HAYATI
Aksaraylı Hacı Ahmet Baba’ nın dersini çekmeye baÅŸladım. Bir yandan da baba mesleÄŸi olan deri imalatçılığına devam ediyordum. Ä°mal ettiÄŸimiz derileri civar illere götürüp satıyor, bu ÅŸekilde geçimimi saÄŸlıyordum.
Yine bir gün Ä°skilip’e deri satmaya gitmiÅŸtim. MüÅŸterileri dolaÅŸtım. Ä°ÅŸlerimi bitirdikten sonra esnaflardan birinin dükkânında sohbet ediyorduk.
Bu esnada bana:
─ Abdullah Efendi, burada, akÅŸam zikrullah var, gitmek istersen seni de götürelim, dediler. Bende;
─ Ä°nÅŸallah gelirim, dedim.
AkÅŸam buluÅŸup Ä°skilip’in Kayabaşı Mahallesinde sohbet yapılacak yere gittik. Çorumlu Hacı Mustafa Efendinin zakiri Hacı Mehmet Efendi ismindeki zât çok güzel bir zikir yaptırdı. Zikrullah esnasında, Rufai tarikatına has olan ateÅŸ ve ÅŸiÅŸ burhanı yaptılar. Çok etkilendim. Daha sonra Zakir Hacı Mehmet Efendi:
─ ArkadaÅŸlar, Üstadımız Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine ziyarete gideceÄŸiz. Gelmek isteyeniniz var mı? Diye sordu.
Ben de, yaptığımız sohbet ve zikirden o kadar çok etkilenmiÅŸtim ki, gitmeye karar verdim.
Bir grup arkadaÅŸla beraber Çorum’a gittik. Yanımda satmak için getirdiÄŸim deriler de vardı. Bundan dolayı önce Veli PaÅŸa Oteline yerleÅŸtim. Oradaki iÅŸlerimi hallettikten sonra akÅŸam otele geri döndüm. O gece bir rüya gördüm.
Rüyamda; “Ulu Camii gibi içi havuzlu büyük bir cami içindeyiz. Camide namaz kıldık. Ben tefekküre dalmıştım ki, kapıları kapattılar. Camiinin içinde yalnız kaldım. –“Açık bir yer var mı?” diye etrafıma bakındım. Her taraf kapalı, sadece caminin içindeki havuzun tam üstünde camdan bir kümbet var. Oradan aÅŸağıya doÄŸru bir ip sarkıtıldı. O ipe tutunup yukarıya doÄŸru çıkıyordum. Tam yukarıda da ÅŸeytan aleyhillane var. Azazil; çıplak vaziyette, sakalları seyrek, diÅŸleri balta gibi. Beni eliyle bir itti, ben geri aÅŸağı indim. Tekrar çıktım, geri indim. Bu hadise üç kere tekrar etti.
O sırada caminin üç kapısı açıldı, üç kapıdan da insanlar girdi. Girenler Peygamberler ve SahabelermiÅŸ. O an için sabah namazı kılacaklarmış. Bilal-i HabeÅŸi Hz.lerinin sesi gibi gayet güzel bir ses Ezan’ı Muhammediyeyi okuyordu. Allah’ın Resulü Muhammed Mustafa (sav) Hz.leri teÅŸrif ettiler. Ben o sırada koÅŸtum fakat yetiÅŸemedim. Peygamber (sav) Hz.leri, bir anda caminin ortasındaki havuzun tepesine çıktı. Peygamber (sav) Efendimizin çıktığı yer ile havuzun kenarı arasında bir hendek (boÅŸluk) vardı. O boÅŸluktan Cehenneme düÅŸülüyormuÅŸ. Arasat yeri imiÅŸ, hiç kimse geçemiyordu. Ben de kendi kendime, “Ölürsem öleyim, Ya Allah” dedim ve atladım. Rasulullah Efendimizin yanına çıktım. Peygamber Efendimizin kucağında; iki yaÅŸlarında, buÄŸday benizli, gayet güzel bir çocuk vardı. Hemen Rasulullah (sav) Efendimiz’i kucakladım. O da beni kucakladı ve elini öptüm. Dedim ki:
─ Ya Rasulallah, bu çocuk kimdir?
Rasulullah Efendimiz (sav) Hz.leri:
─ Evladım, bu benim torunum Mehdi’dir, dedi.
Mehdi Resulü göreyim diye çok dua ediyordum.‘Elhamdülillahgördüm’ dedim. Tam çocuÄŸu öpecektim ki, aÄŸlaya aÄŸlaya uyandım. Kalktığımda sabah ezanı okunuyordu.
