HAYATI
Uzun bir yolculuktan sonra Bilal Nadir Hz.leri ile görüÅŸmek için Antep’e geldim, fakat onu bulamadım.
Kendisini orada tanıyan birkaç kiÅŸiye, nerede olduÄŸunu sordum. Bilal Babanın köye gittiÄŸini söylediler. Vakitte epeyce ilerlemiÅŸti.
Yatsı ezanları okunuyordu ve Bilal Baba köyden dönmemiÅŸti. Antep’e gelebilmek için onbeÅŸ lira borç para almıştım. GidiÅŸ yolu için, yedi buçuk lira harcadım. Geri dönüÅŸ için yedibiçuk lira param kalmıştı. Bu para sadece geri dönmeme yeterli idi. Aç olmama raÄŸmen hiç bir ÅŸey yemedim.
Yatsı namazını kıldıktan sonra, cemaatten birisi beni misafir eder diye bekledim. Fakat kimse halimi sormadı. En son imam da kapıyı çekip gitti. Ben de caminin yanında oturdum ve Allah’ı zikretmeye baÅŸladım. O sırada, gayet güzel sakallı, omzuna halı atmış, Allah dostu nurani bir zât yanıma doÄŸru gelip;
─Vay Babamın kuzusu, Babamın oÄŸlu, deyip beni kucakladı.
─Haydi, buyur seni eve götüreceÄŸim, misafirim olacaksın, sende Bilal Babanın kokusu var, diyerek beni aldı ve evlerine gittik.
O zâta; NevÅŸehir’den geldiÄŸimi, Bilal Baba’yı aradığımı, fakat görüÅŸemediÄŸimi söyledim. Bu arada evin hanımı sacın üzerinde, bazlama ve çörek piÅŸiriyordu. Hem yol yorgunu hem de çok açtım. Fakat aç karnına sıcak çörek mideme oturur da rahatsızlanırım, diye düÅŸündüm. Az bir ÅŸey yedim ve yatmak için odama çekildim. Lakin yemeÄŸi az yediÄŸim için uyku tutmadı. Bu arada O zât da; açıktan gür bir sesle Kur-an’ı Kerim okuyor, namaz kılıyor, ibadet ve taat yapıyordu. Sonradan öÄŸrendim ki, hafız bir insanmış. Bir ara O zât içeri gelerek:
─ Abdullah Efendi saat üç buçuk oldu. Teheccüd namazını da kıl. Ondan sonra istirahat et, dedi.
Teheccüd namazını kıldıktan sonra yattık. O zât ise sabaha kadar hatim ile namaz kıldı. Sabahleyin namaza camiye gittik. Namazı kılıp eve geldikten sonra, Saat dokuza kadar istirahat ettik. Bilal Babanın kaldığı eve beni misafir eden Hacı Hanefi Efendi ile beraber gittik.
Bilal Baba damın üzerine oturmuÅŸ, derviÅŸlere vaaz ve nasihat ediyordu. Ben de dama çıkabilmek için merdivenlerden çıkarken Bilal Babayı gördüm. Sanki Rasulullah (sav) Efendimizi görmüÅŸ gibi oldum. “Allah” dedim. Tam o halin sarhoÅŸluÄŸu ile merdivenlerden düÅŸerken yakaladılar.
Bu arada Bilal Baba da, ben daha gelmeden evvel yanında bulunanlara:
─Az sonra buraya bir genç gelecek. O merdivenlerden düÅŸmeden yakalayın, diye tenbih ederek kerametini göstermiÅŸ. Bu hadiseyi de, bana daha sonra anlattılar.
Bilal Babanın yanına oturdum. Güzel cemali karşısında mest oldum, elini öptüm. MübareÄŸin gözlerine bakınca kalbimden;
“Efendim beÅŸ tane çocuÄŸumu bıraktım. Senin uÄŸruna, aÅŸkına geldim. Ne olur! Åžu gözlerini bir öpsem”, diye düÅŸünürken, o anda Bilal Baba kalbimden geçenlere vakıfmış.
─Öp evladım öp, dedi ve iki gözünden de öptüm. “Elhamdülillah”
Mübarek ile kucaklaşınca;
“Allah’ın evliyasının sakalı yüzüme deÄŸdi. Artık ben bir daha yüzüme jilet vurdurmam” diye kendi kendime orada söz verdim. O gün benimle beraber orada on kiÅŸi daha sakal bıraktı.
Daha sonra Bilal Baba, beni karşısına alıp dizini dizime dayadı, ellerimden tuttu, alnını alnıma dayadı, üç defa “La ilahe illallah” dedikten sonra,
─ Evladım sana yedi sahih üzere, Kadir-i dersi verdim”, dedi.
Dersi aldıktan sonra, Bilal Baba:
─ Evladım ismin ne?, dedi.
─ Abdullah, diye cevap verdim. Orada bulunanlar;
─ Bu muhakkak seyyiddir, Evladı Resuldür. Bilal Baba bugüne kadar hiç kimseye bu ÅŸekilde ders vermedi. Yanında birçok insanlar vardı. Onlar dahi bu ÅŸekilde ders almadılar, diye konuÅŸuyorlardı.
Bilal Babaya, Rufai ÅŸeyhi Hacı Mustafa Efendinin verdiÄŸi dersi de çektiÄŸimi söyledim.
