Sayfa Yükleniyor

Çocukluk Dönemi

Bizlere hayatımızın her noktasında ışık tutan, Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri, çocukluk dönemini ÅŸöyle anlatır:

Küçük yaÅŸta iken Fatiha-ı Åžerife’yi öÄŸrenip, mealini de bir hoca Efendiden öÄŸrendikten sonra, “Bu Ümmül Kitap’tır, bunun sırrına mahzar olalım Ya Rabbi”, diye aÄŸlardım.

Yedi yaşıma geldiÄŸimde annem ve babam; “bu çocuk kafayı bozacak”, diye beni odaya kilitlerdi. Kapının üzerinde bulunan kemerlerin arasından geçer, “Allah” diyerek, üç metre yüksekten kendimi aÅŸağıya bırakırdım ve beni meleklerin tuttuÄŸunu müÅŸahede ederdim.

Sabahları seherlerde kalkar, sabah namazı için Hoca Efendiyi uyandırırdım. Hoca Efendinin bana verdiÄŸi büyükçe anahtarı alır, doÄŸruca camiyi açmaya giderdim. Daha küçük olduÄŸum için, kapıyı açmaya gücüm yetmezdi. Sabah namazına camiye gelen ihtiyarların yardımıyla kapıyı açardım. Gelen cemaat:

“Evladım Abdullah, haydi bir Ulu!” derlerdi. 

Ezanın aslı gibi Arapça okunmasının yasak olduÄŸu bu dönemlerde, “Tanrı uludur, tanrı uludur, tanrıdan baÅŸka yoktur tapacak” diye ezan okurdum.

YaÅŸadığımız o zamanlar insanların inanç noktasında çok sıkıntı çektikleri bir devirdi. Kadınlar çeÅŸmeye gittiklerinde baÅŸörtülerini açarlardı. Kur-an’ı Kerim okuyanlar tutuklanırdı. Ben de herÅŸeye raÄŸmen Allah’ın (cc) Kelamı, Kur’an-ı Kerimi öÄŸrenmek için hocalara gittim ve onlardan ders almak istediÄŸimi söyledim. Ancak dini bilgiler almak yasaklandığı için, Hoca Efendiler;

“Abdullah, bu yaÅŸtan sonra hapse giremeyiz, kusura bakma, öÄŸretemeyiz” dediler. 

Daha sonra benim ısrarım üzere babam, KurÅŸunlu Camii Ä°mamı Saatçi Hafız Efendi’ye ricada bulundu ve bana Kur-an’ı Kerim’i öÄŸretmesini istedi. O camide hem Kur’an-ı Kerim öÄŸreniyor, hem de müezzinlik yapıyordum. Elif cüzü bitirmiÅŸ Ammeye geçmiÅŸtik. Bir gün, camide mum ışığında Kuran okurken, polisler baskın yaptılar. O gün, hem Hoca Efendiyi hem de beni; “Siz niye Arapça Kuran okuyordunuz?” deyip, dövdüler.

“Kur-an’ı Kerim öÄŸrenmemize neden müsaadeetmiyorlar?” diye üzülürdüm. Bazı geceler de, rüyamda; gayet nurani, sarı sakallı bir zât gelir ve bana Kur-an’ı Kerim öÄŸretirdi. Ben de aynı ÅŸekilde öÄŸrettiklerini tekrar ederdim. 

Bir gün, bu yaÅŸadığım durumu hocama anlattım. Kendisi de çok ÅŸaşırdı. Fakat hocama anlattıktan sonra o zâtı bir daha rüyamda göremedim.

Ä°lkokula giderken müzik ve tarih dersine gelen öÄŸretmenlerimiz beni çok sever ve korurlardı. Ezan-ı Muhammedi okunduÄŸunda bana; “Hadi Abdullah sen namaz kılmaya gidebilirsin” diye izin verirlerdi.

Yine çocukluÄŸum döneminde pek çok rüyalar ve haller meydana geliyordu. 