O gün sabah, yani 26 Mayıs 1960 Cuma günü ihtilal oldu. Hiç kimseye sokaÄŸa çıkma izin vermiyorlardı. Camide on sekiz kiÅŸi ile cuma namazını kıldık. Caminin içinde iken, saçları kulağına kadar gelen, sakallarının bir kısmı aÄŸarmış, üzerinde devetüyünden bir cübbe, başında siyah takke, siyah sarık bulunan bir zât gördüm ve çok etkilendim. Peygamber Efendimiz (sav) Hazretleri geldi zannettim. Hoca Efendi hutbeyi okuyana kadar ona bakıp bakıp aÄŸladım. Bir yandan da kendi kendime:
“Sen ne yapıyorsun? Senin bir üstadın var” diye içimden geçirmeme raÄŸmen, o zâtı seyretmekten kendimi bir türlü alamıyordum.
Namaz bittikten sonra, o güzel zâtın yanına gittim, elini öptüm. O mübarek insan, yanında bulunanlara hitaben;
“Bu genci bizim eve getirin” dedi. Beraberce o mübarek zâtın evine gittik. MeÄŸer bu zât Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri imiÅŸ. Evde beraber kahvaltı yapıp, sohbet ettik.
Çorumlu Hacı Mustafa Efendi:
─ Evladım, bu ihtilal Müslümanlara yapıldı. Müslümanlara yapılan bir darbe oldu. Allah’ın zikrini bırakırsak başımıza çok belalar ve musibetler gelir, dedi ve arkasından;
─ Evladım ben seni çok sevdim, sana bir ders vereyim, dedi.
Ben de kendisine:
─ Benim dersim var, dedim. Hacı Mustafa Efendi:
─ Kimden derslisin, dedi. Ben de:
─ Aksaraylı Hacı Ahmet Babadan aldım. Benim annem onun dergâhına mensup zakirlerinden biri, dedim ve nasıl ders aldığımı anlattım.
Hacı Mustafa Efendi Hazretleri:
─ Evladım, MürÅŸidi Kamillik babadan evlada kalmaz. Bu ÅŸekilde olanlar kabile ÅŸeyhidir. Ben sana teberruken ders vereyim de, hakikate erersin, dedi. Daha sonra, halimden anlamış ki:
─ Evladım soracağın ya da anlatacağın birÅŸey mi var? dedi.
─ Ben de kendisine, gece görmüÅŸ olduÄŸum rüyayı olduÄŸu gibi anlattım.
Hacı Mustafa Efendi Hz.leri;
─ Elhamdülillah evladım, hakikaten “Mehdi Ali Resul” iki, üç yaÅŸlarında, inÅŸallah onu (manen) sen de göreceksin. Ayrıca, kalbin camiye çok baÄŸlıymış, rüyan sahihadır. Zira Rasulullah (sav) Efendimizin ÅŸekline ÅŸemailine ÅŸeytan giremez, O’nu rüyasında gören, gerçekte görmüÅŸ gibidir, dedi ve hayır dua etti.
Bundan sonra hem Kadiri hem de Rufai dersi çekmeye baÅŸladım. Dersleri çekerken, hergün, farklı farklı haller ve deÄŸiÅŸik rüyalar görüyordum. Bunun yanında bazı acayip haller meydana geliyordu.
Bir defasında; camide namaz kılarken, herkesin secde edeceÄŸi yerden alınlarına doÄŸru birer kazık çıkıyor gördüm. Alnımıza batmasın diye secdeye varamıyorlardı. Ben de, “Ne olursa olsun, secdede kazıklar alnıma batarsa batsın”, diyerek secdeye varıyordum, ama hiçbir ÅŸey olmuyordu. Benimle birlikte bir de Hoca Efendinin alnına birÅŸey olmuyordu. Bazen herkesin önünde, tavÅŸanların önüne konan yonca demetleri oluyordu. Müezzin; “Sübhanallah” dediÄŸi zaman, herkes uyuyor. Hoca Efendi, müezzin, bir de ben uyumuyorduk. Bazıları da para düÅŸünüyorlardı. Ara sıra bir rüzgâr esiyor, yan tarafımdan geliyor, çekiliyorum, arka tarafımdan geliyordu. Bu sırada namaz kılarken, elimi baÄŸladığımda, “Allah” dediÄŸim zaman, ahenkle sallanıyordum. Benim bu ÅŸekilde sallanmamdan rahatsız olan müezzin;
─ Abdullah Efendi sende bir hal var, bazen kıbleyi kaçırıyorsun, kalbine hâkim ol, dedi. Ben de müezzine:
─ Ben farkında deÄŸilim. Öyleyse kimse görmesin. Arkada namaz kılayım, dedim. Cemaatin arkasında, namaz kılmaya baÅŸladım, namaz sonunda Cenabı Allah’a ÅŸöyle dua ettim:
“Ya Rabbi, herkes abdestini aldı, sana geldi, sana secde ediyorlar. Bunları umduklarına nail et, korktuklarından hıfzı muhafaza eyle, bunların duasını kabul eyle” dedim.