Bilal Baba da bana:
─ Evladım, Hacı Mustafa Efendi, seyri sulükunu tamamlamış, MürÅŸidi Kamil bir zâttır. Türkiye’mizde tekdir. Önce O’nun dersini çek, sonra bizim dersimizi çek Ä°nÅŸallah, dedi.
Bu arada vakit epeyce ilerlemiÅŸ, AkÅŸam ezanı okunuyordu. Orada bulunanlar bana namazı kıldırmamı söylediler.
Ben de kendilerine;
─Ben hafız deÄŸilim, ümmiyim. Burada hocalar var, hafızlar var onlar kıldırsın, dediysem de;
─Hayır, Abdullah Efendi, sen kıldıracaksın, dediler. O anda içimden;
“Ya Rabbi sen bilirsin, ben ümmi birisiyim. Benden imamlık yapmamı isteyenler âlim ve hafız kiÅŸiler, onlar gibi ilmim yok. Lakin Peygamber Efendimizin varisiymiÅŸim gibi benden imamlık yapmamı istiyorlar. Ne olursun beni mahcup etme”, diye dua ettim.
Namaza baÅŸlamak için tekbir getirdiÄŸimde, vücudum bir anda büyüdü. BulunduÄŸumuz cami geniÅŸledi. Fatiha Suresini okuduktan sonra Vedduha’yı okumaya baÅŸladım. Vedduha’yı nasıl okuduÄŸumu hatırlamıyorum. Sadece “Vedduha” dediÄŸimi hatırlıyorum.
Rükûya eÄŸileceÄŸimde, (alnım duvara deÄŸer) diye düÅŸünürken aklıma; camide gördüÄŸüm kazıklar geldi ve “deÄŸerse deÄŸsin” diyerek rükûya eÄŸiliyordum. Ben her defasında rükûa ve secdeye eÄŸildiÄŸimde, hem cami geniÅŸliyordu hem de rükû ve secde yaptığım mihrap açılıyordu. Böylece vücudum ile birlikte ile camide geniÅŸliyordu. Bu ÅŸekilde namazı kıldırdım. Namazı tamamladıktan sonra tevhid okuduk. O an bende yine bir aÅŸk, bir cezbe hali hâsıl oldu. Kendimi tutamadım. Tabi bunu orada bulunan kiÅŸiler de fark etti.
Zikrin sonunda ısrar ederek;
─ Siz seyyid misiniz? Evladı Resul müsünüz? diye sordular.
Ben ise halen; kıldırdığım namazı düÅŸünüyor:
“Ya Rabbi eÄŸer namazda ayetleri yanlış okusaydım hocalar beni ikaz eder, uyarırlardı. Onlar yanlışa tahammül edemezler, demek ki doÄŸru okumuÅŸum” diye içimden geçiriyordum.
Namaz kılarken yaÅŸadığım o halin herkes üzerinde olduÄŸunu düÅŸündüm. Fakat kimse öyle bir ÅŸeyin mevzusunu dahi etmedi. Anladım ki, bu hal Allah-u Teâlâ Hazretlerinin vermiÅŸ olduÄŸu bir lütuftu.
Allah-u Teâlâ yarattığı ve yaÅŸattığı her ÅŸeyin sahibidir. Kime ne Murat etti ise o dem tecelli eder. Lütuf ve Kerem sahibi ancak Cenab-ı Zülcelal Hazretleridir.
O gün, Bilal Nadir Hazretleri ile epeyce bir sohbet ettikten sonra vedalaÅŸtık ve NevÅŸehir’e geri döndüm.
Aradan on beÅŸ yirmi gün kadar geçmiÅŸti. Üstadımın hasretine dayanamadım. OcaÄŸa bir adam tuttum ve arkadaşımla, beraber Antep’e gittik. Giderken de, Bilal Baba’nın ilahilerini çekelim diye yanımızda altı, yedi tane kaset götürdük. Niyetimiz bir hafta kalmaktı.
Antep’in Danacık Köyünün giriÅŸinde indik. Yürür iken, at arabası ile bize doÄŸru bir adam yaklaÅŸtı. Arabaya yonca yüklemiÅŸti. Bize;
─Herhalde Bilal babayı ziyarete geldiniz. Fakat evinin yanına kadar giden yol çok çamurlu, üzeriniz batmasın. Buyurun, arabaya binin ben sizi götüreyim, dedi.
Peygamber (sav) Efendimizin doÄŸum yıl dönümü olması sebebiyle bir gün önceden gitmiÅŸtik. MübareÄŸin evine yaklaÅŸtığımızda mahÅŸeri bir kalabalık vardı. Bilal Baba, biz gelmeden önce, oradaki cemaate;
“Bugün, NevÅŸehirli Abdullah Efendi oÄŸlum geliyor” diye kerametini göstermiÅŸ. (Bu hadiseyi bize daha sonra anlattılar.) Üstadımızın evine girdiÄŸimizde, bizi içeri buyur etti, bir arkadaşı da yanına çağırdı ve Ona:
─Åžu çantayı aç, içinden kaset çıkar, mevlit okunacak, ilahiler söylenecek, dedi. Ondan sonra pencereyi açtı, bana dönerek;
─Åžu tepeyi görüyor musun? Orada, Sahabeden UkkaÅŸe Hazretleri vardır. Benim manevi liderimdir. Onu ziyaret et, oÄŸlum Abdullah, dedi.