Bir defasında rüyamda Cebrail (as)’la görüÅŸtük. Ay ve GüneÅŸ’in bana selam verdiklerini gördüm. Birinin kız, birinin erkek gibi olduÄŸunu, GüneÅŸin (geceyi gündüz yapan) sabaha, Ay’ın ise; geceye ait olduÄŸunu, semadaki yıldızların da insanlara ait olduÄŸunu müÅŸahede ettim. 

Dini bilgilerin öÄŸrenilmesi ve tatbik edilmesi hemen hemen imkânsız olduÄŸu o sıralarda yaÅŸadığım bu hadiseleri kimseye anlatmıyordum. Bunun yanı sıra tasavvufa karşı içimde bir muhabbet, bir sevgi oluÅŸmuÅŸtu. Allah’ın dostlarının ismini duyduÄŸumda dahi içimde bir ürperme meydana gelirdi. 

Annem, Aksaraylı Hacı Ahmet Babanın zakiri olması sebebiyle, bana da Veysel Karani Hz.lerinin, Yunus Emre Hz.lerinin, Ahmet-i Kuddusi Babanın ilahilerini öÄŸretirdi.

Üç aylar geldiÄŸinde NevÅŸehir’in civar köylerinden Nar köyü, Üçhisar köyü ve Göre köyünde oturan derviÅŸlere üç aylık evradı ÅŸeriflerini götürmemi, onlara tesbihatları nasıl çekeceklerini tarif etmemi söylerdi. Ben de oralara gider, tarif ederdim. 

O dönemde mahallemizde dul bir kadıncağız otururdu. Geçim sıkıntısı çekiyordu. Ben de babam zengin biri olmasına raÄŸmen kendi iÅŸimi kendim yapardım. Yün çorap eskisi, bakır eskisi, kayısı çekirdeÄŸi toplar, satardım. O zaman için (iki buçuk lira) para alırdım. Bu da iyi para idi. Kazandığım bu parayı alır, o dul kadıncağıza verirdim. Aradan bir müddet geçmiÅŸti. Babam, benim bu ÅŸekilde çalıştığımı duymuÅŸ. Eve geldiÄŸimde beni dövdü:

─ OÄŸlum, sen benim ÅŸerefim ile oynuyorsun. Ben hatırı sayılır bir esnafım. Senin bu yaptığın iÅŸler doÄŸru deÄŸil”, dedi. 

Bu arada annem de beni babama karşı savunuyordu. Babamın bu ÅŸekilde bana bağırıp çağırdığını duyan dul kadıncağız, kapıyı çaldı. Babama dönerek:

─ Mahmut Efendi, Abdullah’ı dövme! Allah (cc) razı olsun, ondan baÅŸka kimse halimi düÅŸünmüyor. O, çocuk yaÅŸta olmasına raÄŸmen, durumumu anlayıp her gün bana, iki üç lira getiriyor. Onun verdiÄŸi ile geçiniyorum, dedi. 

Anneme dönerek: 

─ Anne, babamın zenginliÄŸi kendisine aittir. Bizim de çalışıp rızkımızı kazanmamız gerekiyor, dedim

Ä°lkokulu bitirdikten sonra, dericilik iÅŸi ile uÄŸraÅŸayım da, kardeÅŸlerime yardımım olsun diyerek, deri tabakçısının yanında iÅŸe baÅŸladım.

Böylelikle, Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri, daha küçük yaÅŸta olmasına raÄŸmen çalışmaya baÅŸlamış, ticaret hayatı boyunca doÄŸruluktan asla ödün vermemiÅŸtir. Peygamber (sav) Hazretlerinin; “DoÄŸru tüccar Allah’ın dostudur” Hadis-i Åžeriflerini kendisine düstur edinmiÅŸ, alnının teri ile çalışıp, Allah’ın vereceÄŸi rızka razı olmuÅŸtur.