Namaza gelenlerin ayaklarından çıkan tozları burnuma çeker, (iman edenlerin, namaz kılanların tozu burnuma girsin) derdim. Çünkü o dönemlerde namaz kılan insan pek azdı. Bir bekçi namaz kılarsa; devlet adamı namaz kılıyor, diye sevinirdik. Kur’an okuyanların hapse atıldığı, Kur’an-ı Kerimlerin kabristana gömüldüÄŸü, kadınların baÅŸlarının zorla açıldığı ve Müslümanlara eziyet edildiÄŸi bir dönemdi. Hatta ezanı dahi okutmuyorlardı.
Efendi Hazretleri 26 yaşına gelmiÅŸti, yaÅŸamış olduÄŸu manevi halleri kimseye anlatamıyordu. Anlatsa da kendisine; “Sen kafayı bozmuÅŸsun, tarikat senin neyine” diye çıkışıyorlardı.
Bir gün hafız-ı kurra olan, muhterem bir hoca Efendiye gördüklerimi anlattım.
Hoca Efendi:
─ Evladım Abdullah, ben de tarikata baÄŸlıyım. Bize küçükken anlatırlardı. Bu gördüklerine hal derler. Benim sırtımda semer görüyor musun?, dedi.
Ben de:
─ Hayır, hocam seni iyi görüyorum, dedim.
Hoca Efendi:
─ Bu durumunu anlatmak için, illaki ÅŸeyhine gitmen lazım, dedi.
Ben de:
─ Hocam, ben hem Çorumlu Hacı Mustafa Efendi’den, hem de Aksaraylı Hacı Ahmet Baba’dan ders aldım, dedim.
Hoca Efendi:
─ Aksaray daha yakın, sen Aksaray’a git, dedi. Daha sonra bir akrabam ile Aksaray’a gittik.
Hacı Ahmet Babanın yerine geçen oÄŸlu Ä°zzet Efendinin yanına vardık. O gün Ä°zzet Efendinin mahkemesi varmış. Davacı olan adamlara kızıyor, küfürler savuruyor ve olmadık hakaretler ediyordu. Hayretler içerisine düÅŸtüm. Akrabam RaÅŸit Dayı’ya dönerek:
─ Bu adam mı ÅŸeyh? AÄŸzından çıkandan haberi olmayan bir kimse benim bu halimi nasıl halletsin? dedim. RaÅŸit Dayı bana;‘Sus, sus’, diye iÅŸaret yaptı. Bir müddet sonra Ä°zzet Efendi bize;
─ Buyurun, dedi.
Raşit dayı:
─ Bu genç, benim halazadem olur. Annesi; Ahmet Babanın zakiriydi. Sana bir mesele danışacak, dedi.
Ä°zzet Efendi:
─ Åžöyle otur, dedi.
Bu arada davalı olduÄŸu kimselere; ‘dinsiz, imansız, kitapsız’ gibi sözler sarf ediyordu. Artık tahammül edemedim ve ayaÄŸa kalktım.
Bu sırada İzzet Efendi bana:
─ Evladım neydi senin soracağın? dedi.
─ Ben dersimi iade ediyorum. Kendime bir MürÅŸid-i Kamil arayacağım. Sen de bir MürÅŸid-i Kamil arasan iyi olur, dedim. Hiddetli bir ÅŸekilde;
─ Sen ne demek istiyorsun? dedi.
RaÅŸit dayı ile beraber oradan çıktık ve doÄŸruca NevÅŸehir’e geldik.
Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri, bu arada ibadetlerine devam ediyor, oruçlar tutuyor. Cenab-ı Zülcelal Hz.lerine vasıl olabilmek için aÄŸlaya aÄŸlaya bir MürÅŸid-i Kamil arıyor. Ä°ÅŸte bir gün Rabbine niyazda bulunur.