Biz de, o mübareÄŸi ziyarete gitmek için gusül abdesti aldık ve daÄŸa doÄŸru tırmanmaya baÅŸladık. Bu arada diÄŸer kalabalık, köyün etrafını dolaÅŸarak daÄŸa doÄŸru gidiyorlardı. Yukarı vardığımızda, bize:
─Ya hu, siz ne yaptınız? Bu dağın yılanları meÅŸhurdur. Bu güne kadar kimse çıkmaya cesaret edemedi. Size hiçbiri rastgelmedi mi? dediler.
Biz de kendilerine;
─Hayır, hiçbir ÅŸey görmedik. Karşımıza ne bir yılan çıktı, ne de baÅŸka bir zararlı hayvan, diye konuÅŸurken, bu esnada gayet iri ve heybetli gözüken bir meczup;
─Sizi kim gönderdi? diye sordu.
Biz de kendisine:
─Bilal Baba, diye cevap verince; Öyle bir “Huu” dedi ki, sanki her taraflardan ses geldi.
─Demek Bilal Babanın misafirisiniz? Size hiçbir ÅŸey zarar veremez. Buyurun meydan sizin, dedi.
UkkaÅŸe Hazretlerini ziyaret ettik. DönüÅŸte de, tekrar geldiÄŸimiz yoldan geri döndük. Allah’ın izni ile ne bir yılan ne de baÅŸka bir zararlı hayvan karşımıza dahi çıkmadı.
Bilal Babanın yanına vardığımızda, mübarek bize;
─OÄŸlum, Abdullah Efendi, doÄŸru NevÅŸehir’e döneceksiniz, dedi.
Bizde kendisine:
─Efendim, biz buraya bir haftalığına gelmiÅŸtik, mümkünse kalalım, diye cevap verdik.
Bilal Baba:
─Evladım, sizin gitmeniz gerekiyor. Allah razı olsun! Bizi memnun ettiniz, ziyaretimize geldiniz. Allah yolunuzu açık etsin inÅŸallah, dedi. Bizde;
─Üstadımız böyle uygun gördüyse bir hikmeti vardır, diyerek yanından müsaade aldık ve Fındık AÄŸası otobüsü ile NevÅŸehir’e geri döndük. Otogara indiÄŸimizde, bir baktım, aÄŸabeyim postaneye doÄŸru hızlı hızlı gidiyor. AÄŸabeyime; Nereye gidiyorsun? diye seslendim. AÄŸabeyim de bana:
─ Ben de postaneye size telgraf çekmeye gidiyordum, dedi.
─ Hayırdır, ne oldu? dedim.
─ Babam felç oldu, onu haber vermeye geliyordum. Hemen eve gidelim, dedi. Eve geldiÄŸimizde, doktor bize:
─ Babanızın durumu çok ağır, üç günü geçerse felçli bir halde hayatını devam ettirir. Ancak siz ölümüne hazır olun, dedi. Ve babamız birkaç gün içerisinde, 1968 yılında vefat etti.
Bilal Baba’nın kerameti sayesinde babamı ölmeden görmüÅŸ oldum.
Yine bir gün, NevÅŸehir’den, Bilal Babayı ziyarete gittik. Hane-i saâdetlerine girdiÄŸimizde kalabalık bir misafir topluluÄŸu vardı. Gelen misafirlere ikram edilmek üzere, orada sürekli kaynayan buÄŸday ve arpa kırmasıyla yapılan bir çorba piÅŸiriliyordu. Bizler de yemek için bahçeye oturduk. Fakat hava kapalıydı. Bilal Baba’nın muhterem zevceleri hanımanne;
─Efendi, buraya seni ziyarete gelen insanları bahçeye buyur ettin, ancak yaÄŸmur yaÄŸacak, dedi.
Bilal Baba, hanımanneye yemek yiyenleri işaret ederek:
─Bunların üzerine yaÄŸmur yaÄŸmaz, hacı hanım, dedi.
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra yaÄŸmur yaÄŸmaya baÅŸladı. Etrafa sicim gibi yaÄŸmur yaÄŸarken, üzerimize bir damla yaÄŸmur dahi düÅŸmemiÅŸti.
NevÅŸehir’de bir arkadaşım vardı. Kendisi trafik kazası geçirdi. Kazadan sonra idrarında sürekli damlama olduÄŸunu, bunun için çok bizar kaldığını ve çoÄŸu zaman idrarının damlaması yüzünden bir kapla dolaÅŸtığını söylüyordu. Bir gün kendisine;
─Üstadım Bilal Nadir Hazretlerine giderken seni de götüreyim, hem senin rahatsızlığını söyleriz hem de hayır duasını alırsın, dedim.
Beraber Antep’e ziyarete gittik. Bilal Babama arkadaşın rahatsızlığını anlattım. Bilal Babam, mutfaktan ufak bir tabaÄŸa domatesi rendeleyip içine sirke koyarak, getirmelerini söyledi. Bilal Baba, arkadaşı karşısına aldı, ona okuduktan sonra, bizlere sohbet etti. Aradan bir müddet geçmiÅŸti ki, arkadaşım heyecanlı bir halde;
─Abdullah AÄŸabey, idrarım damlamıyor. Elhamdülillah, dedi ve çok sevindi. Ben de, Bilal Babama dönerek;
─Efendim, Allah razı olsun, arkadaşımın rahatsızlığı geçti, dedim.
