah’ın inayeti ile arzusu zikir anında gerçekleÅŸti. Hayatı boyunca anlaşılamayan zât-ı ÅŸerif, vefatı esnasında kalabalık bir topluluÄŸun omzunda, ebedi âleme uÄŸurlandı. Çorum’da Yayan Dede ismiyle bilinen, Sahabeden bir zâtın ayakucuna defnedilmiÅŸtir. Ä°lel Cennet-i Ebe da...

Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri ÅŸöyle anlatır:

1984 yılında, cennet mekân Baba vefat etti. Bizi de bir sefer Muharrem ayı itikâfına soktu. Bu itikâfta Cenab-ı Zül celal Hazretlerine nazlanarak; “Ya Rabbi, üstadımıza manevi görev verildikten sonra, muharrem ayında itikâfa girdik. Ne olur, ÅŸu üstadımızın cennetteki makamında bir görüÅŸsek de, kendisine iki soru sorsam”, dedim. Tabi bu da insanın iradesi dışında olan bir ÅŸey, sonradan “keÅŸke üç, beÅŸ soru daha sorsaydı.”diye düÅŸündüm.

Cenab-ı Zülcelal Hazretlerine hamd-ü senalar olsun, yedinci kat cennette, yedi katı olan bir saray, oraya bir baktım ki; Hacı Mustafa Anaç (ks), Kadiri, Rufai, Bedevi, Dussuki, Åžazeli sarayı yazıyor. Beyaz sedeften düÄŸmeli camlı, çok büyük bir cennet.

Birinci katına baktık. Ä°nsanlar çok güzel binalar yaptırmışlar, oturuyorlar. Fakat orası dolu. Ä°kinci kata geldik, orası da dolu. Katlar ÅŸimdiki binalar gibi üst üste deÄŸil, meyilli, her kat birbirini görüyor. Üçüncü kata geldik, orası da dolu. Dördüncü kat biraz seyrekti. Hani köylerde evler, seyrek seyrek olur ya; onun gibi, fakat çok güzel bir cennet. BeÅŸinci kata geldiÄŸimizde ise hiç kimse yoktu. Öyle üzüldüm, öyle üzüldüm ki, vücudum bir hoÅŸ oldu, çok hüzünlendim ve keÅŸke gelmeseydim, keÅŸke görmeseydim, dedim.

Altıncı katta da kimse yoktu. Bana; “Çık bakalım” dediler ve yedinci kata çıktık. Bir baktım ki; Üstadımız Çorumlu Hacı Mustafa Anaç (ks) Hazretleri orada. Başında beyaz takke, beyaz sarık, üzerinde kemik renginde bir cübbe, pırıl pırıl parlıyor. Üstadımız orada namaz kılarak, her cihete secde ediyor. Öyle ki, her yöne dönerek hem namaz kılıyor, hem de her yöne selam veriyor. Üstadımın yanına gelerek;

─Efendim namazı bırakıp selam verin de, size soracaklarım var. Zaten çok üzgünüm, dedim. Selam verdi ve:

─Söyle evladım Abdullah Efendi, dedi;

─Baba, dedim. Neden burada her tarafa selam verdiniz? dedim.

Üstadım;

─Evladım, burası arşı alanın altıdır. Burada yön ve cihet yoktur, dedi.

─Yedinci kat cennette yedi katlı büyük bir sarayınız var, çok büyük. Nasıl ki, Ä°stanbul’u gezmekle bitiremiyorsun, aynı bunun gibi… Birinci katı, ikinci katı ve üçüncü katı dolu. Dördüncü kat biraz seyrek. BeÅŸinci, altıncı ve yedinci katlarda kimseler yok. Bunun hikmeti nedir? diye ikinci sorumu sordum.

Üstadımız ÅŸöyle buyurdu;

─Ah evladım Abdullah Efendi! Ä°hvanları dünya bırakmıyor, nefisleri bırakmıyor, heva ve hevesleri, kusurları bırakmıyor. Birbirlerinde hata arıyorlar, kusur arıyorlar. Onun için de, dördüncü kata zor geliyorlar. Ümmeti Muhammed arasındaki felaketlere neden oluyor? Nefislerine tabi oldukları için Onları her gün uyarıyoruz. Yalan söylemeyin, yemin etmeyin, gıybet yapmayın, ailenizi dövmeyin, sövmeyin. ArkadaÅŸlarınızla iyi geçinin, onları incitmeyin. Haramlardan sakının. Allah’ı çok zikredin, diye biz bunları tebliÄŸ ediyoruz. Anlatması bizden, tatbik etmesi sizdendir.

Söze gelince ;“Biz Baba’ya tabiiyiz” diyorlar. Ondan sonra nefislerine tabi oluyorlar. “Efendim bana niye selam vermedi? Beni neden evine davet etmedi ki? Beni evine niye çağırmadı ki? Diye derviÅŸ; ÅŸeyhten kendisine hizmet etmesini, hürmet etmesini bekliyor.

Oysa ki ÅŸeyhin derviÅŸe ihtiyacı yoktur. DerviÅŸin ÅŸeyhe ihtiyacı vardır. DerviÅŸ, üstadının ayağına gelmesini istiyor. “Hele bir gitme bakalım” Ä°ki gün sonra ; “hadi canım, kâmil biri olsaydı, benim evime gelirdi, evimde yatardı”, diyor. Åžeyhini, kendi himayesi altına almaya çalışıyor. Hâlbuki derviÅŸ; “Ey nefis, biz Üstadımızı Allah için seviyoruz, Rasûlullah için seviyoruz. Bizim nefsi istek ve ihtiyaçlarımız için deÄŸil, ruhumuzu kötülüklerden nasıl arındırabiliriz, diye tabi olduk. Onun için seviyoruz, biz nefsimizle cihat edeceÄŸiz”, demelidir.

Evladım, Abdullah Efendi! Ben yaÅŸlandım, dolaÅŸamadım. Ama sen dolaÅŸ. Kasaba kasaba, köy köy, ayaklarına gidip Hakkı anlat. Hizmet et. DerviÅŸlerin ayağına gitmezsen, nefislerine uyarlar, dedi.

Ä°ÅŸte, biz de “el fakru, fahri”, sizlerle beraber, sizlere hizmet etmek, Allah ve Resulünü sevdirmek için ayağınıza geliyoruz. En büyük cihat, nefis ile yapılan cihattır.