─ Ya Rabbi, sen bilirsin, dedim. Allah’a (cc) müracaat ederek istihareye yattım.
Bir gün rüyamda Hızır (as);
“Evladım, senin ÅŸeyhin Antep’te, Bilal Nadir Hz.leridir, ona gideceksin” dedi. Yine rüyamda Antep’e gittim. Bilal Nadir Hz.lerinin evine girdim. Mübarek oturuyordu. Önünde; içi süt dolu bir kâse, yanında da bir tane kaşık vardı. Bir kaşık süt bana veriyor, bir kaşık kendi alıyordu. Ben de içimden; ‘Åžeyh Efendinin bir tane kaşığı varmış. Ä°ki tane olsaydı da beraber içseydik’, diye düÅŸünürken, uyandım.
Ertesi gün; “bu istihare olmadı, belki ÅŸeytanidir”, dedim ve bir daha istihareye yattım. Rüyamda Bilal Babamın evine vardım. Herkes yatmış, tek bir yatak var. O da; Bilal Baba’ya aitmiÅŸ.
Bilal Baba:
─ Yatalım evladım, dedi. Ben;
─ Ä°kimiz bir yataÄŸa yatacağız. Erkekle bir yataÄŸa yatmak olur mu? Gerçi askerde iki, üç kiÅŸi yattık ama burada da olur mu? diye kalbimden geçirdim.
Bilal Baba hemen döndü:
─ Evladım, sırtını sırtıma dayayacaksın. Elbiseyle yatacaksın, üzerimize battaniye, yorgan atacağız”, dedi.
─ Peki, Efendim, dedim.
Sırtımı sırtına dayadım. Ä°kimizin kalbi aynı hizaya gelince; “Allah”, dedim. Bütün vücudum, “Allah Allah” demeye baÅŸladı. Uyandığımda halen “Allah Allah”, diyordum.
“Nihayet beni tasavvuf yolunda irÅŸat edecek, yol gösterecek, hakikate erdirecek kâmil bir insanı buldum” diyerek, Allah-u Teâlâ Hazretleri’ne hamd ettim.
Lakin, 1960 ihtilalinden sonra çok zarar etmiÅŸtik. O gün için on sekiz bin lira gibi büyük bir sermaye kaybettiÄŸimiz halde, yirmi sekiz bin lira da borçlanmıştık. Üzerimizde kimsenin hakkı kalmasın diye sabahlara kadar çalışıyorduk. Manen beni irÅŸat edecek zâtı bulduÄŸum halde, onu ziyarete gidememek beni çok üzüyordu. Yol param dahi yoktu.
Bir gün aÄŸabeyimin asker arkadaşı olan sarrafa varıp, bir hafta sonra ödemek ÅŸartıyla, on beÅŸ lira borç istedim. Parayı aldıktan sonra doÄŸruca Aksaray’a gittim. Eskiden at arabaları olduÄŸu için, oradan geçmekte olan bir arabacıya;
─ Nereye gidiyorsun? diye seslendim. Arabacı:
─ Garaja gidiyorum, dedi. Hemen arabaya bindim. Arabada, elinde sepeti olan bir ÅŸahıs bana;
─ Seni bir yerden tanıyacağım, dedi. Ben de:
─ Evet, tanırsın, sen Ä°zzet Efendisin, ben de NevÅŸehirliyim. Annem Hacı Ahmet Babanın zakiri idi. Sizinle daha önce görüÅŸmüÅŸtük, dedim. Ä°zzet Efendi cevaben;
─ Evladım sorma! O gün çok öfkeliydim, ne yaptığımı bilmiyordum. Bir tarla meselemiz vardı. Adamlarla bir türlü anlaÅŸamadık. Sen de tam o kavganın üzerine geldin. Senin yanında o gün yaptıklarımdan dolayı utandım. Daha sonra, NevÅŸehir’e sizi ziyarete gelmeyi düÅŸündüm ama fırsat olmadı, dedi.
Ben de kendisine:
─ Lüzum yok, Ä°zzet Efendi! Ben istihare yaptım ve aradığım MürÅŸid-i Kâmili buldum, “Elhamdülillah” dedim. GördüÄŸüm rüyayı anlattım. O da;
─ Allah mübarek etsin! Allah mübarek etsin! dedi. Daha sonra ayrıldık.
Aksaray’dan, Fındık AÄŸası isminde bir firmanın arabasıyla Bilal Nadir Hazretleri’ne gitmek için, Antep’e yola çıktım.