GetirmiÅŸ olduÄŸum arkadaşım, oldukça zengin bir kiÅŸi idi. NevÅŸehir’de bir petrol istasyonu açacaktı. Yanında da yüklü miktarda para varmış. O rahatsızlığının geçmesinin verdiÄŸi huzur ile Bilal Babama dönerek;
─Allah sizden razı olsun, rahatsızlığım geçti, dedi ve parasını çıkartarak;
─Efendim! Annenizin ak sütü gibi helal olsun, deyip parayı uzattı. Bilal Baba arkadaşıma ÅŸöyle bir tebessüm etti ve ekledi;
─Evladım paranı cebine koy! O parayı eÄŸer biz alacak olursak, bu nefes bir daha ÅŸifa verir mi hiç! Åžifa Allah-ü Teâlâ Hz.lerindendir. Bizler ancak vesileyiz, demiÅŸlerdi.
Efendi Hazretleri çay ocağını çalıştırdığı dönem içerisinde, her pazartesi günleri, yakınında bulunan hastaneye ücretsiz olarak çay götürür, oradaki hasta yakınlarına ikram eder, ilaç alamayacak olanların ilaç almasına yardımcı olur, onların sıkıntısı ile ilgilenirdi. Kendisine bunu niçin yaptığını sorduklarında ise onlara cevaben;
“Bu insanlar ÅŸifa aramak için buralara kadar gelmiÅŸler. Kimi gariban, kimi yoksul keÅŸke elimde daha fazla imkân olsa da onlarasadeceçay deÄŸil yemek de ikram edebilsem”, diye cevap verirdi. Yine, o dönem içerisinde Zeki isminde bir kiÅŸinin maddi yönden sıkıntıda olduÄŸunu manen haberdar olmuÅŸtur. Bir gün bu kiÅŸiyi görür ve kendisine seslenir;
O da;
─ Buyur Abdullah AÄŸabey, diye cevap verir.
Efendi Hazretleri;
─Hayırdır, senin bir sıkıntın mı var? diye sorar
─Hayır, hiçbir sıkıntım yok, diye söyler.
Efendi Hazretleri;
─KardeÅŸim benden çekinme. Durumunun sıkıntılı olduÄŸunu biliyorum nedir? diye tekrar sorunca o kiÅŸi ÅŸöyle cevap verir;
─Abdullah AÄŸabey çok dardayım. Kış geliyor, ne odun alabildim ne de kömür.
Efendi Hz.leri;
─Ayakkabının altı da delik mi? diye sorunca;
O kişi daha da şaşırmış bir halde;
─Evet aÄŸabey maalesef, der.
Bunun üzerine Efendi Hz.leri o kiÅŸiyi yanına alarak odun ve kömürünü alır. Ayağına ayakkabısını alır. Kendisi de maddi yönden iyi durumda olmadığı halde o insana Allah rızası için yardım eder.
Efendi Hazretleri yapmış olduÄŸu iÅŸ her ne olursa olsun, önce o iÅŸte Allah’ın rızasını gözetir, ona göre davranırdı.
Birgün GülÅŸehir tarafından NevÅŸehir’e gelen bir kiÅŸi NevÅŸehir’in üzerinden semaya doÄŸru çıkan bir nur görür. Hayretler içerisinde kalır ve o nuru takip eder. Nihayet Bekir Efendi Camisinin çay ocağının üstünden nurun yükseldiÄŸini görür. Bu arada Efendi Hazretleri de çay ocağını ışıklarını söndürmüÅŸ, sekiz on kiÅŸi ile beraber içeride Allah’ı zikretmektedirler. Nuru gören adam çay ocağının camına vurur. Adama kapıyı açarlar ve o adam ÅŸöyle der;
“Subhanallah, sizin zikrullahın nurunu ta GülÅŸehir’den gördüm, buraya kadar nuru takip ederek geldim.”
Yine Çay ocağı iÅŸlettiÄŸi dönemde, Efendi Hz.leri bir zabıta memurunun baskısı altında kalır ve Bilal Nadir-i Hz.lerine manen müracaat eder. Allah’ın izniyle Bilal Baba manen hadiseyi çözer. Ä°ÅŸte bu durumu Efendi Hz.leri bize ÅŸöyle anlattı;
1965–70 yılları arasında çay ocağı çalıştırıyordum. Tabii gençtik, sakallarımız siyahtı. O sıralar sürekli dükkâna bir zabıta memuru gelir ve bana;
“Abdullah Efendi, sakalının teli çaya düÅŸüyor, temizlik açısından uygun deÄŸil, yönetmelikte ÅŸöyle diyor...” gibi sözler sarf eder, günde üç-dört bardak çay içer, arkadaÅŸlarına da içirir, kahve içerler, parasını vermezlerdi. Ben de bir ÅŸey diyemezdim. Ama zoruma gidiyordu. Kendimi haraç verir gibi hissediyordum.
Bu olaydan epeyce bizar oldum ve dua ettim. “Ya Rabbi sen bilirsin” dedim ve maneviyatı haberdar ettim.
Sabahleyin dükkânımı açtım. Zabıta memuru karşımda periÅŸan bir halde duruyor ve bana dönerek;
─Sorma Abdullah Efendi başıma neler geldi. Öyle bir rüya gördüm ki, dedi ve rüyasını ÅŸöyle anlattı;
─ Çok heybetli, yüzü nurani bir zât yanıma geldi ve bana bir tokat attı.
─Sen nasıl benim, Abdullah’ıma sıkıntı çektiriyorsun, onu sahipsiz mi zannettin? Senin ona yaptığın eziyetlerin hepsinden haberimiz var, O benim gözümün nurudur. O’nun çoluk, çocuÄŸunun nafakasını nasıl yersin melun adam? dedi. Tokadı vurunca duvara çarptım, duvardan caddeye düÅŸtüm. Caddeden araba geçiyordu. Elbisem lastiÄŸin jantına takıldı, epeyce bir sürüklendim. Sonra hastaneye götürdüler, “ölüyor” dediler ve kafama buz koydular, gözlerim karardı. Orada bulunanlar;
─Pek fazla ümit kalmadı, biz buna iÄŸne veya ilaç tedavisi uygulayamayız. Bunun az bir ömrü var, fayda etmez, dediler.
Onlar bu konuÅŸmayı yaparken, periÅŸan bir halde yatakta yatıyordum. Tam o sırada bana tokadı vuran nurani, güzel yüzlü zât geldi ve dedi ki;
─Bir daha Abdullah’ıma dokunmayacaksın, onu üzmeyeceksin ve onun iÅŸine karışmayacaksın. EÄŸer bu söylediklerimi yerine getirirsen, elimdeki ÅŸu iÄŸneyi vuracağım, kurtulacaksın, dedi.
Bende;
─ Aman Efendim tövbe ettim, piÅŸman oldum, hatamı anladım. Bir daha Abdullah Efendiye karışmayacağım ve gidip kendisiyle helalleÅŸeceÄŸim. Ä°çtiÄŸim çay paralarını ödeyeceÄŸim. Namaza baÅŸlayacağım, ibadet yapacağım. Yeter ki iÄŸneyi vurun Efendim, deyince, bana elindeki iÄŸneyi vurdu ve uyandım. Sabahleyin kalktığımda ter içinde kalmışım. Hemen üstümü giyindim, buraya koÅŸtum, geldim.
─Abdullah Efendi, sen nereye baÄŸlısın? Beni o hale getiren, o nur yüzlü zât kimdi? diye sordu. Kendisine:
─Sen bizi sahipsiz mi zannediyorsun? Bizim maneviyatımız var, bizi koruyanlar var. Nasıl zahiri asker varsa ve bir erin başına bir ÅŸey gelse, o ere komutanları sahip çıkar. Ä°ÅŸte bunun gibi maneviyatında komutanları olur. Onlar da kendilerine baÄŸlı olanları korurlar, muhafaza ederler. Sen de bize zulmettin, biz de seni maneviyata havale ettik. Åžimdi anladın mı zabıta Efendi? deyince Zabıta:
─ Aman Abdullah Efendi, Allah beni affetsin, sen de affet. Çok piÅŸmanım, tövbe ettim. Ne olur hakkını helal et. Buyur ÅŸu parayı da. Bu güne kadar içtiÄŸim çay borçları, fazlasıyla var. Hakkım helal hoÅŸ olsun, dedi.
Ä°ÅŸte gerçek MürÅŸid-i Kamiller, Allah’ın izniyle, kendilerine tabi olan kimselerin sıkıntı ve meÅŸakkatlerine yetiÅŸir, himmet ve bereketleriyle o olayı hayırla bitirirler.
Yine, çay ocağı çalıştırdığım dönemde, oÄŸlum Naci doÄŸdu. Fakat çocuÄŸun doÄŸuÅŸtan, üst dudağının dışa bakan kısmı, burnuna kadar açıkta idi. BeÅŸ tane diÅŸi dışarıdan gözüküyordu. Üç defa da ameliyat geçirdi. Fakat bir düzelme olmadı.
Ben de, Naci’nin bu durumunu, Üstadım Bilal Baba’ya iletmeye karar verdim. Ancak, Naci çok küçük olduÄŸu için yanımda götüremedim. Antep’e Üstadım Bilal Babayı ziyarete kendim gittim. Mübarek bizi “buyur” etti. Halimizi, hatırımızı sordu. Ben de kendisine, oÄŸlum Naci’nin durumunu anlattım. Bilal Baba beni dinledikten sonra saÄŸ elinin baÅŸparmağına tükürdü ve benim üst dudağıma meshetti. Sonra ÅŸöyle dedi;
“Evladım Abdullah Efendi, NevÅŸehir’e dönünce, Naci’nin dudağına kendi dudağından meshet, Ä°nÅŸallah” dedi ve dua etti. Daha sonra yanından müsaade aldım ve geldiÄŸimde aynen Üstadımın dediÄŸi ÅŸekilde dudağını mesh ettim. Allah’ın izni, Üstadımın himmeti ile dudağındaki açıklık kapandı.
Bilal baba’nın himmeti her sıkıntı anımda bana yetiÅŸti. Bir baÅŸka yaÅŸadığım olayda ÅŸöyle:
1964 yılında ortağımla birlikte Ä°skilip’e deri satmaya gittik, oradan da Çorum’a geçtik. Çorum’da iÅŸlerimizi hallettikten sonra ortağımdan on beÅŸ lira para aldım. Kalan iÅŸleri halletmek için onu orada bıraktım. Ben de; Yozgat’a, Alaca’ya, Yerköy’e, oradan da alacakları tahsil etmek için KırÅŸehir’e geldim.
Günlerden pazar olması münasebetiyle hiç kimseyi bulamadım. Bu arada ortağımdan aldığım on beÅŸ lira para da bitmiÅŸti. “Nasıl olsa burada alacaklarımızı tahsil ederiz” diye düÅŸünmüÅŸtüm. Fakat alacaklarımızı toplayamadım. On sekiz saat aç dolaÅŸtım. Namaz vakitleri geldiÄŸinde, namazımı kılıyor, “belki çarşı esnaflarından açık olanlar vardır” diye dolaşıyordum.
Bu şekilde dolaşırken, sakallı bir kişi koşa koşa yanıma geldi:
─ Vay Efendi Babam! “Sana kurban olayım” diyerek, sarılıp aÄŸlamaya baÅŸladı. Bir müddet sonra bu garip kiÅŸi elimden tutarak lokantaya götürdü. YemeÄŸimizi yedikten sonra otele götürdü. Tek yataklı bir odayı kiraladıktan sonra tekrar dışarı çıktık. Olup bitenlere bir anlam veremediÄŸim için;
─Sen bunları niye yapıyorsun? diye sordum. O zât:
─Efendim ben, Ahi Ervani Veli Hazretlerinin yanından geliyorum. O mübarek bana;
─ Evladım, senin manevi baban geldi ve on sekiz saattir aÄŸzına bir lokma dahi koymadı. Sen ÅŸimdi doÄŸru Abdullah Efendi’nin yanına git. Onu ağırla, ikramda bulun, karnını doyur, dinlenmesi için bir otele götür, harçlığını ver” dedi.
─Peki, Efendim, dedim. Fakat baktım ki siyah sakalınız var ve gençsiniz.“Bu yaÅŸta bir insan, benim nasıl manevi babam olur”, diye düÅŸünürken, bu esnada Bilal Nadir Hazretleri geldi; “Elimin tersiyle bir vurursam, aÄŸzın döner. Tokat yemeden yürü git”, dedi. KoÅŸtum geldim, ne olur hakkınızı helal edin, dedi.
Kendisine;
─Bu makama nasıl geldin? diye sordum. Adamcağız ÅŸöyle anlattı:
─Efendim, ben aslen, Ä°zmir’in, Konak Ä°lçesindenim. Orada, evim, ailem, kızım, oÄŸlum vardı. Onları bir trafik kazasında kaybettim. Ben de terk-i dünya ettim. Dünyalığın gelip geçici olduÄŸunu anlamıştım. Birgün rüyamda, Yunus Emre Hazretleri’ni gördüm. Beni EskiÅŸehir’e çağırdı. Bunun üzerine EskiÅŸehir’e gidip, kabrini ziyaret ettim. Manen, mübareÄŸin saÄŸ ayağını EskiÅŸehir de, sol ayağını da Karaman’da olarak müÅŸahede ettim.
Yunus Emre Hazretlerine;
“Efendim, bunun hikmeti nedir? diye sordum.
O’da;
“Evladım, üç ay burada kalacaksın, üç ayda Karaman da kalacaksın” dedi.
Üç ay sonra Karaman’a gittim. Orada kalırken Mevlana Hazretleri Konya’ya gelmemi söyledi. Konya’da üç ay kaldım. Sonra Hacı BektaÅŸi Veli Hz.lerine gitmemi söylediler, üç ay da orada kaldım. Daha sonra, Ahi Ervani Veli’ye gitmemi söylediler. Åžimdi buradayım, amelelik yaparak rızkımı temin ediyorum.
Artık, sen benim manevi babamsın. Maddi durumun da iyi deÄŸil, biliyorum. Ä°zmir’de bir evim var. Tapusunu sana vereyim. Senin olsun, dedi.
─Yok, kardeÅŸim, ben bir ÅŸey istemem. Allah senden razı olsun, dedim.
Bu tanıştığım zât ile oradaki bulunan Allah dostlarının kabirlerine ziyaretlerde bulunduk. Epeyce bir sohbet ettik. Gece saat üçe doÄŸru otele döndüm. Sabah saat on civarında otelden ayrıldım. HemÅŸerilerimi bulup onlardan elli lira para aldım. Tanıştığım zâtın verdiÄŸi adrese gittim. Fakat o adreste bulamadım.
Oradaki iÅŸlerimi bitirip NevÅŸehir’e geri döndüm. Birkaç ay aralıklarla onu görmek için gittiÄŸim halde, onu bir daha göremedim.
Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks)Hazretleri, Bilal Nadir Hazretlerinin manevi terbiyesi altında yetiÅŸmeye baÅŸlamış, her hal ve hareketiyle, Verese-i Peygamber olan üstadına tam bir teslimiyet örneÄŸi göstermiÅŸtir ve Bilal Nadir Hazretleri de ondaki cevheri görüp, kendisi vefat ettikten sonra kamil bir üstada gitmesini ve bu ÅŸekilde Allah’a vasıl olacağını iÅŸaret etmiÅŸtir. Üstadımız Abdullah Gürbüz (ks) Hazretleri bir yandan manevi yoldan ilerlerken, diÄŸer yandan, insanlara bu yolun hak ve hakikatini anlatıyor. Onlara elinden geldiÄŸi kadar yardımcı olmaya çalışıyordu.
Efendi Hazretleri, Bilal Baba’nın kerametlerini anlatmaya ÅŸöyle devam etti.
NevÅŸehir’de bir arkadaşım vardı. Bu arkadaşımın oÄŸlu ruh hastasıydı ve doktorlarda tedavisinde pek bir geliÅŸme saÄŸlayamadılar. Arkadaşım da o dönemlerde alkol bağımlısıydı.
Ben de kendisine;
─Sizi üstadıma götüreyim. Allah’ın izniyle, Ä°nÅŸaallah sen alkolü bırakırsın, oÄŸlun da ÅŸifa bulur, dedim.
Arkadaşım da bana:
─Bizi muskacıya mı götüreceksin?, dedi.
─Hayır, benim üstadım MürÅŸidi Kamil bir zâttır. Ä°nÅŸaallah faydalanırsınız.
Daha sonra Adana üzerinden Antep’e gittik. Bilal Babanın yanına vardığımızda;
─Efendim, bu arkadaşım, alkol bağımlısı, bir dua etseniz de ÅŸifa bulsa, dedim. Mübarek de arkadaşıma dönerek;
─Evladım, Allah-ü Teâlâ Hazretleri içkiyi haram kılmış. Allah’ın verdiÄŸi o güzel aÄŸza haram girmesi iyi olmaz. Seni okuyalım, inÅŸallah bu illetten kurtulursun, dedi.
Mübarek zât, arkadaşımı karşısına aldı. Dua okudu ve daha sonra “Huu” dedi.
Bilal Babanın “Huu” diyerek üflemesi ile beraber, arkadaşımın üzerinde bulunan gömleÄŸin düÄŸmeleri tek, tek çözüldü. Bilal Baba o mübarek elini kalbinin üzerine koydu.
─ Bir daha içmeyesin inÅŸallah, tamam mı? dedi. Ä°kimizde ÅŸaşırıp kalmıştık.
Bilal Baba, arkadaşı okuduktan sonra dedim ki;
─ Efendim, oÄŸlu da çok rahatsız, bir türlü iyi olamadı. Sürekli ruhi bunalım geçiriyor, hareketlerini kontrol edemiyor. Åžifa Allah-u Teâlâ Hazretlerindendir lakin siz de mübarek nefesinizle okuyup ÅŸifa bulmasına vesile olursanız memnun oluruz, dedim.
Daha sonra Bilal Baba, çocuÄŸu yanına çağırdı;
─ Evladım, bu çocuÄŸu üç defa okumamız gerekiyor, dedi.
Bilal Baba çocuÄŸu o gün sabah, öÄŸle ve akÅŸam olmak üzere üç defa okudu. “Elhamdülillah”, çocuk ÅŸu anda gayet akıllı, sıhhatine kavuÅŸtu. Büyüdü, evlendi. NevÅŸehir’de resmi bir dairede çalışıyor.
Allah, kendisinden razı olsun, mübareÄŸin pek çok kerametlerini gördük.
Bizim görmediÄŸimiz ancak görenlerden dinlediÄŸimiz ve hepimizi hayretler içinde bırakan bir olay ÅŸöyle gerçekleÅŸmiÅŸtir;
Bilal Nadir Hazretleri Konya’ya, Mevlana Hazretlerini ziyaret etmek için geldiklerinde birkaç kiÅŸi ile beraber otele yerleÅŸirler. Bir müddet istirahat ettikten sonra Mevlana Hazretleri’ni ziyaret etmek için yürüyerek türbeye doÄŸru yaklaşırlar. Tam bu esnada karşılarına, uzun boylu, sakallı, baba yiÄŸit bir insan gelir. O gelen kiÅŸi Bilal Babanın yanına, bir erin generale karşı saygısı nasıl olur ise, o ÅŸekilde yaklaşır saygıda kusur etmeyerek ÅŸöyle der;
─ Efendim, Mevlana Hazretleri buyurdular ki;
“Üstadım Åžems Hazretlerini ziyaret etmeden bizi ziyaret etmesinler. Önce O’nu ziyaret etsinler, daha sonra bizim yanımıza gelirler, Ä°nÅŸallah” Bunun üzerine Bilal Baba o gence;
“Peki” der ve önce Åžems Hazretlerini ziyaret etmek için camiye girerler.
Orada iki rekât namaz kıldıktan sonra türbe-i ÅŸerifleri caminin içerisinde olan Åžems Hazretlerinin sandukasının yan tarafından asıl yatmış olduÄŸu kuyuya geçiÅŸin kilitli kapısına yönelirler.
Bu arada Caminin hizmetinde görevli olan Ömer Efendiye, Bilal Babanın derviÅŸlerinden bir tanesi ÅŸöyle der:
─ Biz, Åžems Hazretleri’ni ziyaret etmeye geldik. Üstadımız Bilal Baba ziyaret etmek istiyor, kapıyı açar mısınız?
Ömer Efendi de o derviÅŸe:
─Buranın anahtarı bizim elimizde deÄŸil, belediye tarafından kilitlenir. Onlar anahtarı götürür, temizlik günlerinde anahtar gelir, biz de temizleriz, der.
Bu arada Bilal Nadir Hazretleri bir iki saniye gibi kısa bir süre gözlerini yumup, kalbi üzerine huzur eder ve başını kaldırır. O anda kilitli olan kapı, alenen açılır. Bir kapıyı açmak için anahtarı çevirdiÄŸinde nasıl ki, kuvvetli bir ÅŸekilde ses çıkar ise aynı o ÅŸekilde açılır.
Camide bulunan herkes bu olanları şaşkın bir şekilde seyreder.
Caminin hizmetinde bulunan Ömer Efendi de hayretler içerisine düÅŸmüÅŸ bir ÅŸekilde:
─ Bu zât kimdir? diye sorar.
DerviÅŸler de:
─ Üstadımız Antepli Bilal Nadir Hazretleri, derler.
Caminin hizmetlisi Ömer Efendi hayretler içerisinde:
─ Efendim, buraya daha önce Medine’den Hacı Ali Rıza Kaşıkçı Efendi, Sivas’tan Ä°smail Hakkı Efendi, Ä°stanbul’dan Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, Mahmut Sami Efendi, Mehmet Zahit Kotku Hazretleri, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri geldiler. Fakat ben böyle açık, saçık bir kerameti hiçbirisinde görmedim, diyerek aÄŸlamaya baÅŸlar. MübareÄŸin bu kerametini camide bulunan herkes ÅŸahit olmuÅŸlardır.
Yine Bilal Baba’nın derviÅŸlerinden ÅŸoför olan bir kiÅŸi, bir kafileyi geziye götürürken nur dağında bir ara direksiyon hâkimiyetini kaybedip otobüsü kaydırır ve daÄŸa doÄŸru kayarken, ÅŸoför sadece “DAHÄ°LEK” deme fırsatını bulur. O esnada otobüsün ön camında bir el belirir. Ä°çeride bulunan kırk, kiÅŸi de eli görür. Daha sonra Bilal Baba ÅŸoföre;
“Korkma evladım geri geri sür” der ve kurtulmaları imkânsız bir kazayı Allah’ın izni, evliyasının himmeti ile atlatırlar. Otobüsün içindekiler ÅŸoföre;
─ Kaptan, sen bir ara DAHÄ°LEK diye bağırdın. O camda beliren el kimindi? Allah aÅŸkına söyle, derler; Åžoför ÅŸöyle söyler;
─ O benim Üstadım Antepli Bilal Nadir Hz.leridir. Siz sadece elini gördünüz. Ben ise buraya geldiÄŸini bize yardım ettiÄŸini gördüm, deyince; Otobüsün içerisindekiler ÅŸoföre;
─ O halde bizi önce O mübarek zâtın yanına götür. Kendisi ile muhakkak tanışmak istiyoruz, derler. Åžoför yolunu deÄŸiÅŸtirip Antep’e doÄŸru yönelir. Bu arada Bilal Baba Hz.leri Antep’te, tarlasında ekin ile uÄŸraşırken, yanındaki derviÅŸlerine;
─ Çalışmayı bırakın. Bugün misafirlerimiz gelecek, hazırlık yapın buyururlar. Pilavlar piÅŸirilir ve bir müddet sonra kırk kiÅŸilik kafile Bilal Baba Hz.lerinin dergâhına gelir. Orada bulunan kırk kiÅŸi de Bilal Baba’ya intisap edip derviÅŸi olurlar.
Antepli Bilal Nadir Hz.leri, himmeti bol, kerameti açık, eÅŸine az rastlanır, güzide Evliyaullahtandı. Hatta bir sohbetlerinde ÅŸöyle söylemiÅŸlerdir;
“Bizden; zorda kaldığınızda, sıkıştığınızda, Himmet istediÄŸinizde eÄŸer yetiÅŸemezsem; ben sizin deÄŸil merkeplerin ÅŸeyhiyim” diye söyler, Ä°ndi Ä°lahideki kıymet ve nazarının ne denli çok olduÄŸuna dikkat buyururlardı.
Bilal Nadir Efendi Hazretlerinin bizim bildiklerimizin yanında, daha bilmediÄŸimiz birçok vakıf olamadığımız kerametleri vardır. Allah(cc) bu kerametleri görüp feyiz alanlardan ve bu yolun yolcularından eylesin, inÅŸallah.
Bilal-i Nadir-i Hz.lerinin Vefatı
Bilal Baba (ks) Hazretleri yetmiÅŸ dört yıllık ömrü hayatında Hakkın yılmaz sesi, garip kimselerin sığınağı, vatan ve milletin saâdet membaı olmuÅŸ. Olması istenilen hayır öÄŸütlü bir zât idi. Yüzüne bakıldığında Allah ve Resulü hatıra gelir. Allah’ın rahmetinden ümit kestirmez, azabından emin kılmaz, Sadık ve Salih bir zât idi.
Her fani gibi O da yetmiÅŸ dört yıllık ÅŸerefli bir hayatın ardından dar-ı bekaya intikal etti. Vefat tarihi (22 Aralık 1969) yılıdır. Allah, yüce velinin himmetine cümlemizi nail eylesin.
Bilal Baba’nın vefatının ardından yaÅŸadığı olayları Efendi Hazretleri ÅŸöyle anlatır:
Bilal Baba vefat edince O’nun hasretine dayanamayıp günlerce aÄŸladım. Bilal Baba vefat etmeden önce;
“Evladım Allah’a vasıl olabilmek için, insana muhakkak MürÅŸid-i Kamil gerekir. Biz vefat ettikten sonra kendinize bir MürÅŸid-i Kamil arayın” nasihati üzerine istihare yaptım. Rüyamda Âdem (as), Zekeriya (as) ve Hızır (as) bana;
“Evladım Abdullah senin dosyan Çorum’a havale oldu” dediler.
Bundan sonra yoluma Rufai Şeyhi olan Hacı Mustafa Efendi Hazretleri ile devam edecektim.